Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

26 Nisan 2023 Çarşamba

Taciz

 


İlk tecavüz mü taciz mi girişimi mi olduğunu anlayamadığım olaya 3-4 yaşlarında iken  maruz kaldım. Annem inşaat halinde ki evimizin bahçesinde çalışıyordu. Ben, abim ve kız kardeşim oyun oynuyorduk. Sıfatını hayal meyal hatırladığım 16-18 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bana göre kocaman bir adam bizi inşaata çağırmıştı. Abim ve kız kardeşime para verip onları sakız almak için bakkala göndermiş beni de inşaat halinde ki evin banyosuna götürmüştü. Adam pantolonunun kemerini çözmekle uğraşıyorken içimden bir ses oradan hemen kaçmam gerektiğini söyledi ve kaçtım. Bahçede çalışan annemin arkasına saklandım. Orada yaşanmak üzere olan olaydan kıl payı kurtulmuştum. Ancak bu olayın etkilerini ömür boyu üzerimde hissettim.

İlk okulda koca koca adamların bana olan şehvetli bakışlarını hissediyordum. Hesap soracak kimsem olmasa benim üzerimde her türlü fantezisini gerçekleştireceğini adım gibi eminim şu an. Yine ilk okulda bir okul gezisinde parkta bir adam çocukları sıra ile salıncağa bindiriyor ve çocukları sallıyordu. Bir arkadaşın o adamın çocukların poposuna ellediğini söylediğini hatırlıyorum. Çocukların poposuna o adamın nasıl bir niyetle ellediğini ben anlamamıştım ama arkadaşım anlamıştı. Arkadaşın taciz konusunda  ailesi tarafından daha önce nasihat dinlediği belliydi.

Ortaokulda matematik öğretmenimiz tam bir sapıktı. Kız öğrencileri masasına yanına çağırır uygunsuz sorular sorar ardından pis pis sırıtırdı. Öğretmen demek istemediğim o adamın ailesinde ki kadınlar kara çarşaflı dinidar insanlardı. Öğretmenimiz, büyüğümüz diye itiraz edemezdik ona.

Lise yıllarında okuldan gelirken motorsiklet ile yanımdan geçen adam, ayağıyla dötüme tekme attıktan sonra hiç bir şey olmamış gibi yoluna devam etmişti. Bende bir şey olmamış, bu olay yaşanmamış gibi davranmıştım.

Üniversite de staj yapmak için gittiğim esirgeme kurumunda engelli bir çocuk görmüştüm. Öz babası tarafından tecavüze uğrayan kadın tarafından dünyaya gelen bu engelli çocuğa kurum sahip çıkmıştı. Kız kardeşim de çalıştığı kurumda aynı şekilde başka bir olaya şahit oldu. Genele vurduğumda öz babası tarafından tecavüze uğrayıp çocuk doğurmak zorunda kalan kadınların toplumda hiç de az olmadığı sonucuna varıyorum.   

Üniversite de iken tıkış tıkış olan toplu taşımada penisini dötüme dayayan adama itiraz bile edemedim. Nasıl hayır diyeceğim öğretilmeden yetiştirildiğim için bu taciz karşısında tepki verememiş, rızam varmış gibi algılayan adam tacizini yol boyunca devam ettirmişti. Tamda babası tarafından oruspu muamelesi gören bir çocuğa göre davranmıştım! Bu olayı da hiç yaşanmamış gibi davranmıştım. Tacizci muhtemelen benim rızam olduğumdan tepki vermediğimi sanıyordu. Ancak tepki verecek bir alt yapım yoktu ki. İtiraz edemezdim hiçbir şeye. Yok saydığım o olay karşısında içimde ki ses hiç susmadı. O olaydan dolayı içimde oluşan tiksinti duygusundan yeni yeni arındım.  Tecavüz davalarında rızası var denildiğinde hep bu olay aklıma gelir. Hayır diyemeyen birinin sessiz kalması rıza göstermiş olduğu anlamına mı geliyor? Tecavüz davalarına erkek değil kadın hakimler bakmalı. Erkek hakimler şeytana uyan! erkek ile empati yapabilir sadece, sessiz kalan bir kadınla empati yapabilmesi mümkün değil! Erkek hakimlerin yetiştiği toplumun yapısı,  sessiz kalan kadınla empati yapabilmesinin önünde büyük bir engel. Kendini ifade etme konusunda sürekli desteklenerek yetişmiş erkeklerin baskılanarak, aşağılanarak yetiştirilen kadınları anlaması İM-KAN-SIZ. Doğum yapmadığınız içinde anneliği anlayamıyorsunuz beyler!!!

