Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

18 Aralık 2009 Cuma

Bloğumu neden kapattım?


Bloğumu sadece davetli okuyucuların görebileceği şekilde açtım; rahatladım!!. Haccecan nikinin bana ait olduğunu bilen kişi sayısı arttıkça huzursuzluğum da artıyordu. Burda hayatımda ne var ne yok yazıyorum. Rahatladığım diğer konuların başında ise Karadenizsever'in artık bloğuma ulaşamıyor olması...(Karadenizsever konusuna sonra değineceğim)

Çalıştığım şehirde ki dünyam, doğduğum şehirde ki dünyam, internet ortamında ki sanal dünyam... Hepsi birbirinin içine girmiş durumda... Birbirinden habersiz hayat süren dünyalarımdan bir tek benim haberim vardı. Kontrol bendeydi.. Her dünyamda ki insanların bende ki yeride farklıydı ve özeldi. Hepsi sadece bana aitti, birbirlerini tanımaz bilmezlerdi. Mesela annem! dediğimde burdakiler için o bir ütopyaydı. Ayaküstü sohbetlerde soran eşe dosta istediğim gibi bahsettiğim annemi geçen sene 3 ay bende kaldığı için burda tanımayan bilmeyen kalmadı. Memlekete her gidişimde annene götür diye bir sürü hediyeyi yüklüyorlar bana... Kadın kendini burada o kadar çok sevdirdi ki... Bu saf, iyiniyetli, elindekini herkesle paylaşan kadın sevilmeyecek gibi bir insanda değil zaten. Bu konuda bana çekmiş, daha doğrusu onun kızı olduğuma göre ben ona çekmişim...Övünmek gibi olmasın benide herkes çok sever. :))
İnternet dünyasından tanıdığım Karadenizsever'i ise çevremden tanımayan kalmadı. Onun ailesini de ben tanıyorum. Onu bırak Antalya'da ki arkadaşlarım bile artık Karadenizseveri tanıyor. Antalya'da ki arkadaşlarımı da çalıştığım şehirde ki arkadaşlarım tanıyor. Çalıştığım şehirde ki tanıdıklarım da memlekette ki evimi, ailemi biliyor artık.. Kızkardeşimin düğününe beni tanıyan dostlarımda gelmişti...Her şey karman çorman oldu yani... Tanıdığım insanlar arasında ki bu tanışma ve kaynaşma hali o kadar hızlı oldu ki.. "Durun bir dakika" deme gereği duydum. Kontrol artık bende değil!!... Bloğumda aile üyeleri hakkında atıp tuttuğum zaman okuyanların ailemi tanıyor olması içimdekileri istediğim gibi yazmama engel oluyor. Ailem hakkında bir tek ben kötü düşünürüm, bir tek ben onlara kızarım! Benim dışımda ki kişilerin benim yazılarımla ailem hakkında kötü düşünmesini istemem. Kendimi bu konuda suçlu görmeyi istemem. Hele hele kimsenin bloğumda yazdıklarımı imâ ederek, yazdıklarımı koz olarak kullanarak iğneli laf söylemesine katlanamam. Bu nedenlerden dolayı istediğim gibi yazamadığım için yazma hevesim kırılıyordu. Ya yazmayı bırakacaktım veya istediğim kişilere bloğumu okumaya müsade edecektim. Yazmak benim için tutku ve rahatlama seansları olduğuna göre bende bloğumu davetli okuyuculara açık hale getirdim. İyi de yaptım... (Kimseden takdir edilmeyi beklememeyi, gerektiğinde kendimi takdir etmeyi Karadenizsever söylemişti. Ne kadar çabuk öğreniyorum ben yahu!!!)

