Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

31 Temmuz 2009 Cuma

Bekârsam günahım ne?


Olay 1 :

İş nedeniyle kendisine yeni çıkan genelgeyi atmak için e-posta adresini aldığım bir beyefendi vardı. Sadace bir kez kendisine mail attım. Mail attığım günün akşamında msn kişi listesine benide eklemişti. İş nedeniyle sürekli görüşmemiz gerektiğinden; "sürekli telefonla aramak zorunda da kalmam artık" düşüncesiyle msnsini kabul etmiştim. Ondan sonra msn ye gelmediğinden onu ve diğer ekip üyelerini telefonla aramaya devam ettim. (Buraya kadar herşey normal.)
Ancak dün ben işteyken birisi o beyefendinin msnsinden bana "kimsiniz?" diye sordu. Kimsiniz diye sorduğuna göre bu o beyefendi olamazdı. Ardından "kocamın msn adresi sizde ne arıyor?" diye sorduğunda beyefendinin eşinin bana yazdığını anladım. Soru tarzı hiç hoşuma gitmemiş olsada, her insan bir olmaz diyerekten uslübunca cevabını yazdım. İlk önce kendimi tanıttım, nerede görev yaptığımı, hangi iş için eşiyle görüştüğümüzü, bu iş için sadece eşiyle değil bir kaç kişiyi daha aradığımı ve mail attığımı yazdım. Hanım efendi: "Eşimle iş dışında bir ilişkiniz yoksa sorun yok!!!" dedi. Ardından soru sormaya devam etti. "Nerelisiniz? Bekarmısınız? Nerede oturuyorsunuz?" Bu sorularına ve konuşma üslubuna iyice kıl olduğum için cevap yazmadım. Medeni durumumum veya nereli olduğumun eşinin msn kişi listesinde kayıtlı olmasıyla bir alakasını kuramadım... Bu sorularla neyi ortaya çıkartmaya çalışıyor? Sustuğum için "kendisinin biraz! kıskanç ve hamile bir bayan olduğunu" söyledi. Bende; "adımı soyadımı, çalıştığım yeri size açık olarak yazdım, bir gün gelin yüz yüze tanışalım, bu önyargılı yaklaşımınıza ve sorularınıza üzüldüm" dedim. Hanım efendi ise; "Sizde evli bir bayan olsaydınız beni anlardınız, ben kocama güveniyorum ancak zaman kötü, sizi de tanımıyorum" dedi. Bunun üstüne bende: "Sizde bekar olsaydınız ve "eşimin msn adresi sende ne arıyor?" gibi bir soruyla karşılaşsaydınız beni anlardınız" dedim. "Kusura bakmayın, ben biraz kıskancım" sözlerini tekrarladı fakat ben: "şu an işim var kusura bakmayın fazla konuşamayacağım, sizi mutlaka bir gün buraya bekliyorum, yüz yüze tanışalım" deyip onu msnden sildim.

Bu şimdi neydi ya? Bu nasıl bir üslûp, nasıl bir konuşma tarzıdır? Bir adamın eşi olduğun zaman onun msn sine girip, kim var kim yok hesap sorma hakkına sahip mi oluyorsun? Hem de bunu adabıyla değil de, sanki kocasıyla suç üstü yakalamış gibi bir tarzla sorması da ne oluyor? Evli kadınlar, bekâr kadınları kendi kocasını ayartan varlık olarak mı görüyor? Bekâr olduğum için elâlemin evli heriflerini baştan çıkartan, ayartan kız mı oluyorum? Bu kadının ya kendine güveni hiç yok, ya da eşine güveni yok. Kimse tek taraflı suçlu olamaz tezine dayanarak erkeği de biraz eleştirmek gerekiyor aslında. Kocası bu kadına hiç mi güven vermedi? Daha önce başka bir kadınla ilişkisini ortaya çıkartmışsa kadının haklı olarak eşine güveni sarsılmış olabilir. Güvenin olmadığı bir ilişkiyi devam ettirmenin; üstüne üstlük bir de çocuk doğurmanın anlamı nedir? Peki burada benim suçum ne? Adam da suç olmayabilir, kadın hastalık derecesinde kıskanç olup, eşini her konuştuğu bayanla ilişkisi olduğunu düşünebilir ki bu bir psikolojik rahatsızlıktır... Acil tedavi olması gerekir yoksa o yuvadan ne adama ne kadına ne de doğacak çocuğa hayır gelir...

Birde kadınların bu mantıklarını hiç anlamıyorum... Kocalarına sonsuz güvenleri var ancak zamanın kızları kötüdür! Kocaları kimseyi ayartmamıştır, olsa olsa başka kızlar tarafından ayartılmıştır. O melektir melek!!! Bu bir değiştirelemez kanun hükmünde kararnamedir! O erkektir! Kanmaya kandırılmaya, her çiçekten bal almaya müsait, nefsi zayıf bir varlıktır!!!

Yapmayın hemcinslerin, yapmayın ne olur... Erkeğin at koşturduğu sahayı çok geniş tutup, erkeğe her şeyi yapma hakkı verip onlara sonsuz güven duymanın mantıksızlığını kavrayın artık... Duyduğunuz sonsuz güveni! boşa çıkarttıklarında ise suçlu olarak kendi hemcinslerinizi görmeyin... Bu tezatlığın farkına varın artık...

İki kişinin yaptığı işin suçu tek tarafa kesilemez. Bir yanlış yapıldığında bunun suçlusunu çevresinde aramak yerine insan ilk önce kendinde sonra da eşinde aramalı...

İç ses: Kadına iş yerime gel tanışalım mutlaka dedim ama onunla konuşmak istemiyorum. Konuşmam gerek, yüzleşmem gerek onuda biliyorum, yoksa o kadın beni hep zan altında bırakacak...
Şu başımı hayırlısıyla bir bağlasaydım... Hayırlısıyla eşimi bir bulsaydım... Böyle saçmalıklarla uğraşmak çok zoruma gidiyor....

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Geriye kalan...

Yağlıboya Kadın Tablosu


Sen beni mi sevdin...?
Sende ki beni mi sevdin...?
Sevdin mi ki sahiden beni...?

Bitti bak bir gün daha...
Yaslandı güneş dağın omzuna...
Girdi bir aşık daha
Sevdiğinin koynuna...

Çetelemeyi bıraktım...
Geçen günlerin ardından...
Ardında bensem bana kalan...
Boşa geçip gitmiştir zaman...

Bak bir gün daha başladı...
Güneş dağın omzundan
Kaldırdı başını...
Aşık sevdiğinin koynundan
İstemeyerek de olsa kalktı..

Geçti zaman, yitti mekan..
Ömürden bir gün daha
Yıldız gibi kaydı....
Bu şiir oldu geride kalan..

