Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

17 Haziran 2009 Çarşamba

Sağırlara Haykırış


Bir haftadır dünkü yapacağım eğitim için hazırlanıyordum. Halkımıza sigaranın zararlarını anlatıp, o pis şeyden hepsini soğutup, tiksindirecektim. Hepsi sigaraya lanet edecek, sigaranın çocuklarına ve milli gelirimize yaptığı zararlarını gösterip "Aman Allah'ım ben bu sigarayı içerek meğersem ne kadar büyük bir hata yapıyormuşum" dedirtecek, sigara içen herkesi vijdan azabından öldürecektim.

Eğitim günü (16 Haziran 2009) erken saatlerde eğitimi yapacağımız toplantı salonuna geldik. Giderken yanımızda bir bilgisayar, bir fare, bir klavye aldık. Yolumuzun üstünde ki okuldan projeksiyon cihazını aldık. Toplantı salonunu eğitime gelen insanlar için hazırladık, havalandırdık. Projeksiyon cihazından vereceğimiz görüntü için perde olmadığından perdeyi nereden bulabileceğimizi -bir kaç telefon görüşmesi yaparak- öğrendik. Projeksiyon cihazını aldığımız okulda olduğunu öğrendik ve tekrar okula gittik. Okula giderken kaymakam beyin yanına uğrayıp, bu büyük ulvi görevi yerine getirirken yanımızda olmasını, eğitimde bize destek vermesini isteyip onuda eğitime davet ettik. Oradan belediyeye uğrayıp iki gün boyunca bütün halka ve esnaflara duyurulmasını isteğimiz eğitimin ilan edilip edilmediğini sorduk. Halka hopörlerden anons yapan gür sesli bayan, anonsları yapmıştı. Oradada hiç bir problem yoktu. Ordan koştur koştur okula gittik. Okul idaresinden gösteri için perdeyi rica ettik. Arkadaşım demirden ayakları olan perdeyi güç bela okuldan toplantı salonuna taşıdı. Bu sefer görüntü perdenin üstünde yamuk duruyordu. Perdeyi kaldır indir, sağa-sola döndür, projeksiyon cihazını ayarla... neyse görüntüyü zar zor düzelttik. Sonra flash belleğime attığım; eğitim esnasında göstereceğim videoları bilgisayara indir, çalışmayan programları düzelt derken birden aklıma yeni bir fikir geldi!!. "Eğitime erken gelen insanlar sıkılırsa ne olacak!!?" Sonra tekrar iş yerine geldim, fotoğraflarımı ve fon müziği olarak dinletmek istediğim güzel müzik parçalarını flash belleğe attım. Koştur koştur eve gidip saçıma, başıma şekil verdim, daha şık kıyafetlerimi giydim. Eeee kolay mı halkın önüne çıkacağım!! Sonra kendime iki yumurta kırdım, bir şeyler atıştırıp koştur koştur iş yerine tekrar geldim ve toplantı salonuna arkadaşlarımla birlikte geri gittik. Görüntü daha güzel görünmesi için içerde ki ışık miktarı çok fazla diye bizim kurumun camlarında ki koyu renkli perdeleri de çıkartıp, toplantı salonunun pencerelerine taktık. Flash belleğimdeki fotoğrafları ve fon müzikleri bilgisayara indirdim. O da ne müzikler çalışmıyor!! Bilgisayarı aç kapat, sonra "ohhh!!" derin bir nefes aldık. Toplantıdan yarım saat önce bilgisayarda ki bir arıza rezil olmamıza neden olabilirdi. Sonra eğitime gelecek insanları hoş bir şekilde karşılamak için fotoğraflarımı güzel müzikler eşliğinde slayt gösterisi olarak açmıştım. Ve gelecek insanları beklemeye başladık....
Toplantı saatinin 15 dakika öncesi....Salon tıklım tıklımdı. Ben sigaranın zararlarını anlattıkça insanlar gözlerini şaşkınlık ve pişmanlıkla açıyorlardı. Gözleriyle bana bir daha sigara içmeyeceklerine dair söz veriyorlardı. Her cümlemden sonra beni ayakta alkışlıyorlardı. Videoyu ise göz yaşları içerisinde izliyorlardı. Eğitimi ise can alıcı sözlerle bitirmiştim. Tütün denetleme ekibi üyelerini sahneye çıkartmış, "artık sizi tütün illetinden kurtarmaya gönüllü bu neferlerle hayatlarınızdan sigarayı tamamen çıkartacağıma" dair sözler vermiştim. Salonda alkış kıyamet. Toplantı sonrasında kaymakam bey ve halk beni tebrik ediyor, herkes sarılıp beni öpüyordu.

