Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

4 Aralık 2009 Cuma

Tefeci..


Bayram için memlekete gittim. Bu ay o kadar çok yolculuk yaptım ki... Seyyah ünvanını hak ediyorum galiba...Arife günü yarım günlük mesai için bizim başkandan izin aldım. Adamın en çok sevdiğim huyu bana izin almamda hiç sıkıntı yaşatmaması. İzin almak için telefonla arıyorum. "Hı" diyerek telefonu açtıktan sonra ben; "Başkan bey, şu iş için izin isteyecektim" der demez. "Tamam git" diyor. Diğerleri izin isterken onlara "ne yapacaksın? ne zaman gideceksin? ne zaman geleceksin?" sorularını sorarken bana sormuyor... Bana bu torpilinin nedeni ne ola ki? Hangi ara bu kadar güvendi veya bu kadar korktu! anlamadım.Çarşamba gece 11 sularında otobüse bindim. Bana sattıkları koltuğu başka bir çiftede sattıkları için otobüste hafif bir kargaşa oldu. Otobüste yaşanan bu karmaşaya o kadar çok şahit oldum ki artık önemsemiyorum bile.. Koltuk numaram 21 iken şoför yirmi bir rakamının birini kalemle karalayıp beni iki numaraya oturtuyor. Şoförün arkasındayım... Gece biz uyurken şoför sigara yakıyor. Derin derin öksürüp sigaradan rahatsız olduğumu anlatmaya çalışıyorum ama anlamıyor. Bir saat sonra tekrar bir sigara yakıyor. Kapalı mekanlarda sigara içilmemesi gerektiğini söylemeliyim ama şimdi değil deyip sabrediyorum. Şehir merkezine vardığımızda şoför beyle konuşup yeni yasa hakkında biraz bilgi verip biraz daha dikkat etmesi gerektiğini söylüyorum. Teşekkür edip yanından ayrılıyorum. 6 saat gibi bir yolculuktan sonra araç değiştirip yola devam ediyorum. Bir saat daha yol gitmem gerek. Benim gibi bayram için başka şehirlerden gelen insanlarla birlikte transit tarzında bir araca biniyoruz. Herkesin benimkisi gibi çek çekli bavulu var. Önceden omuzlarımda taşıdığım bavullardan kurtulduğum için sevinçliyim. Ne zordu onları taşıması... Transite bavullarımız sığmadığından şoför ilk önce yolcuları oturtturuyor ve araçta yanda kalan boşluğa bavullarımızı koyuyor. Bavulların en üstüne ise mavi bir sepetin içine konulmuş iki ördek koydu. Hava karanlık olduğundan ördekleri tavuk sandım. Yanımda oturan iki bayanda benim gibi ördekleri tavuk sanıp kuş gribi üstüne espri yapıp gülüşmeye başlıyorlar. "Onlar tavuk değil ördek!" diye düzelttiğim bayanın yüzünde hafif bir şaşkınlık ifadesi beliriyor. Ardından "Kuş gribi gündemimizde değil, şu aralar Domuz gribi gündemimizde" deyip konuşmalarına bende ortak oluyorum. Yol sisli. Hiç bir yeri göremiyorum. Güneş, ay gibi sislerin arkasından görünüyor. Güneşe gözlerim kamaşmadan bakabilmenin tadını çıkartıp uzun uzun güneşi seyrediyorum. Gerçi etrafta sis nedeniyle güneşten başka seyredebilecek hiç bir şey görünmüyor. Hava aydınlanmaya başladıkça ördeklerde bir canlılık hasıl oluyor. Ayağının altında ki poşeti gagasıyla hareket ettiren ördeğin gagasından "tak tak!" poşetten ise "hışır hışır!" sesler çıkıyor. Bir saatlik yolculuğun ardından memleketime varıyorum.
Terminalde her zaman beni karşılayan babam bu sefer yok!. Ne zaman memlekete gelsem beni karşılayan ve uğurlayan babamın yokluğunun acısı canımı acıtıyor. İçim buruk ve endişeliyim. Hava soğuk ve sisli. Üşüyorum da... Terminalde beni bekleyen kimsenin olmaması üzerine evimize en yakın olan yerde arabayı durduruyorum. Arkada en altta duran bavulumun üstünden şoför diğer bavulları ve ördekleri indiriyor. Bavulumu elime aldıktan sonra arabanın içindekilere doğru "İyi bayramlar" diyerek çek çekli bavulum ve ben sislerin arasından evime doğru ilerlemeye başlıyorum. Sabahın sessizliğini bavulumun çekerken ki çıkardığı ses bozuyor. Ortalarda kimsecikler yok! Durup çantamdan çıkarttığım beremi kafama takıyorum. Memleketimde ki soğuğun insanı nasıl da bıçak gibi kestiğini unutmuşum... Bavulun çıkarttığı sesi duyan bir sokak köpeği bana meraklı gözlerle bakıyor. Bakmakla yetinmeyen köpek birazdan beni takip etmeye başlıyor.
Nihayet evime varıyorum. Kapıyı açan anneme sarılıyorum. Her gelmemde biraz daha çöken, biraz daha yaşlanan ve biraz daha yalnızlığa gömülen annemi gördüğümde içim burkuluyor. Tarifi olmayan acılar yaşıyorum....