Haccecan
27.07.2009

19 Temmuz 2009 Pazar

Duygu karmaşası çorbası tarifi....


Hayırlı kandiller hepinize...

Kandilden nasibini alamamış bir kul olmalıyım ki şu an ruh halim çok kötü...

Dualarınızı esirgemeyin benden ne olur...

Yaklaşık 20 ay önce bir beyefendi; bana karşı hissettiği özel duygularını açıklamış, bana aşık olduğunu söylemişti. Terslemedim, gülmedim, dalga geçmedim, medeni ve olgun bir insan gibi duygularını dile getirmesini dinledim. Daha doğrusu okudum. Benim sert ve asla taviz vermeyen tutumumdan da kaynaklanıyor olsa gerek; duygularını yüzüme söyleyecek medeni cesareti kendinde hiç bulamadı. Bilmeden garibimin kalbine girmiş, orada bir ateş yakmıştım. Sonrada onu acılar içinde bırakmışım. Aşkı bilirdim, yaş, kültür, din, dil, ırk gözetmeden okunu biz zavallı insanlara saplardı. Bazen oku iki kişiye birden değil tek kişiye saplar, okun saplandığı kişiyi aşk ateşiyle cayır cayır yakarken diğerine ise hiç bir acı uğramaz, karşısında ki insanın çektiği acılardan bihaber yaşamaya devam ederdi.

Aşk acısı çektiğini belirten arada e-mailler atardı. Bense ona karşı bir şey hissetmediğimi, kendisini anladığımı, hoşgördüğümü ancak elimden bir şey gelmeyeceğini açıkca söylemiştim. Buna rağmen ısrarcı tutumunda devam ettiğinden daha sert tepki vermiş onunla görüşmeme kararı almıştım. Aşkta oyun olmazdı, sevmiyorsam sevmiş numarası yapmazdım, adamı kendi yoluna salmalıydım. Lakin taş gibi olmama, dilsiz gibi davranmama, o yokmuş gibi davranmama rağmen kendi yoluna dönmemiş, benim yolumda ki zor ve çetin mücadele de yara almaya devam etmişti. Geçen gün şu sözleri yazdı bana; "Dünyaya yeniden gelebilseydim, senin düşüncene göre yanlış zamanda ama bana göre değil seninle yeniden tanışsaydım, sana yine aşık olurdum, senin ilgini çekemeyeceğimi bilsemde, sen başka denizlere yelken açsanda seni tanıyalı yaklaşık 20 aydır her gün belki bir ışık yanar Haccecanın kalbinde diye bekledim. Derdimi kimseye anlatamadım. Sizse her türlü yaklaşım kapılarını kapattınız. Çok kararlı davrandınız. Belkide bu karakter sağlamlığı duygularımın bu kadar güçlü olmasına neden oldu. Söyler misin, sana uluşmanın hiç bir yolu yok mu? Ekmek kadar kutsal, güzel. Yönünü batıya değil, doğuya çevirsen... Beni cehennem ateşlerinden kurtarsan olmaz mı? " sorusuna; "aşk oku sadece sizi vurdu, elimden birşey gelmez cevabını" verdim.

Yaşı benden 25 yaş kadar büyük olan bu beyefendiye aşk gözüyle hiç görmedim. Aşık olsaydım yaşını kafama takarmıydım? diye kendime sorduğumda "hayır takmazdım" cevabını veriyorum kendime. İlgi duymadığım, sevmediğim bu beyefendinin bana olan aşkı ise omuzlarıma ayrı bir yük... Sanki yüküm azmış gibi... Kendimi suçlu hissetmeme neden oluyor, bu suçluluk hissi ise ona karşı sinirli ve öfke duymama neden oluyor. İçimde duygu çorbası yaptım, sıcak sıcak içip ağzımı, dilimi yakıyorum... Afiyet olsun bana...

Erken yaşta olgunlaşmanın cezasını çekiyorum... Yaşıtım erkekler bana bebek gibi toy, egosu yüksek, şımarık çocuk gibi geliyor. Kişisel gelişimini tamamlamamış bu çocuklarla! uğraşmayı düşünmek bile yorgun beni daha fazla yoruyor. Yaşıtlarımla konuşmalarımın sonu çoğu zaman tartışma ve kavgayla bitiyor. Ben sığınacak liman ararken, liman olmanın zorluğu, erkeğin kişisel gelişimini tamamlamasını beklemek düşüncesi bile nasılda ağır geliyor bana. Baba şefkatini bulduğum, olgun, konuşmasını, oturmasını - kalkmasını - kendini bilen, karşısında ki insanı yücelten, sahiplenici, açıksözlü, dürüst erkeklerle çok rahat iletişim kurabiliyorum.

Daha önce bir yazımda aşık olduğumu itiraf ettiğim hayal ile kanlı bıçaklı kavgalıyım... Ona çok kızgın ve öfkeliyim... Tabi ki yine hayalimde. Beni oyalıyor ve çok yoruyor. Oyalamasın yormasın... Bu dünyada daha milyonlarca yıl zamanı varmış gibi davranıyor ama benim zamanım yok. Ben bu dünyada misafirim, buraya ait değilim. Ev sahibine yük olmayı sevmeyen bir misafirim hemde.... Sevmiyorsa, sahiplenmeyecekse, aşkı kurallarına göre oynamayacaksa salsın beni yoluma... Çok zeki olmasına rağmen aptal numarası yapıyor, dile getirilmeyen ancak ortada olan her şeyi görmezlikten geliyor. Onu anlayamıyorum, tanıyamıyorum.... Onu anlamaya çalışma çabalarım böyle sonsuza kadar sürmeyecek onu da biliyorum. Böyle sürmesine izin vermem, beni yoluma salmayacaksa kendimi kendi yoluma kendim salarım. Hayat da her işini kendisi yapmış birisi olarak, aşkta bile kimseye minnet etmeyeceğimi rahatlıkla söyleyebilirim. (Hatta bunu daha önce yazmıştım ama nerede?) Çekeceğim acıyı hiç düşünmeden hemde.... (Bunları bilse ne düşünürdü acaba? Bu kız psikopat diye benimle daha konuşmaz da...)

Bu aşk kurallarını kim koyduysa ona da çok kızgınım. Benim sevmediğim insan 20 aydır taş gibi sert ve tepkisiz olmama rağmen bir umutla yaşarken, benim sevdiğim bana bir taş gibi davranıyor... Kaçan kovalanıyor... Bu ne biçim bir kural, ne adaletsiz bir dünya bu yaaaaa....

.....

Kız kardeşimin evlenip evden ayrılmasından sonra çok sevdiğim komşumla avunurum, onunla eskisi gibi derin sohbetler eder, güler eğleniriz diye kendimi avutuyordum. Komşumda cuma günü evlendi. Bu apartmandan taşındı gitti...