Toplantı saatinden 10 dakika sonrası.... Kaymakam beyin gelmesiyle ben gördüğüm rüyadan uyanmıştım. Salon bomboştu. Kaymakam salonun neden boş olduğunu sorduğunda bir cevap veremedim. Bütün kurumlara yazı yazmıştım, halka iki gündür anons yaptırmıştım halbu ki. Toplantı katılım yetersizliği nedeniyle başka bir tarihe ertelenmiş ve iptal edilmişti. Sonra kaymakam gitti. Moral bozukluğuyla biz on beş dakika kadar sessizlik içinde oturup, çektiğim fotoğrafları müzik eşliğinde izlemiştik. Sonra bilgisayarı toplayıp, emanet aldığımız projeksiyon cihazını ve perdeyi yerine götürmek üzere toplantı salonundan ayrıldık. Binanın dışına çıktığımda ise kaldırımlarda, sokaklarda ve bütün bakkal, kahvehane, marketlerde insanlar ellerinde sigara içerek oturduklarını görüyordum....

16 Haziran 2009 Salı

Ağır gelir...


Yüreğimi yüreğine bağlayan bu bağ nedir?
Nedir seni içimde hissetmeme neden olan?
İçime akan bu coşkun sular nereden gelir?
Hangi yollardan akıp giriyor yüreğimin içine?
Kan dolu damarlara koca aşk nasıl sığar!?
Demirden zincirle bağlı değil yüreğim yüreğine…
Zincirlerle prangaya vurulmadı ki kalbim...
Kördüğümle halatla da bağlanmadı..
Anahtarı kaybolmuş paslı kelepçe hiç değil…
Ne görüyorum, ne görebilirsin bu bağı…
Ben hissederim,sen ancak istersen hissedebilirsin…
Demirden zincirler, kelepçeler eriyip gider…
Kimselerin koparamayacağı bu bağ beni eritir…
Yüreğin yaslanmış yüreğime…
Yüreğin ağır gelir yüreğime…
Bu bağı ben mi hissediyorum sadece?…
Haccecan
14.06.2009

11 Haziran 2009 Perşembe

Ordan, burdan, şurdan, benden....