Doğuda görev yaptığım yıl, 3 arkadaş yolda yürürken yanımdan geçen adam eliyle dötüme ellemişti. Yanımda bir erkek arkadaşta vardı üstelik.  Tacize uğradığınızda içinizde kendini kötü hissettiren bir tarafınız ve bunu sürekli dile getiren bir iç ses oluyor. Bu sese karşı tepkisiz kalmanız o sesin uzun yıllar çığlık atmasına neden oluyor. Artık işim gücüm vardı, beni baskılayan, oruspu muamelesi gösteren alkolik babam yanımda yoktu. Bambaşka bir ortamda bambaşka bir şekilde davranabileceğimi keşfetmiştim. Bu adam beni taciz etti diye bağırmaya başladım. Adam kendini savunmaya geçti hemen. Yürü karakola gidiyoruz dedim. Şikayetçiyim senden. Bu adam yolun ortasında bana bunu yapabiliyorsa ıssız yerde ki çocuklara bu sapik neler yapıyordur kim bilir diye bağırıyordum. Öfke ve sinirden kıpkırmızı olmuş kendimi kontrol edemiyor, bağırıyordum. 3-4 yaşlarında ki yaşadığım taciz olayının içimde biriktirdiği öfke gün yüzüne çıkmış o olayın hesabını başka bir adamdan sormuştum. Benden böyle bir tepki gelebileceğini ben bile bilmiyordum. İçimde yıllarca bastırdığım o asi Haccecan hortlamıştı sanki. Bir güzel bağırıp, çağırıp adamı orada rezil ettim. O adam  artık taciz etmeden önce bir kez daha düşünmek zorunda kalacaktı. Taciz esnasında yanımda bulunan erkek arkadaş tepki göstermesini beklerken, tacize karşı tepkisiz kalıp beni susturma yolunu seçmişti. Yolumuza devam edelim gibi söylemlerde bulunmuştu. Ona da ayrıca kırılmıştım. Sonra içimde onu affettim tabi. O da "yokmuş gibi davranmayı" öğrendiğinden öyle davranmıştı. Ben de öyle yetişmiştim.  Hepimiz bize öğretilen doğru sandığımız konuları  deneyimleyecek hayat senaryolarını yaşıyorduk. Doğru hayat tecrübesini edinmişsek o konuda azat ediliyorduk. Yoksa benzer olayları yaşamaya devam ediyorduk.   

O günden sonra tacize uğradığımı hatırlamıyorum. Evren, Yaratıcı ne derseniz deyin bir konuda zayıf ve güçsüzseniz o konuda güçlenmeniz için benzer benzer olayları tekrar tekrar karşınıza çıkartıyordu. Son dakika hatırlaması; geçen sene yürüyüş esnasında bir evin önünden geçerken balkondan bir adam gayet kibar bir şekilde evde bir şeyler ikram edebileceğini söyleyerek beni evine davet etmişti.  Bende gayet nazik bir şekilde “yürüyeceğim” cevabını vermiştim. Daveti için teşekkür ettim birde. Adam hakkında ilk izlenimim fazla iyi niyetli olduğuydu. Belki de zeka sorunu vardı. Ardından biraz düşününce teklifini fazlaca cesur buldum. Bekar iken de böyle teklifler gelirdi. Yüzümü asar cevap vermeden yanından uzaklaşırdım. Adamın evine davet etmesi olayını Yanımda ki ile paylaşmadım. Taciz diyemeyeceğim nazik bir davet olarak kabul ediyorum bu olayı!  

Bir arkadaşımın 3-4 yaşlarında ki oğlu, kapı komşusu tarafından taciz edildi. Arkadaşım çocuğunu, adamın kucağında  adamı  git gel hareketleri yaparken görmüştü. Torunları olan 60 yaşını aşkın tacizci adamla mahkemelik oldular. Arkadaşım ve çocuğu o olayın yaşattığı travmayı atlatamadılar. Psikolojik tedavi gördüler uzunca bir süre. Adamın ailesi toplumda utanılacak hale düşmemek için olayı red etti. Arkadaşıma iftiracı dediler. Adamın arkasında durdular. Adam şu an hapiste.  Hapse düştükten sonra ailesi dükkanları kapatıp buradan ayrıldılar. Benzer bir olayda baba memleketinde ki komşumuzun çocuğunun başına geldi. Evin önünde oynayan çocuk ortadan kayboldu. Aramalar sonucunda ıssız bir yerde buldular. Bir kişi üzerinde her türlü emelleri gerçekleştirip öylece bırakıp gitmişti çocuğu. Çocuk şu an yaşayan ölü gibi... 

Bekar iken tanıdığım 5-6 yaşlarında ki kız çocuğu vardı. Ailesi bilinçli bir aileydi. Toplumda ki ensest, taciz ve tecavüz konularında bilinçli, eğitimli bir anneye sahipti. O kız çocuğuna vücudunun kendisine ait olduğu, kendisi istemezse kimsenin ona dokunamayacağı öğretilmişti. Kendi isteği olmadan kendisine dokunmaya çalışanların ellerini ani bir hareketle iterdi.  Çocukken fazlaca içine kapanık ve asık suratlı bulduğum kız çocuğu şu an Amerika’da. İnstigram hesabından takip ediyorum onu. Bikinisiyle erkeklerle plaj voleybolu oynuyor, en çılgın dans gösterilerinde dans edebilen acayip güzel, seksi, bakımlı ve çekici bir kadın olmuştu  artık. Çocukken kendine ne niyetle yaklaşıldığını bilmediği bir ortamda herkesten uzak durarak kendini koruması öğretilmişti ki bence de doğru olan şey bu.  Çocukken bana da yabancılar çağırırsa sakın gitme veya kimsenin kucağına oturma veya yabancıların sana dokunmasına izin verme gibi nasihatlerle büyüseymişim belki bende  asık suratlı, soğuk olarak algılanan bir çocukluk geçirirdim ancak bu kadar üstesinden gelmem gereken travmamda olmazdı.  O travmalar yüzünden zaten asık suratlı, soğuk ve berbat bir çocukluk geçirmiştim. 