Yazları birlikte bir ilde buluşup tatil yaptığım, ne zaman bir araya gelsek gülmekten karnıma ağrılar giren arkadaşımda haftaya evleniyor...

Bunların bana garazi var kesin. Arkadaş değil düşman bunlar... Hepiniz bir ayın içinde evlenmek zorunda mıydınız? Bari birer sene aralıklarla evlenseydiniz de bende bu duruma alışsaydım. Sapların sapı, yalnızların yalnızı gibi hissediyorum kendimi... Ben girmeyeyim de kim girsin depresyona...?

Bugünde bir arkadaşımı taaa Yozgattan istemeye geldiler. Anlaşıp sevdiği gençle evlenme hayalleri kuran arkadaşımın ailesi, damat adayı başka ilden olduğu için pek olumlu yaklaşmıyordu bu isteme olayına ve kızlarını vermeyi düşünmüyorlardı. Arkadaşım bu zor gününde benide yanında görmek istedi. İki düğün yapan Haccecan bu gerginliği iyi bildiğinden arkadaşının zor gününde onu yalnız bırakmadı tabi ki. Bir odaya toplanmış, ağzını bıçak açmayan iki ailenin arasında barış elçiliği yaptım, ortamı yumuşatıp, iki tarafıda sorular sorup konuşturdum. Hemde sohbeti neyle açtım biliyor musunuz? Yeni çıkan tütün yasağı... İki taraftanda sigara içen olduğu için, ortak konularını bulup sohbeti başlattım. Baya sonra gerginlik gitti, iki taraf birbirini tanıyıp, kaynaştı. Orada ki görevim bittiğinde onlarla vedalaşıp evime geldim. Biraz önce ise arkadaşımla tekrar görüştüm, sonuç iyi... Yarın nişanı yapıyorlar.... Şu tütün yasasının iyilikleri saymakla bitmiyor görüyorsunuz....

Cumartesi günü ise arkadaşımın ısrarı sonucu birisiyle tanıştım. Tanışmaz olaydım. Kendime olan güvenimi sarsıyordu bu erkekten bozma odun.... Kaba şey... Bu konuyu sonra yazarım. Uykum geldi...

İç ses: Bu hayal gerçek olmak için uğraşmazsa sonum iyi değil... Hem de hiç iyi değil...

14 Temmuz 2009 Salı

Sürüm Sürüm Sürünün


Önceden yapmayı düşündüğümüz ama katılım yetersizliğiyle iptal edilen tütün eğitimini nihayet bugün yaptık. Kurum çalışanlarına eğitime katılmalarını zorunlu tuttuğum bir resmi yazı yazıp, onları zorla eğitime getirtmiş olsam bile, eğitim genel olarak başarılıydı ve katılımcılar, bizi tebrik ederek toplantı salonundan ayrıldılar. Toplantı salonuna gelenleri bir çikolata ile ödüllendirdik. Bu ödüllendirme fikri benden çıktı. Bay marifete çikolata parasını da cebimden verip onu çikolata almaya gönderdim. Kesme camdan yapılmış şekerliğe çikolataları koyup, her geleni “hoş geldiniz” diyerek çikolataları ikram ettik.
Eğitimin açılış konuşmasını ben yaptım. İlk konuşmaya başladığımda heyecandan bacaklarım ve sesim titredi. Sesimin titrediğini fark ettirmemeye çalıştım ancak fark edilmiş olmalı ki toplantı sonrasında bir bayan sesimin ilk başta titrediğini söyledi.
Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (Kene Isırığı) ve Domuz Gribi konularını eğitimden sorumlu ablam, Tütünün zararları ve yeni çıkan tütün yasası hakkında ki konuları ise ben anlattım. Ben iki tane video izletip, aralarda da Denetim ekibinin çalışmaları ve uyulması gereken kurallar hakkında bilgi verdim. 20 yıl kadar sigara içip sonrasında sigarayı bırakan bay marifeti sahneye yanıma alıp onu konuşturdum. Sigara içmeden önce ki sağlık sorunlarından ve sigarayı bıraktıktan sonra ki hayatında ki olumlu değişikliklerden bahsetti. Son videonun sonuna gelmeden bir vatandaş ayağa kalkıp “ bu eğitimi çok başarılı bulduğunu, bizi tebrik ettiğini, sigara içen arkadaşların bu eğitim sonrasında sigarayı bırakmak için karar verip vermediklerini sorduğunda” başka bir vatandaş ayağa kalkarak “ hepinizin önünde söz veriyorum, bu günden itibaren sigara içmiyorum” diyerek cebinden sigarayı çıkartıp sahneye attığında herkes gülmeye başladı ve salonda bir alkış patladı. Ben “başka sigarayı bırakmaya karar veren arkadaşımız var mı? Diye sorduğumda kimin attığını görmediğim bir çakmak daha atıldı sahneye…
Ardından bir çok kişi bu eğitim için bizi tebrik etti, bir çok toplantılarda uyuduklarını ancak bu eğitimi çok faydalı bulduklarını söylediklerinde çok mutlu oldum… Eğitimde gösterdiğim fotoğrafları ve videoları flash belleğine alan bir bayanda oldu.
Perşembe günü tekrar bir eğitim vereceğim. Bu sefer kurumlardan tütün için görevlendirilen kişilere eğitim vereceğim. Bundan sonra ziyaret yaptığımız kahvehane ve kıraathanelere giderken yanımda laptopumu da götürüp halka ve özellikle ev ziyaretlerine gidip kadınlara bu eğitimi yapmayı düşünüyorum. Okullar açıldığında ise öğrencilere eğitim vereceğim. Bunları yapmak zorunda değiliz, gönüllü olarak yaptığım için bu işin bana verdiği haz, bu işte başarısız olduğumda duyduğum üzüntü kadar büyük… Yine büyük oynuyorum!… Ben bunu seviyorum yahu… Bu eğitim güzel geçtiğine göre kendimi ödüllendireyim bari…
Başkanın tütün denetimliği görevinden gönüllü olarak ayrılması o kadar iyi oldu ki… Yapmak istediklerimi kimseye sormadan yapabiliyorum. Ekibin başkanı olarak bay marifet görünse de, saman altından su yürüten, işleri yapan, kararları alan benim. Ekibin başı olarak benim görünmemem ise benim açımdan çok daha iyi… Benden müdür olmaz ama çok iyi bir müdür yardımcısı olur… Ey yetkililer duyun beni, benim gibi çalışkan, azimli, dediğim dedik başka bir yardımcı bulamazsınız, kaçırmayın derim :))
.....