Kafamda dağınık duran düşünceleri yazayımda toparlansın biraz. Yazdıktan sonra düşüncelerim daha anlamlı hale geliyor, yazıma yol gösteren doğru yorumlarda geldiği zaman yap-boz misali her parça yerine oturuyor.
Yüksek okul mezunu benim yaşıtım aynı zamanda komşum olan arkadaşım boşanmış çocuklu bir adamla kaçtı üç hafta önce. Kaçmadan bir iki hafta önce bir kaç kişi onun kocaya kaçtığını duymuş, işin aslının olup olmadığını bana sorduğunda " yok daha neler, ne kaçması, öyle birşey olsa haberim olurdu" diye yanıtlamıştım. Olay olmadan çok önce olayın olduğunu duyan bu insanları tebrik etmek gerek!!! Meğersem dedikodu kazanı olanları hissetmiş, kazanı kaynatmış, kızın kaçacağını geleceğe gidip görmüş, kırk kere "kaçtı" dediklerinden de kızı kaçırmışlardı. Arkadaşım boşanmış çocuklu bir adamın kendisine evlilik teklif ettiğini söylüyordu ama olayın buralara varacağını tahmin edemezdim. Buraların kızlarının kocaya kaçması meşhurdur. Ne hikayeler var....
Kocaya kaçan arkadaşımın evlerine bir ramazan iftar yemeğine misafir olmuştum. Tek başına yaşayan bu gurbet kuşunu (yani beni) ramazanda tek başına evde bırakmayı kendilerine yakıştıramamışlardı. Evin küçük oğlu bazen evime gelir, dersleri hakkında soru sorardı. Çocuğun davranışları çok hırçın, asi ve yaşıtlarına göre çok farklıydı. O akşam iftar yemeğinde çocuğun babası, tabağında yemek bıraktığı için sofrada misafirin olup olmadığına aldırmadan oğlunun yüzüne 4-5 şamar atmıştı. Bu dayak çok koymuştu bana ama sofradan da kalkıp gidemedim. Diğerleri için bu dayak gayet olağan ve normaldi. Onlara göre normal bir davranışı ben anormal karşılayıp sofradan kalmamın daha büyük sorunlara neden olabileceği korkusuyla oturduğum yere mıhlanıp kalmıştım. Kocaya kaçan arkadaşımın aile yapısını bu olayla biraz olsun anlatabilmişimdir umarım. Arkadaşım kaçmadan önce babasına "boşanmış - çocuklu bir adamla evlenmek istediğini" söylediğinde babasının ne yaptığını tahmin edersiniz. Arkadaşımda o evde artık durmamış, yep yeni bir hayata; yaşadığı cehennem hayatından kurtulmak için gözleri kapalı atlamıştı.
Geçen hafta apartmanın önünde karşılaştığım kocaya kaçan arkadaşım; baş örtüsünü çıkarmış, kızıl saçları ve daracık kıyafetleriyle, eşinin arabasından çıktı ve ayak üstü biraz konuştuk. Her zaman istediği şeydi, baskı ve zorla takdığı o baş örtüsünü çıkartmak. Sonunda istediği olmuştu. "Çok mutlu olduğunu, o adamın (babasının) hiç bir söz söylemeye hakkı olmadığını" söylüyordu. Babası; annesi ve kardeşlerini kendisiyle görüştürmüyordu. Umarım çok mutlu olursun dileklerimi söylemekten başka bir şey yapamadım. Herkes olayların iç yüzünü bilmediğinden kaçan kıza demediklerini bırakmadı, ben ise gönülden destekliyorum....
Dün ise arkadaşımın annesiyle apartmanın kapısında karşılaştık. İki büklüm olan beli daha da bükülmüş, omuzlarında ki yükün ağırlığı daha da artmıştı sanki. Dokunsan ağlayacak gibi bir hali vardı. Yanına gidip halini sormaya çalıştığım da arkadaşımın babası çıka geldi bir arabayla. Hafiften kafayı çektiği belliydi. Arabanın kapısını açtı, eşine bir şey uzattı, o esnada bana "nasıl olduğumu, neler yaptığı mı?" sordu. "İyiyim, düğün koşuşturmacasıyla uğraşıyoruz" dediğimde, "sende kızkardeşin gibi yapma" dedi. Ben ise "nasıl yani" diye sordum. "Kızkardeşin gizli evlendi, sen öyle yapma" dedi bana. Ben ise "Ne gizlisi, bütün ailemin haberi var, aylar öncesinden nikahları kıyıldı" dedim. "Sen öyle yapma işte, seni ben vereceğim" dedi bana. "Beni kimse veremez, ben istersem evlenirim" dedim "Seni ben vereceğim" deyip arabanın kapısını kapatıp gitti. Bu adamdan çok tırsıyorum öyle böyle değil. Oğluda iki sene önce yurt dışından bir kızla evlenip Almanya'ya gitti. Adama daha fazla dayanamadı bu kurtuluş evliliğini yaptı. Sonradan öğrendiğimde ise oğluna benimle evlenmesi için bile baskı yapmış. Arkamdan ne dolapların döndüğünü öğrendiğimde şaşırıp kalmıştım. Adamdan böyle tırsmama ve görmek istememe rağmen mecburen karşılaştığımızda hiç bir şey olmamış gibi gülümsemek ve sohbet etmek zorunda kalıyorum. Bu bana çok ters ama yapıyorum işte...