Karadenizsever konusu ise derin bir konu... Hemde çok derin...Geçen sene kendisi için arkadaşlarımla mücadele ettiğim Karadenizseverle ilgili yazıyı şuradan okuyabilirsiniz... Karadenizsever ile bağımız hiç kopmadı. Geçen sene bir ara bloglar kapatıldığında ikimizde aynı şeyi düşündük!!! Blogların bir daha açılmayacağını dolayısıyla o ne bloğumda yazdığım yazılara ne ben onun bloğunda yazdığı yazılara yorum yazabilecektik. Tek bulaşma noktamız kapatıldığında ise onu hemen facebookta arayıp bulup arkadaş olarak eklemiştim. Ben onu arkadaş olarak eklemekle uğraşıyorken o ise bana email atmakla uğraşıyordu. İkimizde birbirimizi kaybedeceğimizden korkmuştuk!!
O günden sonra amansız rekabetimiz, atışmalarımız, konuşmalarımız da başlamış oldu. Konuşmalarımız hep sanal ortamda kalmıştı... Ta ki Likya yoluna kadar. Likya yolu ise tam bir macera idi... 20 gün onunla birlikte tam bir macera yaşadık... Likya yolunu kaleme almak hiç kolay bir şey değil. Bu macera filminin başrol bayan oyuncusu ben iken başrol erkek oyuncusu ise bu yazdıklarımdan habersiz olacak ne yazık ki.. Bunu hak etti o.. Hak ettiği için onu şu an kendimce cezalandırıyorum. Eminim blogumu okumak için kendisine neden davetiye göndermediğimi bile sormayacak. Bu kadar ilgisizmiş gibi davranmak onun karakteri çünkü...
Benim için yazması çok zor yeni bir yazı dizisine başlıyorum...

4 Aralık 2009 Cuma

Tefeci..