Toplumda çocukları seviyorum niyetiyle elini yüzünü okşayan, popusunu, yanağını sıkan, kucağına alan şapur şupur öpmeli sevgi gösterilerini doğru bulmuyorum. Öyle yalaya yalaya sevmeyin çocukları… Uzaktan sevin. Anne babalar çocukları elin adamları, kadınları öpsün, sıksın, mıncıklasın diye doğurmadı. İçinizde ki çocuk sevgisini bastıramıyorsanız evlenin sizde çocuk yapın. Başkalarının çocuklarını sevmeyin öyle…

İzlediğim porno, taciz, tecavüz konulu onlarca filmin üzerine birebir yaşadığım olayları da ekleyince şu anki bilgi ve zeka düzeyimde ; çocuk ve kadınların psikolojik ve bedensel zayıflığını kullanmak isteyen cinsel dürtülerini kontrol edemeyen milyonlarca insanla iç içe yaşamak zorunda kaldığımız bir dünyada olduğumuz sonucuna varıyorum. Bu insanları kamufle eden, ayıplarını örten bir ahlak anlayışımız varken, mağdur çocuk ve kadınların kimliklerini ulu orta serpen bir medya etik anlayışımız var.   Bu insanların cinsel enerjilerini bir şekilde boşaltması veya kontrol altında tutulması gerekiyor, masum çocuk ve kadınların ise bu otokontrolünü sağlayamayan insanlar tarafından mağdur edilmesini önleyecek tedbirlerin alınması gerekiyor. Aynı şekilde istemediği halde kadınların tacizine maruz kalan erkeklerin de şikayetlerine rastlıyorum internette. Bu konuda daha çok mağdur olan taraf kadın ve çocuklar gibi görülse de erkeklerde azımsanmayacak kadar tacize uğruyordu. Bir kadının erkeği taciz ettiği yönünde ki haberlerde, bir çok erkeğin böyle bir fırsat kaçar mı diyerek hemcinsleriyle dalga geçtiği bir çok yorum ile karşılaşıyorum. Erkeklerin bir çoğunun cinselliğe özel biriyle yaşanması gereken özel bir olay olarak bakmadığı, her kadınla yaşanabilecek ihtiyaç olarak algıladıkları sonucuna varıyorum bu yorumlardan sonra. Cinsellik konusu çok özel bir konu iken bu konuya yaklaşımımız çok pervasız. Bu konuyu ya hiç konuşmuyoruz ya da dalga geçilecek malzeme olarak kullanıyoruz..

Taciz ve tecavüzün bu kadar yaygın olduğu bir toplumda kadınlar eşleriyle sağlıklı bir cinsel hayat yaşayabilir mi? Böyle bir toplumda yetişen kadınlar çocuklarını tam dengede nasıl yetiştirebilir? Etrafta bu kadar tacizcinin olduğu bir toplumda çocuk travma yaşamadan cesur ve özgüvenli nasıl yetiştirilir? Bu soruların cevapları üzerine düşünelim hadi hep birlikte… 

24 Nisan 2023 Pazartesi

Konu Benim!!!

 