......
Geçen sene yazdığım Kadınlar Ne İster? yazımda isteklerim arasına şunlarıda yazmıştım.
"Hayatıma sözleriyle ve eleştirileriyle müdahale etmek yerine; varlığıyla, bedeniyle, ruhuyla müdahale edecek, yürekli, dürüst, içi dışı bir olan insanların olmasını isteme hakkıma saygı"
"Güzel ve iyi yaptığım işlerimde ve davranışlarımda takdir edilmeyi isteme hakkıma saygı"
Bunları hala da istiyorum. Hala istediğime göre geçen seneden beri bir arpa boyu bile yol alamamışım demek ki... İyi bir amaç için çalışmak kendimi mutlu ve işe yarıyor hissetmeme neden olur. Doğru olduğunu düşündüğüm konu için mücadele etmek benim için zorunluluktur. O iş için mücadele etmezsem kendimi korkak ilan eder ve ondan sonra kendimle acımasız bir mücadeleye başlarım. Çaba ve amaç harcadığım işlerde ise bırak takdir görmeyi, işin üstesinden gelememem için yoluma konmayan çalı, taş; bana atılmayan çamur kalmıyor. Bazen kendime en yakın bulduğum insan bile bilmeden de olsa bana engel olabiliyor. Mücadele etmek benim "varolmam" için bir zorunlulukken mücadele ettiğim için yapılan eleştiriler ise "yok ol, geber" denmesi kadar ağır ve acımasız geliyor bana.
Bir sorunum olduğumda veryansın ettiğimde tek ihtiyacım olan biraz ilgi, sevgi ve anlaşıldığımı hissetmek olmasına rağmen, anlama-dinleme zahmetine girmeden sorunun benden kaynaklandığını, kendimi düzeltmem ve sakinlikle olayları kabul etmem yönünde nasihatlarını eksik etmeyen değerli dostlarım... Size de anlatamadım derdimi... Zaten kimseye anlatamadım.
Sevgisizlik; anlatılan cehennem azabını dünyada yaşamaktır. Bedenin cehennem ateşinde yandıkça kül olmak yerine yanan derin tekrar var edildiğinden ve bu azap sonsuz bir hale geliyor. Ben bu azabın içinde yanıyorum diye haykırırken, sevgi, saygı, ilgi suyunu üzerime serpmek yerine yine bol bol nasihat dinledim. Her insan gibi benimde iyi ve kötü huylarım var. İyi huylarım kötülerini kamufle edecek kadar büyük ve güçlüyken; dikenlerimi törpüleyip yok etmek yerine, dikenlerim var diye suçlanmaya devam ettim. Gül dikenle yaratılır, dikenim yoksa gül olmuşum neye yarar?
Arabanın karbüratöründe su yok, arabanın motoru cayır cayır yanıyor, yola devam edemez dediğimde; su vermek yerine arabanın motorunun sıcaklığından şikayet ettiniz. En acısıda ne biliyor musunuz? Siz haklıydınız...
Motoru sıcaktan patlamak üzere olan arabayı tamir edip öyle bir hale getirmeliyim ki, ne suya ihtiyaç duysun ne yakıta ne de şoföre. Arabada kurtulsun sizde... Arabayı tamir edeyim derken yok etmek pahasına da olsa bunu yapmaya karar verdim. Bu araba yakıtsız , susuz ve şoförsüz çalışacak!!! Kimseye minnet etmeyeceğim, aşk için bile olsa...

4 Haziran 2009 Perşembe

Tütün Denetimi


Bloguma yazı yazmaya karar verdiğimde ilk önce içimde tuhaf bir heyecan oluyor, sonra aklıma yazacak bir sürü şey geliyor, "yazmayı düşündüklerimi nasıl yazarsam daha güzel olur?" diye planlar yapıyorum kafamdan, yazmak için bilgisayar başına oturduğumda ise heyecan yerini korkuya bırakıyor. Hiç bir şey yazamayacakmışım hissine kapılıyorum, aklıma tek cümle bile gelmiyor. Yazmak kolay bir iş değil... Yazanlar bilir bunu. Tam bir sancı ve duygu karmaşası. Yazarken yazdıklarımın etkisiyle yüzüm kırk şekle giriyor. Bazen kızıyorum, bazen gülüyorum, bazen kin duyuyorum. Bu yazının sonu nereye gidecek henüz bende birşey bilmiyorum. Ama yazmak istediğim konu iki gündür çıktığımız tütün denetimleriyle ilgili olacaktı. O yüzden daha fazla uzatmadan o konuyu yazmaya başlayayım en iyisi.