Bu hafta sonu kız kardeşimle eşinin (kardeş çalan) evinde kaldım. Kardeş çalanla ağız kavgalarımızın boyutu gittikçe büyüyor. Kız kardeşimi kardeş çalanla ben paylaşamıyoruz… Kardeş çalan:
-“Kız kardeşinin kimliğinde bile artık benim soy ismim yazıyor. O artık benim” diyerek laflarıyla beni ezmeye, üzmeye, yıkmaya, parçalamaya çalıştığında Haccecan durur mu? Haccecan:
-“Kağıt üstünde kız kardeşim istediğin kadar senin soy ismini alsın. Onun genlerine annem-babam damgasını vurmuş, kardeşimle aynı genleri paylaşıyoruz, sen yokken ben vardım, sen istediğin kadar kağıt parçasını gözüme sok!” cevabını verdiğimde nasıl bozuluyor, o bozulduğunda bende nasıl bir keyif oluşuyor anlatamam.

Ben mutfakta bulaşık yıkarken, mutfağa su içmeye gelen kardeş çalan:
-“Baldız, şu poşetin içinde erik var, yıka da ye” dediğinde Haccecan:
-“”Yıka da ye!” denmez. Bir tabağa koyup, yıkarsın, “hadi baldız buyur ye” diye ikram edersin. Sana nezaketi ve görgüyü öğreteceğim, seni adam edeceğim korkma kardeş çalan!” diye yanıt verip onu nasıl bozdum anlatamam. Kardeş çalan buna karşılık:
-“Seni alacak adamın Allah yardımcısı olsun!” dedi. Haccecan:
-“Beni kimse almayacak, ben satılık mıyım?” cevabını verdim. Sonra yanımda çok durmadı zaten. Onların evine gitmeden önce kardeş çalan kız kardeşime “Baldız gelse de onunla bir uğraşsam” diyormuş. Beni sevdiğinden ve kızdırmak için mi böyle konuşuyor yoksa başka bir sebebi mi var henüz bilmiyorum… Öğreneceğim… Çok yakında!!!!

Esas konuyu yazmayı unutuyordum neredeyse…
Aveaya açtığım mahkemenin ilk duruşması 10 temmuz Cuma günü yapıldı…

Duruşmanın sabahı erkenden gözlerim açıldı... Uyumaya çalışıyorum ama nafile... Sağa dönüyorum "Ben hakime ne diyeceğim?" sorusu aklıma geliyor. Bir hakim olup kırk soru soruyorum kendime bir Haccecan olup kırk soruya kırk farklı cevap veriyorum. "Tamam Haccecan düşünme, daha vakit var uyu biraz diyorum sola dönüyorum bu sefer "Hakim birşey sorarsa ne cevap vereceğim?" sorusu geliyor bu soruya 50 farklı cevap veriyorum. Bu soruları Haccecan sorup Haccecan cevaplıyor... Sorular ve cevaplarıyla uğraşıyorken kalkacağım vakit geliyor, yorgun bir şekilde kalkıyorum yataktan. Wc'ye git, duş al, giyin derken vakit hayli geçiyor. Beni en çok yoran kısım ise giyinme faslı... Mahkemeye çıkacaksın Haccecan aloooo... Geçiyorum ütü masasının başına, gömleği ütülüyorum, tam giyecekken, bu olmadı deyip başka bir tişört ütülüyorum, yok bu da olmadı deyip başka kıyafetler deniyorum. Mahkemeye giderken çiçekli, civil civil, renkgarek mavi bir elbisem vardı onu giydim. Şimdi ne alakaya maydanoz o elbiseyi giymişim diyorum kendime. Ama giydim valla. Kötü ruh halimi kamufle edip, iyi görünmek için bilinç altım bana bu emri verdi galiba. Elbisenin altınada ucuz diye aldığım siyah ayakkabıları giydim. O akşam bende kalan arkadaşımın çantasıda pek hoştu, çanta olarak da onu ödünç aldım. İşte şimdi tamamım!. Arkadaşıma kırk kere soruyorum, "oldumu, yakıştımı?" O onay vermese asla giymem!!. Giydiğim ayakkabılar benim canımı okudu ama. Mahkeme salonuna varmadan ayaklarım su topladı, nasıl canım yanıyor ... Mahkemeden sonra girdim bir markete uyduruk bir terlik aldım. Efil efil, rahat rahat giydim terliği... Şu ayakkabılardan bir yüzüm gülmedi gitti. Kaliteli olsun, ucuz olsun hepsi ayağımın canını okuyor...

İl merkezine mahkemeye giderken yolda kız kardeşim telefonda aradı. "Neredesin abla? Nasılsın, mahkemeye hazırmısın?" diye soruyor. "Yoldayım geliyorum, iyiyim" diyorum ama hiç iyi değilim. Ömrümde ilk defa mahkemeye çıkacağım, boru mu? Kızkardeşim " Bende mahkemeye geleyim mi?" diye soruyor. Bu soruya çok bozuldum fakat hissettirmedim. "Gelmek istersen gel" diyorum, o tekrar soruyor " Sen gelmemi ister misin?" diye tekrar soruyor. Bende gelmek istersen gel, benim zorumla gelmeni istemiyorum" diyorum. "Sen istersen geleceğim" yanıtını veriyor yine... Biz böyle karşılıklı aynı soruları sormaya fakat ısrarla cevaplarını vermemek için inatlaşırken; "Gelmek istemiyorsan gelme" dedim ve telefonu kapattım. Telefonu kapatırken gözlerim sulandı. Son bir ayda kardeşlerimden yediğim kazığın acısı geçmemişken, bu zor günümde "mahkemeye geleyim mi?" diye sorması acayip koydu bana. Tarihe altınla yazılan şu sözler geçti aklımdan... "Sen de mi Bürütüs?" Bu zor günümde "Yanında olmamı ister misin?" diye bir soru sorulur mu yaa? Telefonu kapattıktan sonra kendimi yeryüzünde bir tek ben kalmışım, terk edilmişim ve çok çaresizmişim gibi hissettim. O mahkemeye tek başıma gidecek kuvveti kendimde bulamadım. Kız kardeşimi telefonla aradım ve tükürdüğümü yaladım. Sadece "gellllllll" deyip telefonu kapattım. Mahkemeye beraber gitmek için kız kardeşimin iş yerine gittim.

.....