Yanımda ki’nin Karşıda ki olduğu zamanlar. Görüşmeye başlayalı bir iki ay oldu. Görüşme sürecini uzatmayı çok düşünmüyordum. Yiğit bir Anadolu delikanlısını oyalamak, duygularıyla oynamak racona ters düşerdi. Gönül ilişkilerin mafya adamları gibi yaşanması gerektiğini Kurtlar vadisinden öğrenmiş olmalıyım. İlişkinin nasıl yaşanması konusunda zerre bir fikrim ve tecrübem olmadığından duyduğum, gördüğüm, izlediğim, okuduğum her şeyi kendi fikrim gibi sandığım zamanlardı. İlişkiler konusunda yeteneğim hiç yok!! Her konuda bilmiş bilmiş konuşma yeteneğim var sadece… Nerede ne konuşulacağını tam beceremesem de iyi bir yetenek!…Kaf dağının ardında ki evin aylık ödemeleri yüzünden tayin talebimi geri çekmiştim. Bir daha ki tayin döneminde kesin tayin isteyip gidecektim. Benim hayallerim ve beklentilerimde çalıştığım bu ilçede kalmak yoktu. Hatta bu ilçeden bir an önce gitmek tek hayalimdi. O arada nasıl olmuşsa Karşıda ki ile tanışmıştım. Bu ilişki bana göre bir arkadaşlıktı, ona göre ise daha derin bir anlam ifade ettiği her halinden ve tavrından belli oluyordu. O gün ona bu arkadaşlığı çok uzatmayalım konulu konuşmayı yapmayı planlıyordum. Akşam olmuş arabayla beni evime bırakacaktı. Ben bu arkadaşlığı çok uzatmak istemiyorum, bitirelim dememe kalmadan Karşıda ki gaza yüklenmeye başladı. 50…. 60…70…80…90… 100 km… Gittikçe hızlı gitmeye başladı. Diliyle söyleyemediğini ayağıyla bastığı gaz ile söylüyordu. !!! Red edilmeyi sevmeyen, bu ilişkiyi bitirmek istemeyen azman yanı ortaya çıkmıştı. Gazı köklüyordu. Korktum!. Deli bir yanı varmış!!! Lan ne oluyor!!!! O hızla giderken yolda bir köpek karşımıza çıktı. Karşıda ki ani frene bastı. Köpeğe çarpmamızla ben bir çığlık attım. Benim çığlık atmamla Yanımda ki bana bir şey oldu sandı. Bir şey oldu mu diye sordu. Yok dedim. Ancak o araba bana çarpmış gibi hissettim. Hayvancağız inleye inleye, ağlaya ağlaya kaçtı karanlığa doğru. İnlemeleri hala kulağımda. Araçtan indik, hayvanı arıyoruz. İnşaata kaçmıştır diye gece karanlığında moloz yığınları arasında bakınıyoruz. Bulamadık. Moralim berbat bir halde. Yanımda ki’nin hali benden beter.. Bu ilişkiyi ilk ve tek bitirme çabam böyle sonuçlanmıştı… Canımızdan oluyorduk neredeyse… Bir şeyler bu ilişkiyi bitirmeme engel olmuştu. Geçenlerde dışarı yemeğe çıktığımız bir gün bu konu açıldı. O gün bu ilişkiyi bitirmek istedin ama olmadı. Sen bitirsen de ben seni bırakmazdım dedi Yanımda ki.

Ne istediğimi bilmediğim, bilmediklerimin bende ne gibi etkisi olduğunun farkında bile olmadığım zamanlarımdı… Yoğun bir sevme ve sevilme ihtiyacı içerisindeydim. Sevilmeyi Karşıda ki’nde bulmuştum. Sevmem ise o kadar kolay ki. Bir gülsün, azcık tebessüm, azcık ilgi. Tav olmam 2x2=4 formülü kadar basit. Ne beni fazla ilgiyle boğan ne de ilgisiz bırakan bir adamdı. Dengeliydi. Dengimdi. Ama işte herkesin içinde bir yerlerde uhde gibi yapışıp duran “daha iyi, daha mutlu bir hayat  başka yerlerde, başka kişide, o hayal bir adım ötede beni bekliyor. Daha iyi hayat hayali, bu evlilik ile son bulacak, o uhde hep bir yerlerde kalacak” düşüncesi bir yanımı esir almıştı. O yanımdan azat olmak için ise henüz erkendi. Azat olmak ise teslim olmam demekti. Teslimiyet ise mağlubiyeti kabul etmekti. O uhde, evlendikten uzun bir süre sonra da beni özgür bırakmadı… Yumru gibi durdu. Bu uhdeden azat olmadan da iç huzurumu yakalayamayacağım kesindi.  

  Elimizde olanlarla yetinmek ile gelişim için olmazsa olmaz hep daha iyisi için uğraşmak arasında ki denge nasıl sağlanır? Somut örnek verirsem Karşıda ki mükemmel değildi. Bende değildim ama konu ben değilim. Konu benim mükemmellik beklentim ile mükemmel olmayan gerçek arasında dengeyi nasıl sağlayacağım konusuydu. Mükemmelliğe doğru evrilen mükemmel olmayan canlılardık. Bir yanımız hep mükemmeli istiyordu. Mükemmel ise hep olmayan bir ülkede, olmayan ama olmasını hayal ettiğin şeylerin bir adım ötesindeydi hep. Mükemmel diye bir şey yok!! Bunu kesin olarak anlamış bulunuyorum. Mükemmellik bu dünyanın konusu değildi.