Tütün denetimi ekibinde artık bizim yeni başkan görevli değil. Kendisi işlerinin yoğunluğu! nedeniyle gönüllü olarak bu tütün denetimliği görevinden ayrıldı. Benim gözümde şu dört ayda aldığı en güzel karar, ettiği en doğru laf buydu. Yerine şuradaki "sen bu işi yaparsın, bak neler yapacağız" diye gaz verip ikna ettiğim bay marifeti görevlendirdim. Zaten adın çalışkana çıktıysa her işte sen görevlendirilirsin. Çalışkan olduğu, işten kaçmadığı ve sigara içmediği için en uygun aday oydu. Malesef gözümde başka bir aday da yoktu zaten.

İlk olarak salı günü çıktık dolaşmaya. Denetim ekibi üyeleriyle daha önce bir araya gelip, neler yapacağımız konusunda eğitim vermiştim. Ekiptekiler tam benim kafadan. Hepsi hoşgörülü, konuşmayı bilen, çalışkan, azimli, yumuşak huylu, kararlı, işini ciddiye alan insanlar. Ama aralarından en çok polis olanı tuttum. Bayıldım adama ya... Herkes onu gördüğünde selam veriyor, herkesle sohbeti var, herkesin sorunundan haberi var, sorunlarını halledip halletmediğini soruyor. Bir kahvehaneye gidiyoruz mesela; "işletme sahibi nerede?, iki dakikasını bize ayırabilir mi? deyip polis abim gür sesiyle dikkatleri üstümüze topluyor. İşletme sahibi yanımıza geldikten sonra; " yeni yasa hakkında haccecan hanım size bilgi verecek" deyip sözü bana bırakıyor. Benim sesimde onun sesinden aşağı kalır yanı yok yani bende bla... bla... yeni yasa hakkında başlıyorum kuralları anlatmaya. "yeni tütün yasasından haberiniz var mı?" diyerek söze başlıyorum. "Yeni yasa gereği; -sigara içilmesi yasaktır- afişlerinin herkes tarafından görülebilecek bir yere asmanız gerekiyor. Küllükleri buradan kaldırıyorsunuz, bina içinde oluşturulmaş sigara içmek için alan varsa o alanları kapatıyorsunuz, sigara içmek isteyen vatandaşlarımızı kapalı alanın dışına yönlendiriyorsunuz. Vatandaşların sigara izmaritini, paketini ve her türlü çöpünü yere atması da yasak ve 25 tl para cezasına çarptırılacakları konusunda bilgi verirseniz ve iş yerinin önüne vatandaşın izmaritini atacağı metal bir kutu koyarsanız iyi olur. İşyerinizde sigara içmesine izin verdiğiniz takdirde 1000 ile 5000 Tl arasında para cezasına çarptırılabilirsiniz." Burda ki tüm kahvehaneleri, kıraathaneleri, çay evlerini, lokantaları, kafeleri, restaurantları, köfte salonlarını, bakkalları, marketleri, büfeleri, eczaneleri resmi kurum-kuruluşları, okulları tek tek dolaşıp aynı şeyleri tekrar tekrar söyledim. Bu görev için bir araç tahsil edilmediğinden her yere yürüyerek gittik, elimizde mevcut olan -sigara içmek yasaktır- afişinin hepsini dağıttık, yeni afiş için matbaa ile anlaşmamız gerek ama bunun masrafını kim karşılayacak belli değil. Bizim ekip o kadar kararlı ki "gerekirse cebimizden veririz" dediklerinde "işte olay budur" dedim, sevgi damarım kabardı, hepsine tek tek sarılmak geldi içimden. Valla ben bu ekiple sabah akşam dolaşırım, gıkım çıkmaz.