(Bu arada olanları yazmaya üşendim ama mahkeme öncesi bana en son söylenmesi gereken sözleri herkes yüzüme yüzüme haykırdı. "Kaybedeceksin Haccecan!. ..Seni kimse dinlemeyecek bile.... Bu kadar uğraşman boşuna...." Mahkeme öncesi bu sözleri söylerek bana büyük! destek veren herkese hörmetler. Sizde olmasanız mahkeme öncesi kim benim moralimi bozacak yahu)

Mahkeme salonundayız. 10 dakika oldu hala bekliyoruz. Gür sesli mübaşir arada kapıyı açıp davalı ve davacıların isimlerini bağırıyor. Benim ismim okunmadığından bekliyoruz. Nasılsa mahkeme saatinden 5 dakika önce geldik. Sonra nerden estiyse mahkeme gününün bana bildirildiği kağıdı elime aldım. Kağıdı gören kız kardeşim: "Hani mahkeme saati 10:35'ti. Burada mahkeme saati 10:25 yazıyor" dedi. (O an benim beynimden aşağıya kaynar pekmez döküldü... Birde bu huyum var. Gördüğümü yanlış algılıyorum, kağıda hiç bakma gereği duymadım ama nerden kaldıysa mahkeme saati 10:35 olarak kalmış.) Eyvah!! gördün mü? Mahkeme saatini kaçırdık, benim ismim çoktan okundu ve sıram geçti hakkımı kaybettim. (Bankalarda ki kuyruk gibi düşündüm galiba, bu da mahkeme kuyruğu, sıramı kaybettim işte!) Başlıyorum söylenmeye... "Hak aramak senin neyine Haccecan... Kızkardeşimin iş yerinde bu kadar oyalanırsan olacağı bu işte, ben aptalım, salağım, akılsızım" diye söylenip kendimle kanlı bıçaklı bir savaşa girmişken, kız kardeşim dışarı çıkan mübaşire ismimin okunup okunmadığını sorduğunda gerçek ortaya çıkıyor. Benim sıram geçmemiş. Tekrar beklemeye başlıyoruz.

......

Tam bir saat sonra Haccecanın ismi kıymetli mübaşir tarafından okundu. (İyiki bir saat beklemişiz, o bir saatde sakinleştim, rahatladım, kızkardeşimle karşılıklı espri felan yapıp güldük, kendime geldim biraz)(Duyanda idam kararımın verildiği mahkemeye çıkacağımı sanacak ama napim. Bende böyle panik ve tuhaf bir tür insanım. İdare edin)

İçeriye girdiğimde Aveanın avukatı ile Hakim konuşuyordu. Ben "nerede duracağım, duracak mıyım, oturacak mıyım, elimi nereye koysam?" diye kendimi soru bonbandırmanına tuttuğum zaman herşey olup bitti, ben de birşey anlamadım. Bir ara hakime "benim güvenliğim için anamın kızlık soyismine kadar soran avea iletişim bu yüksek fatura bedeline gelene kadar, bana bir şey sormadılar, beni bilgilendirmediler" dedim; hakim bey ise "sormazlar, sormazlar" deyip bana onay verdi.

Duruşmada verilen kararı açıklıyorum:

Oyun sitesinden kimse gelmediği için oyun sitesinin tam ismini ve adresini araştırıp mahkemeye bildirmem gerekiyor. Aveanın avukatı, ilçe merkezinden değilde ilden mahkemeye başvurduğum için buna itiraz etti. Hakim aveanın avukatının bu itirazını değerlendirip bir karar verecek. Eğer itirazı kabul ederse ben tekrar ilçeden mahkemeye başvuracağım. Duruşma Ekim ayına ertelendi.

Bana yıldırma, bezdirme, pes ettirme politikası uyguladılar ama pes etmek yok!... Onları mahkemede sürüm sürüm süründüreceğim. (Aslında kendimi sürüm sürüm süründürüyorum ama çaktırmayın. Bilinç altıma öyle yutturuyorum)

İç ses: Anammmmm... Huzur nedir bilmeyen yüreğim, sen huzur nedir bilmeyeceksin galiba... Daha yaşayacağın olaylı günlerin başındasın dur hele...

2 Temmuz 2009 Perşembe

Üzüldüklerim üzüleceklerimin habercisiymiş


Dün akşam dert ortağımın evine gittim. Ben düğünde yediğim kazıkları anlatıp rahatlamayı düşünürken, arkadaşım bir haftada yaşadıklarını anlattığında kendi derdime üzülmeyi bırakıp, onların dertlerine üzüldük. Hep de böyle olmuştur. Ben ne zaman derdimden şikayet edecek olsam karşımda ki daha büyük derdinden veryansın eder, derdim gözümde küçük kalır ve ben anlatma gereği bile duymam. Babasının borcu yüzünden evlerine haciz gelecek olan arkadaşım, geçen hafta da büyük bir trafik kazasından ufak hasarlarla kurtulmuşlardı. Babasının borçlandığı adamlar ise belalı ve mafya tipli adamlar. Her an kapılarına dayanacaklar diye evlerinde korkuyla kalıyorlar. Hayatları boyunca babalarından bir fayda görmeyen arkadaşım ve kardeşleri, babalarının kendi başlarına açtığı sorunların bedellerini ödeyerek geçirmişler. Babalarının başlarına açtığı en ufak sorunlara bile artık tahammül edemeyen arkadaşım, babalarına "baba" bile demek istemiyorlar.

Babalık annelik, kavramları gözümde o kadar büyük ki, bir spermi veya bir yumurtayı döllerken ki zevk için anne-baba olanlara belalar-kahırlar okuyorum. Zevk için bir araya gelip annelik-babalıktan haberi olmayan insanları kısırlaştırma kanunu çıkartsın devlet, altına ilk imzayı ben atarım.

Hayatımdan silip attığım! erkek kardeşimi dün telefonla aradım. "Ablamın düğününe gelemedim, bu içime çok oturdu" diye dert yanan kardeşime içimde ne var yok söyledim. "Düğün dernek birlik ve beraberlikle olur. Sevinçleri, mutlulukları olduğu kadar sıkıntı ve kederleri de paylaşırsın. Ne abin, ne sen; bırak destek olmayı hepiniz beni sırtımdan vurdunuz. Erkeğiz diye geçinen sizler benden erkeklik öğrenin. Ya hiç söz verme yada verdiğin sözleri yerine getir. Telefonda ilk ve son kez karşında ağlıyorum, ilk ve son kez gururumu ayaklar altına alıyorum. Zor günlerimde yanımda olmayan, beni sırtımdan vuran, beni arayıp sormayan, kardeşim dediğim seni ve abini artık görmek istemiyorum...." bu ve bunun gibi bir sürü şeyi söyleyip kapattım telefonu. Ardından iki tane mesaj attıp bana şunları yazdı: "Ablacığım benim yaptığım affedilmez, biliyorum. Arayıp sormadım, şimdi sen herşeyi anlatınca dahada iyi anladım. İnsanın kardeşinden bile ... Ablacım şunuda bil senden çok özür dilerim. Tek güvendiğim ve arkamda bildiğim sensin. Kusura bakma. Gerçekten çok özür dilerim. Bana lütfen darılma ablacım. Sende kendini üzme lütfen. Gerekirse burda iki ay daha kalırım, borçlarımızı bitirir öyle gelirim. Çok özür dilerim be abla. Sekiz ay sen bana analık-babalık ettin. Gerçekten özür dilerim"