Bir ilişkide daha çok isteyen ve seven taraf eğer siz değilseniz, çok isteyen tarafa bunun bedelini ödetmeniz gerekiyordu. Bende öyle yapıyordum. Evliliğimizin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, zor zamanlarda, istenmeyen olaylar karşısında aklıma hep bu evliliği ben çok istemedim, o istedi düşüncesine sarılıp Yanımda ki' ne öfke duygusu besliyordum ve onu suçluyordum. Ben niye evlendim ki, benim yurt dışına çıkma hayalim vardı, tayin isteyip gitme hayallerim vardı diye söyleniyordum. O ise evlenmeyip ne yapacaktın, gezip tozup sonunda ne olacaktı derdi. Haklıydı ama ben daha haklıydım! (Bu haklı olma takıntımı da başka zaman yazarım.)  Evlenmesem ne olacaktı? Marsa gidecek ilk insan kolonisinde mi yer alacaktım? Bol bol gezip tozduğum bir hayatım vardı zaten. O hayatta çok sıkıcı geliyordu. O hayatımda da bol bol entrika vardı. Herkeste bir tam olamama hali vardı. Ya da ben öyle sanıyordum. O zamanlar da kendimi tam hissetmiyordum, iç huzurum yoktu. Demek ki mutluluk gezme, ne tozmayla ilgili bir durum değildi.  Evlilikte yarım beni tamamlamak için olması gereken şey değildi. Üstelik bir sülale ile evlenmiş olmanın ve çocuk sahibi olmanın bir çok sorumluluğu da üzerime binmişti. Kendim olacağımı sanacağım bir yolda bir dünya insan ile başlı başına kalmıştım ve o insanlarla ne yapacağımı, nasıl davranacağımı da bilmiyordum. İnsan kendisi gibi nasıl olurdu ki?  Böyle böyle Yanımda ki’ ni içten içe suçlayarak yıllar geçti. Suçlu oda değildi biliyordum ama işte bu hayat denen karmaşadan ve bu içimde ki yarımlıktan biri sorumlu olmalıydı. En yakınımda o vardı ve beni sevmişti. Bunun sorumlusu o idi ve bir bedel ödemeliydi!!! Karşıda ki ile evlendikten sonra da bu tam olamama hali devam etti. Ancak evlilik ile olgunlaşma süreci arttığı için iç dengemi daha hızlı sağlar olmuştum. Bir gün yine böyle “ben niye evlendim ki diye söylenirken” Yanımda ki’den  farklı bir atak geldi. Çocukları bırakıp istersem gidebileceğimi söyledi. Kapıyı ardına kadar açtı. Bu evde esir olmadığımı istersem gidebileceğini söylemesinin ardından şabalak gibi kaldım. Bensiz bir hayat yaşayabileceğini söylemesinin ardından aslında bana bağımlı olmadığını sadece sevdiği için yanımda olduğunu, seviyorsam ve istiyorsam kalmam gerektiğini hissettirmesi bende ters köşe yaptı. Ona daha çok bağlandım. Ama çocuklar konusunda tam ikna olamadım. Eğer gitmeyi tercih etseydim ben niye bırakıyormuşum ki çocukları?! Gidersem çocukları da alıp giderim! Onları ben doğurdum benn!!! Bu konuyu ona hiç sormadım. Ama bu yazıdan sonra soracağım bakalım ne diyecek?! Sosyal mesaj; eşinize arada böyle şoklar yaşatın, evliliğinizi monotonluktan kurtarın. Arada onsuzda yaşarım tehditleri savurun. Bende işe yaradı. Belki sizde de işe yarar.  Kapının sonuna kadar açık olduğu bir evde esir hissetmeden, ama söylene söylene yaşamaya devam ediyorum. Söylenme huyumu bırakamıyorum napayım.

İnsan kendini tam nasıl hisseder konusunda birilerini suçlayarak tam hissedemeyeceğim konusunu idrak etmiş durumdayım.  Müjdeler olsun… ! Konu kimse değildi bendim. Sorun bendim. Ben değişmeden de hiç bir şey değişmeyecekti. Yıllar önce sadece kendimi şekillendirebileceğimi anlamamı sağlayan yaşadığım milat olay buydu.

14 Nisan 2023 Cuma

Aile

 

Aile yapısının bozulduğuna dair eleştirileri gözlemliyorum internet ortamında. Aile yapısı bozuldu mu? Aile’nin önce ki yapısı nasıldı? Şu an nasıl algılanıyor? Aile nasıl olmalı?