Bayram için memlekete gittim. Bu ay o kadar çok yolculuk yaptım ki... Seyyah ünvanını hak ediyorum galiba...Arife günü yarım günlük mesai için bizim başkandan izin aldım. Adamın en çok sevdiğim huyu bana izin almamda hiç sıkıntı yaşatmaması. İzin almak için telefonla arıyorum. "Hı" diyerek telefonu açtıktan sonra ben; "Başkan bey, şu iş için izin isteyecektim" der demez. "Tamam git" diyor. Diğerleri izin isterken onlara "ne yapacaksın? ne zaman gideceksin? ne zaman geleceksin?" sorularını sorarken bana sormuyor... Bana bu torpilinin nedeni ne ola ki? Hangi ara bu kadar güvendi veya bu kadar korktu! anlamadım.Çarşamba gece 11 sularında otobüse bindim. Bana sattıkları koltuğu başka bir çiftede sattıkları için otobüste hafif bir kargaşa oldu. Otobüste yaşanan bu karmaşaya o kadar çok şahit oldum ki artık önemsemiyorum bile.. Koltuk numaram 21 iken şoför yirmi bir rakamının birini kalemle karalayıp beni iki numaraya oturtuyor. Şoförün arkasındayım... Gece biz uyurken şoför sigara yakıyor. Derin derin öksürüp sigaradan rahatsız olduğumu anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyor. Bir saat sonra tekrar bir sigara yakıyor. Kapalı mekanlarda sigara içilmemesi gerektiğini söylemeliyim ama şimdi değil deyip sabrediyorum. Şehir merkezine vardığımızda şoför beyle konuşup yeni yasa hakkında biraz bilgi verip biraz daha dikkat etmesi gerektiğini söylüyorum. Teşekkür edip yanından ayrılıyorum. 6 saat gibi bir yolculuktan sonra araç değiştirip yola devam ediyorum. Bir saat daha yol gitmem gerek. Benim gibi bayram için başka şehirlerden gelen insanlarla birlikte transit tarzında bir araca biniyoruz. Herkesin benimkisi gibi çek çekli bavulu var. Önceden omuzlarımda taşıdığım bavullardan kurtulduğum için sevinçliyim. Ne zordu onları taşıması... Transite bavullarımız sığmadığından şoför ilk önce yolcuları oturtturuyor ve araçta yanda kalan boşluğa bavullarımızı koyuyor. Bavulların en üstüne ise mavi bir sepetin içine konulmuş iki ördek koydu. Hava karanlık olduğundan ördekleri tavuk sandım. Yanımda oturan iki bayanda benim gibi ördekleri tavuk sanıp kuş gribi üstüne espri yapıp gülüşmeye başlıyorlar. "Onlar tavuk değil ördek!" diye düzelttiğim bayanın yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi beliriyor. Ardından "Kuş gribi gündemimizde değil, şu aralar Domuz gribi gündemimizde" deyip konuşmalarına bende ortak oluyorum. Yol sisli. Hiç bir yeri göremiyorum. Güneş, ay gibi sislerin arkasından görünüyor. Güneşe gözlerim kamaşmadan bakabilmenin tadını çıkartıp uzun uzun güneşi seyrediyorum. Gerçi etrafta sis nedeniyle güneşten başka seyredebilecek hiç bir şey görünmüyor. Hava aydınlanmaya başladıkça ördeklerde bir canlılık hasıl oluyor. Ayağının altında ki poşeti gagasıyla hareket ettiren ördeğin gagasından "tak tak!" poşetten ise "hışır hışır!" sesler çıkıyor. Bir saatlik yolculuğun ardından memleketime varıyorum.
Terminalde her zaman beni karşılayan babam bu sefer yok!. Ne zaman memlekete gelsem beni karşılayan ve uğurlayan babamın yokluğunun acısı canımı acıtıyor. İçim buruk ve endişeliyim. Hava soğuk ve sisli. Üşüyorum da... Terminalde beni bekleyen kimsenin olmaması üzerine evimize en yakın olan yerde arabayı durduruyorum. Arkada en altta duran bavulumun üstünden şoför diğer bavulları ve ördekleri indiriyor. Bavulumu elime aldıktan sonra arabanın içindekilere doğru "İyi bayramlar" diyerek çek çekli bavulum ve ben sislerin arasından evime doğru ilerlemeye başlıyorum. Sabahın sessizliğini bavulumun çekerken ki çıkardığı ses bozuyor. Ortalarda kimsecikler yok! Durup çantamdan çıkarttığım beremi kafama takıyorum. Memleketimde ki soğuğun insanı nasıl da bıçak gibi kestiğini unutmuşum... Bavulun çıkarttığı sesi duyan bir sokak köpeği bana meraklı gözlerle bakıyor. Bakmakla yetinmeyen köpek birazdan beni takip etmeye başlıyor.