Bu mesajlarla bütün öfkem bir anda geçti, buzlarım eridi, yüzümde tebessümler belirdi ve kardeşinin düzeleceğini sandım, ta ki bir kaç dakika önceye kadar. Biraz önce iki gün staja gitmediği için stajdan atıldığını öğrendim. Telefonda "hastayım, yatıyorum" diyordu bir kaç gün önce, ancak haber vermeden staja gitmediği için benim odunumu işten çıkartmışlar. Tepki olarak ağladığımı, sızlandığımı sanan sizleri hayal kırıklığına uğratacağım biraz ama olsun. Kahkahalarla güldüm öğrendiğimde... Psikolojim mi bozuldu yoksa artık olaylara üzülmenin boş olduğunu mu anladım bilmiyorum ama kahkahayla gülmek acayip iyi geldi. Artık ne olursa olsun Kemal Sunal'ın Gülen Adam filminde ki gibi herşeye güleceğim. Puahhhhhhh puahhhhhhhhh

Bir baltaya sap olsun diye uğraştığım kardeşimden dün vazgeçmiştim. Aslında gerçekten vazgeçmişim. Artık onunla ilgili bir sorun dahi duymak istemiyorum. Ben üstüme düşen, düşmeyen her şeyi yaptım. Başkasının kanatlarıyla uçulmuyor, kendi kanatlarıyla uçmayı öğretmeye çalıştım. Uçmak istemeyen kuşu zorla kimse uçuramaz. Benden bu kadar...

İç ses: Bu salak odunum oralarda napacak şimdi? Sırada ne var peki? Hey dertler size diyorum!! Erkekseniz teker teker gelin.
Diğer iç ses: Ne gülmesi be! ne gülmesi... içim kan ağlıyor...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Güvenli liman nerdesin?




19 Haziran 2009 (Kızkardeşimin düğününe gitmeden önce)
Çok hüzünlüyüm şu an. Gözümden bir kaç damla aktı... Nasıl akmasın?...
Kızkardeşimin eşyaları evin giriş kapısının önüne yığıldı. Evde kendine ait eşyaları teker teker toparlayıp kolilere yerleştirdi. Her an gitmeye hazır gibi. İçimden "gitme! kal burada" demek geliyorken, dilimden bıçak gibi keskin sözler çıkıyor, son günlerimizi savaşarak geçiriyoruz. Kocasını gözümde kardeş çalan ilan ettim, görülmeyecek kusurları gözümde dağ kadar büyük!!! Eşiyle koyu tartışmalara giriyoruz. Kardeş çalan gözümde yontulması gereken, acı ve sıkıntı çekmemiş, eğilmemiş kuru bir ağaç... O kadar önyargılı ve küçük düşünüyor ki, dünyada tek doğru kendisi sanıyor ve kendisini üstün bir ırka ait olduğunu savunuyor. Tartışırken sesini yükselterek konuşan ve karşısında ki insana söz hakkı vermeyerek haklılığını ispat! edenlerden. Onlara göre tek doğru vardır oda kendileri!!! Bence ilk önce insan olabilmek önemlidir. Irk, dil, din, mezhep farklılıkları saçma ve gereksiz; çünkü kimse dünyaya anne ve babasını seçerek gelmiyor. Anne-babası, akrabaları ve ataları ile övünmekten başka bir şey yapmayan, onların başarılarını kendine yontan insanlardan hiç haz etmem. "Sen ne yaptın?" onu söyle bana... Bazen kız kardeşimi üzeceğini düşünüp korkuya kapılıyorum. Kız kardeşim; tartışmalarımız sırasında eşiyle benim aramda kalıyor, bazen sussada çoğu zaman eşini savunuyor. Buda beni daha fazla sinirlendiriyor. Eşiyle aralarında sorun sebebi olmayayım diye çoğu zaman susmaya çalışsamda, susmayı hiç bir zaman beceremediğimden onuda başaramıyorum. İkisi gidip mutlu mesut yeni evlerinde yaşayacakken, arkalarından gözü yaşlı bakakalmak bana ağır geliyor. Düğün öncesi stresten kızkardeşim çok kilo verdi, bünyesi iyice zayıfladı, açlığa dayanamayacak duruma geldi. Kardeş çalanla birlikte baya borç altına girdiler. Yeni bir hayata başlayacak olmanın tedirginliğini ve sıkıntısını fazlasıyla yaşarken birde ben darbe vuruyorum... Ama istemeden.
Benim omuzlarımda ki yükün ağırlığı da hiç hafif değil... Sessizce taşımaya çalışıyorum. Ama çok ağır...
"Kız kardeşim mantıklı ve akıllı bir insandır, eşinde benim göremediğim birşeyler görmüş ve sevmişse elbet vardır bir sebebi... Eminim doğru kararı vermiştir" diye düşünüp kendimi teselli ediyorum. İnşallah ben yanılırım kardeşim haklı çıkar.
Maddi ve manevi çöküntü içinde olduğum şu dönem bir an önce geçsin istiyorum, yalnızlık hapishanesine girmemek için çırpınıyorum ancak ne yapsam ne etsem de yine hapis olacağım.
Dün apartmanın önünde yine bir kaza oldu. Hamile bir bayana araba çarptı.Doğum yapmasına 9-10 gün kalmış bayan vefat etti, karnında ki çocuğu ise doğdu. Çocuk dünyaya geldiğinde annesi çoktan bu dünyadan göçüp gitmişti. Kadının ölmeden önce ki hayallerini düşündüm. Çocuğunu doğurup, emzirmeyi onu büyütmenin hayallerini kuruyordu eminim. Ya şimdi? Şimdi ne yapıyor, ne düşünüyor bilmiyorum ama görevini tamamlayıp bu dünyadan gitti. Bu dünyaya minicik bir beden getirdi ve ahirete intikal etti.