Geçmişte aile yapısı nasıldı? Bir kere eşler birbirini seçmiyordu ki… Evliliklere aileler karar veriyordu. Özellikle erkeğin ailesi, çevresinden bildiği, iyi aile kızı olarak duyduklarının evlerine görücü olarak gider,  genç kız ön elemeden geçerse ve oğulları da uygun görürse, kızın evine istemeye giderlerdi. Bana da vaktinde ne görücüler geldi…  Küçük bir ilçe de bana görücü gelen çocuğun yakın arkadaşıma da teklif gönderdiği bile olmuştu. Öyle yoğun bir görücü trafiği vardı ilçede. Önceden evlendikten sonra huyunu suyunu öğrenirdin, eşlerin sürpriz karakter çıkabildiği bir ortamda boşanma pek düşünülmüyordu. Toplum uygun görmüyordu boşanmayı. Birbirlerini sevmeyen ama tahammül eden eşlerin ömürlerini doldurduğu evlilikler revaçtaydı. Halamın nasihatları hala kulaklarımdadır. Eşiniz aldatmıyorsa ufak sorunlar için ailenizi sakın dağıtmayın nasihatlarını genç kızlığımda hep dinlerdik ondan. Alkolik babamın yaptıklarını halamın karşısına geçip zırıl zırıl ağlayarak anlattığımda hiçbir şey olmamış gibi davranmış, kabullenmemi söyleyecek sözler söylemişti. Çünkü kendi eşi de aynı aşırılıkları yapıyordu. O çekiyorsa herkes çekmeliydi. Toplum olarak kadınların erkeklerin her türlü zulmünü çekmesi gerektiği bilinç altına yerleştiriliyordu. Halam şu aralar 85 yaşında ve enişteme gençliğinde söyleyemediği her şeyi şu dönem yüzüne yüzüne haykırmakta. Memlekete ne zaman gidip evlerini ziyaret etsem, elden ayaktan iyice düşmüş eniştemi her fırsatta dillediğine, her söylediğine öfkeli öfkeli cevap verdiğine şahit oluyorum. Hatta annemden aldığım haberlere göre eniştemden boşanacağım diye tutturduğu bile oluyormuş… Gençliğinde bastırdığı duygularını artık bastıramaz olmuş, her türlü hakaret ve aşağılamanın karşılığını artık verir kıvama gelmişti. Eniştem elden ayaktan iyice düştüğü için cevap veremeyecek durumda şu an.  Şimdi hakaret dinleme sırası ondaydı… Toplumsal mesaj… Kadınları aşağılamayın, hor görmeyin. Gücünüz gözünüzü kör ederken, dilinizi-elinizi-belinizi kontrolden çıkarmasın. Sonucu kötü olur. Benden söylemesi…

 Kadının ev işi, çocuk bakımı, yemek, temizlik, bahçe işi yaptığı eski evliliklerde erkek çoğu zaman geçimden sorumluydu. Eski evlilikler de demeyelim. Bu evlilikler hala devam etmekte. Kadının para kazanamadığı evliliklerde erkeğin vereceği para ile ihtiyaçlarını karşılıyordu. Herkes tek tip kıyafet giydiği için kıyafet çeşitliliğine çok önem verilmiyordu. Gösteriş yoktu, ayıp sayılırdı. Zorunlu ihtiyaç olarak görülenler iki elin parmak sayısını geçmiyordu. Teknoloji bu kadar gelişmediğinden, komşuya gidip gelmek sosyallik için yeterli görülüyordu. Az ile yetinmeyi bilen insanlar kendilerini mutlu olarak algılıyorlardı. Ben hariç… Ben geçmişe öykünenlerden değilim. Geçmiş, insanlığın evlilik konusunda ulaşması gereken zirve evlilik örnekleriyle dolu değil. Bir kere kadının erkeğin kontrolünün altında olduğu bir evliliğe benim ruh yapım asla onay vermiyor. Din kadını erkeğin himayesinde olmasını buyuruyor diyerek kendini bu yönde ikna eden insanlar var. Ki aslında din bunu demiyor. Kendi düşünce seviyelerinde kendilerini ikna ettikleri rivayet dini öyle buyuruyor…

Özellikle rivayet dinini benimseyenlerin internet ortamında kadın ile erkek eşit değildir yorumlarını görünce üzerine düşünme ihtiyacı hissediyorum. Eşit değildir derken kast ettiği ne o tam belli değil bir kere… Erkekler kendi arasında bile eşit değil ki kadın ve erkek eşit olsun. Kimse birbirine benzemiyor, ikiz kardeşler bile birbirine benzemiyor. Bireyselleşmenin arttığı şu çağda artık insanları cinsiyetine göre ikiye ayırmak çok yetersiz kalıyor, insanlarda ki çeşitliliği açıklamaya cinsiyet ile sınırlamak yeterli gelmiyor. Her birey o kadar farklı ki… Her bir insan o kadar değerli ki… Kimse birbirinin eşiti ve benzeri değil. Güç erkeği, güzellik kadını temsil ediyor anlayışı artık çok eksik bir anlatım. Kimi kadın çoğu erkekten daha cesur ve güçlü, kimi erkek nice kadından daha fazla süslenmeyi seviyor, görselliğe önem veriyor… Farklılıklarımız, çeşitliliklerimiz çok arttı. Kadın hakkı diye ifade ederek cinsiyetçilik üzerinden hak arayışı yetersiz bir anlatım. Kadın hakkını arıyorum dediğinde erkeklerin hakkı ne olacak konusu beliriyor karşı tarafta. Özellikle boşanma sonrası nafaka konusunda erkekler mağduriyetlerini çok dile getiriyor internet ortamında. İnsan hakkı olarak konuyu ifade etmek bu konuya çözüm olabilir. Yaşam için zorunlu görülen asgari ihtiyaçlara herkesin ulaşabilmesinin garantisi anayasada düzenlendiğinde kadın-erkeğin arasında ki ekonomik temelli bir çok sorun otomatik olarak çözülecektir.  Asgari bir ücrete herkesin ulaştığı bir sistemde kimse kimseye nafaka vermek zorunda kalmaz. Birey çalıştığı kadar, yönetebildiği kadar, kazanabildiğinin en fazlasını kazanabilmeli ancak kazancında üst limiti belirlenmeli… Dünyaları doyuracak kazanç bir ailenin kontrolünde olmamalı. Programlarına böyle çözümler sunan parti yok henüz. Ki ben partili sistemi bile doğru bulmuyorum. Particilik toplumu kutuplara bölüp yöneten bir sistem. Partisiz bir sistemi savunuyorum.