Nihayet evime varıyorum. Kapıyı açan anneme sarılıyorum. Her gelmemde biraz daha çöken, biraz daha yaşlanan ve biraz daha yalnızlığa gömülen annemi gördüğümde içim burkuluyor. Tarifi olmayan acılar yaşıyorum....
Buruk bir bayramdı. Başka şehirlerde yaşayan abim, kızkardeşim tatilin kısa olması nedeniyle gelmediler. Odunum ise bir yerde iş bulmuş sabah evden çıkıp gece 12'de eve geliyordu. Annemle baş başa bir bayram geçirdik. Annemle ziyaret ettiğimiz tanıdıklardan ise mikrop kapıyorum, şu anda da hala hastayım.Bayramın üçüncü günü hapishaneden yeni çıkmış; insanların evini, malını mülkünü nasıl dolandırarak, insanlardan faizle nasıl para koparttığı hikayelerini dinlediğim tefeci adamla eniştemin dükkanında buluştum. Babam ölmeden önce bu adamdan borç para almış, babamın ölümü üstüne borç verdiği parayı tahsil edebilmek için kendisi hapishanede iken karısını ve kızını bizim eve gönderip annemden parayı isteyen adam; hapishaneden çıktıktan sonra yolda rastladığı halama, dükkanına gidip söylediği enişteme de bu borcu söyleyip sülalemizde duymayan adam bırakmamıştı. Memlekette bu borç olayı yüzünden annemin canı sıkıldıkça bende çalıştığım şehirde afakanlar geçiriyordum. Şu adamın derdi neymiş hele birde ben dinleyeyim dedim. Bayramın birinci ve ikinci günü ise eve bayramlaşmaya gelen akrabalar sağolsunlar adamın nasıl insanların zor durumlarından yararlanarak zengin olduğunu anlatıp durdular. Bu tefecinin oğluda bir cinayete kurban gitmişti. Adam hakkında o kadar çok hikaye anlatmışlardı ki bu adamdan yakamızı nasıl kurtaracağımızı kara kara düşünmeye başlamıştım. Adamla yüzyüze görüşmeden cep telefonuyla görüşme çabalarımda sonuç vermemişti. Cep ve iş yeri telefon numaralarını değiştirmişti. Yüz yüze konuşmaktan başka çare yoktu.
Eniştemin haber verdiği adam ile saat bir sularında buluştuk. Nerede ve nasıl borç para verdiğini anlatan adam babama itimat ettiği ve güvendiği için senet düzenlemediğini söylüyordu. Borcu verdiğine dair şahit de gösteremeyen adam kendisinin bu paraya ihtiyacı olmadığını söylüyor babama borç para verdiğine dair yeminler ediyordu. Paraya ihtiyacı olmayacak kadar durumu iyi olan ama her ne hikmetse bu parayı alabilmek için evimize karısını-kızını yollayan adam şimdide karşıma geçmiş dil döküyordu!. "Resmi olarak borç verdiğinizi gösteremiyorsunuz, sizi tanımam bilmem. Ben olsam size bu parayı vermem ama konuyu kardeşlerimle de konuşmam gerek" deyip konuşmaya son noktayı koydum. Adam gittikten sonra "bu adam bu borç için buraya gelecek adam değil, buraya geldiyse babana borç para vermiştir, ödemezseniz canınızı sıkar, bu parayı ödeyin" diyen eniştemin lafıyla borcu ödemeye karar verdik.
Maddi konularda rahat yüzü görmeyeceğime bu olaydan sonra emin oldum... İşin iyi tarafıda var tabi... Para konularına önceki kadar üzülmüyorum... Önceden vefasızlık ve nankörlük karşısında veryansın eden ben, artık olayları kabul ediyor üstünde çok durmadan yoluma devam ediyorum.... Olayların beni çok yıpratmasına izin vermiyorum. Sanırım ben gittikçe büyüyor ve güçleniyorum... Diğer iyi tarafı ise ;yaşadığım bu olaylar kimin insan, kimin insan görünümlü insan! olduğunu gösteriyor bana.
Ben insan olmayı seçiyorum... Sizin gibi olmayacağım insan görünümlü insanlar!!!
(Önceki yazımın sonunda nikahla ilgili olan bölümü ve yorumları Arzu Pınar'ın yorumu üzerine kaldırıyorum. Yanlışta olsa bir şey yaptım ve sonuçlarına hazırım. Yine de şimdilik gizli kalması daha doğru...)