Buruk bir bayramdı. Başka şehirlerde yaşayan abim, kızkardeşim tatilin kısa olması nedeniyle gelmediler. Odunum ise bir yerde iş bulmuş sabah evden çıkıp gece 12'de eve geliyordu. Annemle baş başa bir bayram geçirdik. Annemle ziyaret ettiğimiz tanıdıklardan ise mikrop kapıyorum, şu anda da hala hastayım.Bayramın üçüncü günü hapishaneden yeni çıkmış; insanların evini, malını mülkünü nasıl dolandırarak, insanlardan faizle nasıl para koparttığı hikayelerini dinlediğim tefeci adamla eniştemin dükkanında buluştum. Babam ölmeden önce bu adamdan borç para almış, babamın ölümü üstüne borç verdiği parayı tahsil edebilmek için kendisi hapishanede iken karısını ve kızını bizim eve gönderip annemden parayı isteyen adam; hapishaneden çıktıktan sonra yolda rastladığı halama, dükkanına gidip söylediği enişteme de bu borcu söyleyip sülalemizde duymayan adam bırakmamıştı. Memlekette bu borç olayı yüzünden annemin canı sıkıldıkça bende çalıştığım şehirde afakanlar geçiriyordum. Şu adamın derdi neymiş hele birde ben dinleyeyim dedim. Bayramın birinci ve ikinci günü ise eve bayramlaşmaya gelen akrabalar sağolsunlar adamın nasıl insanların zor durumlarından yararlanarak zengin olduğunu anlatıp durdular. Bu tefecinin oğluda bir cinayete kurban gitmişti. Adam hakkında o kadar çok hikaye anlatmışlardı ki bu adamdan yakamızı nasıl kurtaracağımızı kara kara düşünmeye başlamıştım. Adamla yüzyüze görüşmeden cep telefonuyla görüşme çabalarımda sonuç vermemişti. Cep ve iş yeri telefon numaralarını değiştirmişti. Yüz yüze konuşmaktan başka çare yoktu.
Eniştemin haber verdiği adam ile saat bir sularında buluştuk. Nerede ve nasıl borç para verdiğini anlatan adam babama itimat ettiği ve güvendiği için senet düzenlemediğini söylüyordu. Borcu verdiğine dair şahit de gösteremeyen adam kendisinin bu paraya ihtiyacı olmadığını söylüyor babama borç para verdiğine dair yeminler ediyordu. Paraya ihtiyacı olmayacak kadar durumu iyi olan ama her ne hikmetse bu parayı alabilmek için evimize karısını-kızını yollayan adam şimdide karşıma geçmiş dil döküyordu!. "Resmi olarak borç verdiğinizi gösteremiyorsunuz, sizi tanımam bilmem. Ben olsam size bu parayı vermem ama konuyu kardeşlerimle de konuşmam gerek" deyip konuşmaya son noktayı koydum. Adam gittikten sonra "bu adam bu borç için buraya gelecek adam değil, buraya geldiyse babana borç para vermiştir, ödemezseniz canınızı sıkar, bu parayı ödeyin" diyen eniştemin lafıyla borcu ödemeye karar verdik.
Maddi konularda rahat yüzü görmeyeceğime bu olaydan sonra emin oldum... İşin iyi tarafıda var tabi... Para konularına önceki kadar üzülmüyorum... Önceden vefasızlık ve nankörlük karşısında veryansın eden ben, artık olayları kabul ediyor üstünde çok durmadan yoluma devam ediyorum.... Olayların beni çok yıpratmasına izin vermiyorum. Sanırım ben gittikçe büyüyor ve güçleniyorum... Diğer iyi tarafı ise ;yaşadığım bu olaylar kimin insan, kimin insan görünümlü insan! olduğunu gösteriyor bana.
Ben insan olmayı seçiyorum... Sizin gibi olmayacağım insan görünümlü insanlar!!!
(Önceki yazımın sonunda nikahla ilgili olan bölümü ve yorumları Arzu Pınar'ın yorumu üzerine kaldırıyorum. Yanlışta olsa bir şey yaptım ve sonuçlarına hazırım. Yine de şimdilik gizli kalması daha doğru...)

2 yorum:

  1. Sevgili Hacecan,
    Aslında çok zor bir durum. Açıklaması olmayan bir borç, olmuştur belki tamam da miktarını kendisi koyacak. Gel çık işin içinden.
    Vermeseniz hiç bir şekilde alamaz, alamaz da orada anneni huzursuz eder. Verseniz ne kadar? doğrumu söylesiği acaba. Yani zor canım.
    Babansız ilk bayramın! okurken içim burkuldu.
    Dilerim doğruluğunuzun karşılığını bulursunuz.
    SEvgiler...

    YanıtlaSil
  2. Bence bu işin altında başka işler var ancak, el yazmaya varmıyor...:!!
    Yalnız diyeceğim o dur ki " Kurta ensen niye kalın diye sormuşlar.! Kendi işimi kendim görürümde ondan demiş.!"

    Benim diyeceğim bu kadar..

    Geçmiş olsun...

    YanıtlaSil

Yorumlarınızı Bekliyorum