01 Temmuz 2009 (Kız kardeşimin düğününden sonra)
Son iki haftam o kadar yoğun du ki... Bloğuma bir şeyler yazmak için oturduğum zaman yazdıklarımı beğenmeyip yayınlamadım. Geçen hafta ne zamandır bahsettiğim düğün için memleketteydim. Kızkardeşimin düğünü dışardan bakıldığında güzel oldu, herkes sahnede mutlu mesut oynadı, arka planda ise neler oldu neler... Çok yıprandım ve üzüldüm. Ele karşı yüzümüzü eğmedik, başımı dik tuttuk çok şükür!!! Düğünden önce ki düşüncelerim de malesef haklı çıktım.
Kızkardeşimin düğünden yaklaşık iki ay önce abimi utana sıkıla telefonla arayıp:
-Abi, bu söyleyeceklerimi kabul etmek zorunda değilsin, ancak Kızkardeşimin düğününde takacağımız takıları hala alamadık. Başkalarından para alıp onlara borçlanacağımıza, eşin ve sen kabul ederseniz sizin altınları borç alalım, size olan borcumu yavaş yavaş öderim." demiştim. Oda eşiyle görüştükten sonra, "tamam düğünde takılacak altınları biz getireceğiz" cevabını vermişti. Ne de olsa kardeştik. Bu zor günümüzde o yanımızda olmayacaktı da kim olacaktı? O günden sonra "nasılsa takılacak altınları abim getirecek" diye bu konuyu bir daha düşünmedim ve abimle de bu konu hakkında konuşmadık. Abim artık gerekeni yapardı nasıl olsa!..
Erkek kardeşimin telefon kazığı olayında ise kenara ayırdığım bütün paramı uyduruk telefon faturasına yatırmak zorunda kaldığım halde faturanın hepsini ödeyememiş, arkadaşlarımdan da borç almak zorunda kalmıştım. Kızkardeşimin düğününde takacağım bileziği hala alamamıştım. Ama sorun değildi, nasılsa abim getirecekti.
Düğünden bir hafta önce İstanbuldan memleketimize doğru yola çıkmadan önce kızkardeşime kendilerinin takacağı bileziğin ölçüsünü sormak için kuyumcudan abim telefonla aradı. Bu telefon görüşmesinde, diğer getireceği altınları ne yaptığını sorduğumda abim ise şu cevabı verdi:
-"Haccecan neden hatırlatmadın? Altınları almayı unuttuk.. Altınları bankaya koymuştuk, şu an da mesai saati de geçti, banka kapalıdır? " cevabını verdi.
Bu cevaptan sonra başımdan aşağı kaynar sular döküldü. O gün fotoğraf kursunda beni görenler, seni hiç böyle görmemiştik, bir derdin mi? var deyip sordular. O kadar moralim bozuldu ki...
Abimin düğününde yaşadığım olayları daha önce yazmış ama yayınlamıştım. O günlere geri dönersek moralimin neden bozulduğunu daha iyi anlarsınız...