Günümüzde  zorla kaçırarak zorba temeli üzerine eş edinimi, ana babanın eş seçtiği evlilik kadar eşlerin birbiri ile flört ederek, isteyerek oluşturduğu evliliklerde mevcut. Aile kurumunu oluştururken ki karar mekanizmasında da bir çeşitlenme var. Ruh bu çeşitlilikten de farklı deneyim elde etmekte. Nasıl eş seçileceği çok karmaşık bir konu ve bu karmaşık konu üzerine deneye yanıla bir öğrenme sürecini deneyimliyoruz… Toplumun, ailenin, medyanın, okulun bireye yüklediği bilgilerin her biri birbirinden çok farklı… Her bir bireyin kapasitesi, ruhsal ve zeka olgunluğu da birbirinden çok farklı.  Bu kadar çeşitliliği kim nasıl yönetiyor, kim neden nasıl evleniyor, nasıl aile kuruyor ve bunun sonuçlarının topluma yansıması ne oluyor kestirmesi o kadar zor ki. İnsanoğlu çeşitlendiği kadar toplumun normları da çeşitleniyor.  İnsanın tekamül etmesi için bu çeşitlilik gittikçe de artacağa benziyor. Ben sonucu Tanrı’ya bırakıp kafamı rahatlatıyorum. Düşünmekten yorulduğum zaman Tanrım sen bilirsin benim aklım almıyor deyip topu ona atıyorum….  

Herkes mutlu olacağı eşi, özgür bir ortamda seçsin, aşık olsun, sevsin, sevişsin… Yetiştirebilecek olgunlukta olanlar çocuk yapsın, çoğalsın. Mutlu evlilikler insan ruhunu doyuran bir ortam sunuyor insana. Tavsiye ederim…

Daldan dala atladığım bu yazının sonunu nasıl bitersem kestiremedim. Öpüyorum hepinizi mi yazsam, haydi eyvallah mı? Bir sürprizle bitireyim en iyisi... 

Sürpriz 

13 Nisan 2023 Perşembe

Sızı

 

İçinde bir yerler sızlamalı insanın

İnce ince

Derin derin

Tatlı bir acı hissetmelisin

Bu öyle bir acı olmalı ki..

Yokluğu varlığına denk olmalı

Sızlamadığında garipsemelisin yüreğini

 

Sürekli sızlayan

Ama hiç yakmayan

İçinde bir yerlerde işte

Bir nedeni olmamalı

Ya da bir kimse için olmamalı

Sana bakıp görenler yüreğini

Güngörmüş, çekmiş

Halden anlar o demeli

Olgunluk ve mağrurluk kondurmalı yüzüne

 

Sızım sızım sızlatan

Ham seni olgunlaştıran

Sana var olduğunu bir an bile unutturmayan

Mutluluk ile acının aslında bir olduğunu anlatan

İçinde bir yerler sızlamalı insanın

Haccecan

11.04.2012

Yıllar önce yazılmış facebook'un bir köşesinde karşıma çıkan bir şiir.

O sızı artık o kadar anlamlı ki...

12 Nisan 2023 Çarşamba

Ölü Sevgi

 

Sevginin kanıtı neydi?

Gülüş müydü?

Bakış mıydı?

Şiddet miydi?

Kaçış mıydı?

İnkar mıydı?

Sanrı mıydı?

Ben sevsem yeter miydi?

Sen kaçsan değer miydi?

Varlığı kanıtlanamazların yokluğunu kim arardı?

Cesetlerin ardında mı aranır bir tek kanıt?

Kimileri sevgilerini öldürür, kanıtsız...

Peşlerine düşecek ne bir polis...

Yargılayacak ne de bir yargıç...

Sızlayıp duracak sadece vicdanları.

 

Kimileri sevgilerini öldürür kansız, bıçaksız

Yaşatılmayan sevgilerin ölümü de kanıtsız

Hesap soracak ne bir sevgili, ne de yâr

Gömülür sessiz sedasız, yeri sahipsizler mezarlığı

Kırkında elleri göğe kalkmış edilecek bir dua,

Allah’ım sen  bu ölü sevgiyi, cennetine kabul eyle…!

Ardında kanayıp duracak sadece sol yanı

Cennet, sahipsiz ölü sevgi mezarlığı

O yüzden bu kadar çok yanmaktadır dünyanın canı.