2 Aralık 2009 Çarşamba

Nikahta keramet var mı?


Bayram için memlekete gittim. Bu ay o kadar çok yolculuk yaptım ki... Seyyah ünvanını hak ediyorum galiba...
Arife günü yarım günlük mesai için bizim başkandan izin aldım. Adamın en çok sevdiğim huyu bana izin almamda hiç sıkıntı yaşatmaması. İzin almak için telefonla arıyorum. "Hı" diyerek telefonu açtıktan sonra ben; "Başkan bey, şu iş için izin isteyecektim" der demez. "Tamam git" diyor. Diğerleri izin isterken onlara "ne yapacaksın? ne zaman gideceksin? ne zaman geleceksin?" sorularını sorarken bana sormuyor... Bana bu torpilinin nedeni ne ola ki? Hangi ara bu kadar güvendi veya bu kadar korktu! anlamadım.
Çarşamba gece 11 sularında otobüse bindim. Bana sattıkları koltuğu başka bir çiftede sattıkları için otobüste hafif bir kargaşa oldu. Otobüste yaşanan bu karmaşaya o kadar çok şahit oldum ki artık önemsemiyorum bile.. Koltuk numaram 21 iken şoför yirmi bir rakamının birini kalemle karalayıp beni iki numaraya oturtuyor. Şoförün arkasındayım... Gece biz uyurken şoför sigara yakıyor. Derin derin öksürüp sigaradan rahatsız olduğumu anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyor. Bir saat sonra tekrar bir sigara yakıyor. Kapalı mekanlarda sigara içilmemesi gerektiğini söylemeliyim ama şimdi değil deyip sabrediyorum. Şehir merkezine vardığımızda şoför beyle konuşup yeni yasa hakkında biraz bilgi verip biraz daha dikkat etmesi gerektiğini söylüyorum. Teşekkür edip yanından ayrılıyorum. 6 saat gibi bir yolculuktan sonra araç değiştirip yola devam ediyorum. Bir saat daha yol gitmem gerek. Benim gibi bayram için başka şehirlerden gelen insanlarla birlikte transit tarzında bir araca biniyoruz. Herkesin benimkisi gibi çek çekli bavulu var. Önceden omuzlarımda taşıdığım bavullardan kurtulduğum için sevinçliyim. Ne zordu onları taşıması... Transite bavullarımız sığmadığından şoför ilk önce yolcuları oturtturuyor ve araçta yanda kalan boşluğa bavullarımızı koyuyor. Bavulların en üstüne ise mavi bir sepetin içine konulmuş iki ördek koydu. Hava karanlık olduğundan ördekleri tavuk sandım. Yanımda oturan iki bayanda benim gibi ördekleri tavuk sanıp kuş gribi üstüne espri yapıp gülüşmeye başlıyorlar. "Onlar tavuk değil ördek!" diye düzelttiğim bayanın yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi beliriyor. Ardından "Kuş gribi gündemimizde değil, şu aralar Domuz gribi gündemimizde" deyip konuşmalarına bende ortak oluyorum. Yol sisli. Hiç bir yeri göremiyorum. Güneş, ay gibi sislerin arkasından görünüyor. Güneşe gözlerim kamaşmadan bakabilmenin tadını çıkartıp uzun uzun güneşi seyrediyorum. Gerçi etrafta sis nedeniyle güneşten başka seyredebilecek hiç bir şey görünmüyor. Hava aydınlanmaya başladıkça ördeklerde bir canlılık hasıl oluyor. Ayağının altında ki poşeti gagasıyla hareket ettiren ördeğin gagasından "tak tak!" poşetten ise "hışır hışır!" sesler çıkıyor. Bir saatlik yolculuğun ardından memleketime varıyorum.
Terminalde her zaman beni karşılayan babam bu sefer yok!. Ne zaman memlekete gelsem beni karşılayan ve uğurlayan babamın yokluğunun acısı canımı acıtıyor. İçim buruk ve endişeliyim. Hava soğuk ve sisli. Üşüyorum da... Terminalde beni bekleyen kimsenin olmaması üzerine evimize en yakın olan yerde arabayı durduruyorum. Arkada en altta duran bavulumun üstünden şoför diğer bavulları ve ördekleri indiriyor. Bavulumu elime aldıktan sonra arabanın içindekilere doğru "İyi bayramlar" diyerek çek çekli bavulum ve ben sislerin arasından evime doğru ilerlemeye başlıyorum. Sabahın sessizliğini bavulumun çekerken ki çıkardığı ses bozuyor. Ortalarda kimsecikler yok! Durup çantamdan çıkarttığım beremi kafama takıyorum. Memleketimde ki soğuğun insanı nasıl da bıçak gibi kestiğini unutmuşum... Bavulun çıkarttığı sesi duyan bir sokak köpeği bana meraklı gözlerle bakıyor. Bakmakla yetinmeyen köpek birazdan beni takip etmeye başlıyor.