08 Ekim 2008 (Abimin düğününden sonra)
Moralim acayip bozuk, biraz önce meleklerin (stajyer öğrencilerim) önünde ağlayacaktım zor tuttum kendimi...
Herşey bayramda başladı. Büyük halamı bayram ziyaretine tedirgin olarak gitmiştim zaten. kızkardeşimin sözleneceğini ben söyleyecektim. Halamın abime kız istemeye gittiğimizde ki tavrından sonra kızkardeşimin sözleneceğini söylemek benim için işkenceydi. Halamlara gittiğimizde ev çok kalabalıktı. Herkesin içinde bu haberi vermek düşüncesi tedirginliğimi daha da arttırdı. Halamın gelini çay servisi yapıyor, şeker tutuyordu. Bir ara mutfağa su almaya gittiğimde (mutfakla oturma odası birlikte), eniştem;
-"Sizin görücülerin işinden haberin var mı?" diye sözler döküldü ağzından. Bende kızkardeşimin söz olayını duymuş onu soruyor sanıp:
-"Evet, birazdan söyleyecektim, bu perşembe söz yapacağız, sizi davet edecektim" diye saf saf cevap verdim.
-"Bak adama mahçup oldum bende. Bir aydır baban borcunu vermemiş. Kuyumcu beni aradı, ben kaldım arada. O işi halledin." dedi.
Biraz daha geriye gideceğim. Abimin düğününden üç ay önce abime söylemeye başladım: "Çalışmaya başladığımdan beri girdiğim kart günlerinden altın biriktirdim. Düğünüde takacağın bilezikleri ben getireceğim" diyordum abime. Bu sözleri o bana teklif etmeden söylemiştim. Taki düğünden bir hafta önce babamın babaannemin evinden kalan hissesini bize sormadan 25.000 ytl ye sattığını duyana kadar. Babamın o evdeki hissesini bize sormadan satmasına çok üzüldüm ve kızdım. Bunun üstüne ben abime "düğününde aileme destek olmak için biriktirdiğim altınları sana vermeyi düşünüyordum ama babamın bize sormadan hissesini satmasından sonra altınlarımı sana vermeyeceğim. Senin altınlarını almak kızkardeşine düşmüyor, babama düşüyor, elinde nasıl olsa para var o alsın altınları" dedim. Abimde "tamam" deyip kapatmıştı telefonu.
Babam ise o 25.000 ytl yi çoktan tüketmiş. Evi boyatmış, mutfak ve yatak odasına dolap taktırmış ve borçlarını kapatmıştı. Hissesini satmadan önce ise abim babama "Haccecan altınları alacak" dediği için bütün aile altınları benim alacağımı düşünüyordu.
Abimin düğününden iki gün önce ise kızkardeşim, ben, abim ve annem oturmuş konuşurken, sohbet döndü dolaştı benim altınlara geldi. Ben altınları yanımda getirmemiştim. Abim sesini yükseltip "neeeee!!! getirmedin mi?" diye yüzünü astı. Getirmeyeceğimi söylediğim ve kendisinin de "tamam" demesine rağmen zeytin yağı gibi üste çıkmasına çok içerledim.
Abimin düğünün olacağı günün bir önceki günü; babam abime takacağı altınları hala almamıştı. Babam 3 bilezik takacağını söylemişti. Abim ise eşine bir altın set sözüde vermiş. Babam "ben set alamam" dediyse de abim ısrar etti. Eniştem aracı olup, tanıdıkları bir kuyumcuya gidip 3 altın bilezik ve bir set alındı o gün. Eniştem babama üç kere sormuş; "Bu parayı verebileceksin değil mi?" Babam; "Abi tamam vereceğim" demiş. Takıların takılacağı düğün gününden bir gün önce ise babam, annem ve kızkardeşim eniştemin aracı olduğu kuyumcudan 3 bilezik ve bir seti borç alıp gelmişlerdi. Babamın satıp parasıyla altınları alacağı o mahsül ne hala satıldı, ne de elinde tek kuruş para var.
Bayram günü için memlekete gittiğimizde ise tarlada ki mahsulü satıp öderim diye düşündüğü borcunu ödeyemeyen babamın borcu eniştem tarafından yüzüme vurulmuştu. Benim yüzüm asıldı ve küsüp halamların evinde bir köşede oturdum. Eniştem "borcunuzu kapatın" diye bana söyledikten beş dakika sonrada o kadar kişinin olduğu yerde kızkardeşimi de: "dışarı bi gelirmisin?" diye onu odadan dışarı çağırmış, bana söylediklerini ona da söylemişti. (Kızkardeşimin olgunluğuna ise hayranım. Benim dünyaya küstüğüm yüzümden belli oluyorken o hiç bir şey belli etmemişti.) Kız kardeşimin söz günü gibi mutlu bir haberi akrabalarımıza söylerken tepkileri kötü olacak diye tedirginken, babamın borcununda üstümüze kaldığını öğrenmiştik. Eniştem babamı bir kaç kere arayıp, "borcunu öde" dediğinde babam "çocuklar gelsin", onları bekliyorum demiş enişteme...
Kız kardeşime borç olayını anlatan eniştem beş dakika sonra da benim cep telefon numaramı aldı. Her an bana ulaşabilmek için...
Akşam olduğunda eniştemin söylediklerini babama söylediğimizde ise sadece sustu. Kızkardeşim: "Bize borç olayını keşke söyleseydin" dediğinde, babam ise "söyleseydim ne değişekcekti?" dedi. Kızkardeşim ise "O kadar insanın içinde kendimizi mahcup hissetmeyecektik, borcunu başkalarından duymayacaktık." dedi. Babam ise sustu.
Cuma günü (03.10.2008) babamın altın aldığı kuyumcuya gittiğimizde borcumuz 3416 ytl olduğunu söylemişti. O gün kuyumcuya "babamın borcu yüzünden kusura bakmayın, bundan sonra eniştemi aracı olarak kullanmayın onu aramayın, bu borcu ben üstleniyorum, Çalıştığım şehre gittiğimde borcunuzu toparlamaya çalışacağım" deyip cep telefon numaramı vermiştim. Adamın dükkanından çıkar çıkmaz, kuyumcu bizim enişteyi aramış, enişte de bizi aramıştı. Bu borcu nasıl kapatacaksınız? diye... (Türk filmlerinde ki gibi bir kahramanlık yaptım diye misafirliğe gittiğim arkadaşıma doğru sevinerek giderken, cep telefonumdan eniştem aramış bütün havamı indirmişti.)
Dün(07 Ekim 2008) kızkardeşimle çalıştığım şehirde ki kuyumcuya gidip bendeki altınları ve kızkardeşimin sözünde takılan altınları bozdurduk.
Bugün kuyumcuyu aradığımda ise şok oldum. Altın fiyatları fırlamış, 3416 tl ye aldığımız altın 3850 ytl olmuştu. Bankada ben ancak 3450 ytl yatırabildim. Geriye kalan borcu ise maaş aldığım zaman verebildim.
Bu parayı nasıl vereceğiz diye abim ve kızkardeşimle aramızda konuşacağımız zaman abim "ben yeni düğün yaptım ve bir sürü borcum var" dedi. Kızkardeşim ise sessiz kaldı. Kızkardeşim bu yaza düğün yapacak ve bir sürü kredi kartı borcu var.
Babama tepki olsun vermediğim altınları bozdurdum şu an... Tepkime kimse tepki vermedi. Üç senedir kenara yaptığım yatırımların hepsi gitti, üstüne de tekrar para vereceğim..
......
01.07.2009
Babam hala mahsulü sattımı, eline bir para geçtimi bilmiyorum. Abimin düğününde takılan altınları ben ve kızkardeşim vermişken, abimin kızkardeşimin düğününe getireceği altınları yanına almayı unutmasını! ve bana "neden hatırlatmadın?" demesini kendime yediremedim.
Kızkardeşime takılacak altınları nasıl alacağımızı düşünmekten memlekette iki gece uyuyamadım. En sonunda herkülüye ablamdan tanıdığı kuyumcuya telefon açmasını, borç bilezik istemesini rica ettim. Annemin, babamın ve benim takacağım bilezikleri çalıştığım şehirden düğüne gelecek olan arkadaşıma kuyumcudan aldırttım. Ben bunları yaparken ve nasıl yapmam gerektiğini kara kara düşünürken, abim bir kere bile "ne yapacağız?" diye sormadı. Bana telefon kazığı atan erkek kardeşim ise iki hafta önce kazandığı paradan göndereceğini söz vermesine rağmen, hala bir para göndermedi.
Abimi ve erkek kardeşimi hayatımdan siliyorum... Artık içimde hiç bir değerleri yok. Kötü günümde yanımda olmayan erkek! (erkeklik kavramı cinsel organa sahip olmakla olmuyor, siz erkekler! yanımda erkek diye gezemezsiniz bile) kardeşlerimi iyi günümde de görmek istemiyorum...
Kızkardeşimden ayrıldığıma mı, evde tek başıma kaldığıma mı, kardeşlerimden ve ailemden yediğim kazığa mı yanayım bilemiyorum...
Kardeş çalan ise düğünde beni çok kızdırmasına rağmen, kızkardeşimin hatrına bir şey demedim. Kızkardeşim gelinliği için bir ay boyunca gelinlikçiye gidip gelmesine, her şeyin en iyisi olsun diye o kadar uğraşmasına rağmen, damadımız, düğün günü kırışık ve kirli takım - gömlekle geldiği zaman sinirden kudurdum. Uzun süredir bunun tartışmasını yapıyorduk. "Bir damatlık kirala, parasını ben vereyim" diyen kızkardeşimin sözünü kıç..na bile takmayan kardeş çalana çok sinirliyim. En azından giydiği takımı kuru temizleyiciye verip temizlettirme zahmetine girebilirdi.
Bu aralar bu sorunlarla uğraştım. Maddi ve manevi çöküntüye uğradığım şu günlerde akşamları evimde düğün gününde çekindiğimiz fotoğraflara bakıp ağlayarak geçiriyorum. Merak eden arkadaşlarım kusura bakmasın. Size iyi ve güzel şeyler yazmak isterdim fakat içim kan ağlıyor...
Bu yaşadıklarım aile kavramını gözümde daha büyük ve önemli bir hale getirdi. Evleneceğim eşte daha fazla özellikler arar oldum. Aradığımı bulmak ise imkansızlaştı. Umutsuz ve güvensizim. Güvenli bir limana sığınma ihtiyacını daha fazla hisseder oldum. Bir o kadarda insanlara olan inancımı ve güveni kaybettim. Aileme bile güvenemeyeceksem ben kime güvenip yaslanacağım? Ne yapacağımı bilmiyorum. Beni görenler "bir derdin mi var, yüzün neden asık?" diye soruyor.
İlk başta bahsettiğim trafik kazası sonucu ölen hamile kadının yaşayan çocuğununda öldüğünü öğrendim. Ölüm bir kurtuluş mu? Kurtuluşsa neden yaşıyoruz? Yaşam ve hayat gözümde çok anlamsızlaştı...