Haccecan

12.04.2023

Ali Lidar -O Gelsin Üstümü Örtsün Şiiri (Okuyan Furkan Özdemir)

10 Nisan 2023 Pazartesi

Yarımlık Üstüne

 

Sonu gelmeyen bir yol hikâyesiydi bizimkisi…

Bir tanışmışlık hakimdi, “merhaba!” ile başlamadı…

Başladığı belli olmayan bir seyahatin

Bitişi de başladığı gibi vedasızdı…

Suskunluklarımda neler söylediğimi bir duysan…

Yeniden, yeniden ve yeniden... sessiz çığlıklar ataraktan

Ve ardından doğuyordum, ezilerek düştüğüm bataklıktan

Anlaşılmadığını sanıyordun ya…

Aslında sendin anlayamayan …

Seni kör eden bir gözbağıydı sadece…

Körü körüne savunduğun her bir öğreti.

Aklına tapanların sonu hep ağır yargıdaydı..

Akıl, tıkalı bir boru gibi, onu açabilir ancak, masum bir kalbin ayak sesleri…

Her ağır yargıda ki mahkumiyet gibi, o da bir gün azat olmaya istekli


Gözümü açtığım yer, kibir dağının zirvesiydi…

O zirvelerin ayazlarında ki soğuk ise tek hakikatim

Sahibi olduğunu sandığım tüm bildiklerim hep başkalarınınkiydi..

Kimse özgün düşünmüyor, herkes gebe kendinden önceki düşünceye…

Arınıyorsun zamanla gerçek olarak algıladıklarından ve tüm hatalı öğretilerden 

Gözümü açtım sonunda, uyandım çırılçıplak bir gerçeğe

Sessiz çığlıkların ardından konuşabildim ama sadece hakikati..


Tanrı’m benim aklım ve fikrim hep şiirlerde…

Bir satır olarak yarat beni, istersen de bir dize…

Değil sonu gelmeyen bir yol hikayesinde 

Var olmak istiyorum dilden dile dolaşan bir şiirde…

Var olmak da pek umurumda değil …

Neden umurum da olsun ki hiç yok edilemezken

Bu dünyada hiçbir şey var olamaz ki, her şey zaten bir hayalden ibaretken

Yarımlıktan haz alıyor nefis denilen şey….

İki yarım bir araya getirilerek tamamlanıyor biz denilen…

Senin olman için ben, benim olman için sen gerekli..

Ben hep buradayım... ister ekranın karşısında de, ister bu dizede

Bu şiirde bir şey eksikti oda olsun bu son kelimede..

Sen...


Haccecan

10.04.2023

Dinlenildi... Nicolas de Angelis- Concerto DAranjuez

6 Nisan 2023 Perşembe

Tanrısal Aşk

 

Aşık olduğunuz insanların Tanrı’sıyla olan ilişkisi nasılsa…

Sizin ilişkinizde Tanrı’yla ilişkisine benzer olacaktır…

 

Tanrı’ya korkusundan yerlere kapaklananlar

Sizin de karşılarında titrerken bulmak için üzerinize yıldırımlar atacaklar

Korku duygusunu gerçek sevgi için koşul sunacaklar

Korku, çürütürken kalplerini ve ardından bütün bedenlerini

Sana da hazzın aslında korku olduğunu anlatacaklar…

 

Tanrı ile arası hiç iyi olmayanlar, küsüp yok sayanlar

İnkar nedenleri; yapıtaşları sonsuzluğu henüz almadığından   

Hayatın merkezinde ne varsın ne yoksun gibi davranacaklar

Hayatında hiç bulamadığı, kızdığı Tanrı’sı gibi

Seni’de, aşkı da hep yok sayacaklar

Tanrı’nın yokluğunu böylece ispat ettiğini sanacaklar…

 

Tanrı’sı ile arasında dengeyi sağlamış olanlar

Ne O’ndan korkan ne de yok sayanlar…

Yaratıldığını kabul edip, oyunu kuralına göre oynayanlar

İdeal aşkı en çok onlar hakkıyla yaşarlar…

Ne sıkarlar, ne yok sayarlar…

Ne korkuturlar ne de aşk için kapında ağlarlar…

Kıskanırken bile kendinden, kıskançlığı zehir gibi akıtmazlar..

Kalplerinde sıkıca sarmak isteyen sevgi olmasına rağmen…

Senin koşuşturacağın sonsuz bir alan yaratırlar…

Keyfini sürer doya doya yaşamanın

O boş alanda, baştan aşağı yarattığınız dünyada

 

Bu ideal aşkın sonunda ne var biliyor musun?

Tanrısallık var…

Her şeyi koşulsuzca sevebilmek…

Hayat oyunundan nasıl keyif alacağını öğrenmek var…

Varlığı da, yokluğu da

Öfkeyi de, hüznü de, çoşkuyu da, sevgiyi de…

Cümle olan ve olacak olan

ne varsa…

Her şeyi ol’duğu gibi kabul edebildiğin olgunluğa ulaşmak var…


Haccecan

06.03.2023

Dinlenildi...Buray Ceren Gündoğdu Beni Affet