Nihayet evime varıyorum. Kapıyı açan anneme sarılıyorum. Her gelmemde biraz daha çöken, biraz daha yaşlanan ve biraz daha yalnızlığa gömülen annemi gördüğümde içim burkuluyor. Tarifi olmayan acılar yaşıyorum.
...

Buruk bir bayramdı. Başka şehirlerde yaşayan abim, kızkardeşim tatilin kısa olması nedeniyle gelmediler. Odunum ise bir yerde iş bulmuş sabah evden çıkıp gece 12'de eve geliyordu. Annemle baş başa bir bayram geçirdik. Annemle ziyaret ettiğimiz tanıdıklardan ise mikrop kapıyorum, şu anda da hala hastayım.

Bayramın üçüncü günü hapishaneden yeni çıkmış; insanların evini, malını mülkünü nasıl dolandırarak, insanlardan faizle nasıl para koparttığı hikayelerini dinlediğim tefeci adamla eniştemin dükkanında buluştum. Babam ölmeden önce bu adamdan borç para almış, babamın ölümü üstüne borç verdiği parayı tahsil edebilmek için kendisi hapishanede iken karısını ve kızını bizim eve gönderip annemden parayı isteyen adam; hapishaneden çıktıktan sonra yolda rastladığı halama, dükkanına gidip söylediği enişteme de bu borcu söyleyip sülalemizde duymayan adam bırakmamıştı. Memlekette bu borç olayı yüzünden annemin canı sıkıldıkça bende çalıştığım şehirde afakanlar geçiriyordum. Şu adamın derdi neymiş hele birde ben dinleyeyim dedim. Bayramın birinci ve ikinci günü ise eve bayramlaşmaya gelen akrabalar sağolsunlar adamın nasıl insanların zor durumlarından yararlanarak zengin olduğunu anlatıp durdular. Bu tefecinin oğluda bir cinayete kurban gitmişti. Adam hakkında o kadar çok hikaye anlatmışlardı ki bu adamdan yakamızı nasıl kurtaracağımızı kara kara düşünmeye başlamıştım. Adamla yüzyüze görüşmeden cep telefonuyla görüşme çabalarımda sonuç vermemişti. Cep ve iş yeri telefon numaralarını değiştirmişti. Yüz yüze konuşmaktan başka çare yoktu.
Eniştemin haber verdiği adam ile saat bir sularında buluştuk. Nerede ve nasıl borç para verdiğini anlatan adam babama itimat ettiği ve güvendiği için senet düzenlemediğini söylüyordu. Borcu verdiğine dair şahit de gösteremeyen adam kendisinin bu paraya ihtiyacı olmadığını söylüyor babama borç para verdiğine dair yeminler ediyordu. Paraya ihtiyacı olmayacak kadar durumu iyi olan ama her ne hikmetse bu parayı alabilmek için evimize karısını-kızını yollayan adam şimdide karşıma geçmiş dil döküyordu!. "Resmi olarak borç verdiğinizi gösteremiyorsunuz, sizi tanımam bilmem. Ben olsam size bu parayı vermem ama konuyu kardeşlerimle de konuşmam gerek" deyip konuşmaya son noktayı koydum. Adam gittikten sonra "bu adam bu borç için buraya gelecek adam değil, buraya geldiyse babana borç para vermiştir, ödemezseniz canınızı sıkar, bu parayı ödeyin" diyen eniştemin lafıyla borcu ödemeye karar verdik.

Asıl haber ise salı sabahı evlenmem. Arife günü sabah evlilik için gerekli belgeleri verdiğimiz evlendirme dairesinde ki bayana başka ilde görev yaptığım ve iznimin olmadığı gerekçesiyle bizim işlemlere öncelik vermesini rica ettik. Oda sağolsun bizi kırmayıp salı sabahı için gelip nikahımızın kıyılabileceğini söylediğinde bir "oh be!" dedim. Benim başkanı telefonla arayıp salı günü için izin aldığım da daha da rahatladım. Tamam her aramamda başkan sağolsun izin veriyor fakat bu sefer ya hayır derse? Benim bütün planlarım alt üst olacaktı. Salı sabahı saat 8'de Ferhat'la nikah dairesinin kapısındaydık. Benim şahidim belediyenin hizmetlisi, Ferhat'ın ise belediyenin önünde ki ayakkabı boyacısıydı. İmzaları attıktan ve evlilik cüzdanını aldıktan sonra saat 08:30 da arabaya binmiş saat 4'te ise işe gitmiştim. İzin almama rağmen işe gitmem başkanın hoşuna gitti.
Ferhat ve bu nikah nerden çıktı diye sorarsanız eğer.. Ferhat benim dostum ve çok güvendiğim bir insandır. Bu nikahı ise tayinimi memleketime aldırabilmek için yaptık. Kimsenin haberi yok!!. Annemin bile.. Haberi olsa kimse müsade etmezdi. Hele annem canıma okur... Ama ben bunu annem için yaptım. Babamın vefatından sonra iyice kötüleşen annemin yanında onu anlayan birisi olmalı. Şu tefeci olayında ise akrabaların hiç birisinden hayır gelmeyeceğini iyice anladım. Anneme destek olmak yerine onu yıpratan bu akraba adı verilen psikolojik canavarlardan onu korumam gerek. Yoksa kadın kafayı yiyecek...

Yine kendi başıma bir karar verdim ve uyguladım... Sözleşmeli devlet memuru atanmaya başlayalı insanlar tayinlerini aldırabilmek için böyle kağıt üstünde nikah kıyıp tayinlerini yaptırır oldu. Bu olayın çok yapıldığını duyuyordum. Arada bende yapsam diye bile düşündüğüm oluyordu. Şu an yaptığıma ise inanamıyorum. İnsanların istediği yerde istediği gibi çalışabilme hakkını ellerinden alırsan onlarda bu haklarını gayrı ihtiyarı yollardan yine yapacak. Gayrı ihtiyaride olsa hakkımı alabilmek için böyle bir yola başvurdum a dostlar... Yarın ise evlilik nedeniyle tayin hakkımı kullanmak için başvuracağım. Dua edin bana... Nikahta keramet varmış... Var mı, yok mu yakında görürüz...

İç ses: Artık ben bile birşey diyemiyorum...