Bu sabah kahvehane sahiplerinden birisi arkamdan yetişip beni durdurdu. "Haccecan hanım her kahvehaneye uğramışsınız fakat benim kahvehaneye uğramadınız. O afişlerden almak için geleyim mi sizin oraya?" diye sorduğumda içimden bir kahkaha atmak geldi. Bu vatandaş gibi yeni yasayı dört gözle bekleyenler olduğu gibi, bizi gördüklerinde yüzleri asılan iş yeri sahipleride oldu. Kahvehanede sigara içilmezse müşteri kaybeceğini düşünüyor ancak şartlar eşit olacak. Tüm kahvehanelerde sigara içilmesi yasak olduğu için müşteri kaybı gibi bir sorun olmayacak. Bu yasa sigara içenleri cezalandırmak için değil, sigara içmeyenlerin sağlığını korumak amacıyla çıkartıldı. (En çok söylediğim cümlelerden bir taneside buydu.)

Beni kimse görmesin, duymasın diye ıssız yerlerden giden gelen beni artık tanımayan kalmadı desem yeridir. Kahvehanelere 4 badigardın arasında girip, çatır çatır konuşup çıkıyorum. İtiraz edecekleri bir konu olduğunda arka fondan hemen fırlayıp itiraz ettiği konuyu çürütüyorum. Bayan olduğum içinde saygıdan çok itiraz edemediler bana. En çok verdiğim örnek ise şu oldu; Amerika da sigara içen ve sigara içmeyen iki vatandaş hastaneye geldiği zaman ilk önce sigara içmeyen vatandaşa sağlık hizmeti veriyor çünkü sigara içen kişi sağlığa zararlı olduğunu bile bile içiyor. Amerika sigara içen vatandaşına böyle ikinci sınıf vatandaş muamelesi gösterirken, gelişmekte olan ülkeler arasında olan Türkiye' ye Amerika'nın muamelesi farklı değil. Kendi ülkesinde satmadığı tütün ürünlerini bizim ülkemizde satıyor, hem cebimizi hem vücudumuzu çürütüyor." diyorum veya "çocuklarımız elimizde keyifle içtiğimiz sigaraları gördüğünde veya rengarek sigara paketlerini gördüğünde sigaraya ilgi duyuyor, özeniyor. Gelecek nesilleri korumak için çocuklarımızı sigaranın kötü etkisinden korumamız, onlara iyi örnek olmamız gerek" diyorum. Böyle açıklayacı konuştuğumda insanlar hak veriyor ama alışkanlığından dolayı içtiğini söylüyor. Market veya bakkal sahibi; "Kimi anne ve babalarında çocuklarını bakkala sigara aldırmak için gönderdiğini " söylediğinde çocuklara kesinlikle sigara vermiyorsunuz, almak isteyen vatandaş kendisi gelip alsın" diye sıkı sıkı tembihledim.

Bu aralar çok yoğunum; iş yerinde beraber işleri yaptığımız hüthütün oğlu sünnet olduğundan, iki haftadır yok. İşleri tek başıma yapıyorum, ay başı işlerimizin yoğun olduğu bir dönem, iki hafta sonra izne ayrılacağım için iş bırakmamam gerekiyor, tütün denetimi için esnafı ve kurumlarıda bu ay gezmemiz ve yeni kanun hakkında bilgilendirmemiz gerek ki, gelecek ay denetimlerde "neden ceza kestiniz, haberimiz yoktu" diyemesinler. Bu denetimler için bütün köyleride gezmemiz gerekiyor. Köye gitmemiz için aracımız yok, buda belirsizlikler arasında, bu belirsizlikler ise canımı sıkıyor. Haftanın üç günü mesaiden sonra fotoğraf kursuna gitmeye devam ediyorum. Kursun olduğu yerde açılan sergide iki fotoğrafım sergilendi geçen hafta. Bu arada kız kardeşimin düğün koşuşturması da devam ediyor. Kızkardeşimin eşinin tayini sonunda buraya çıktı. Ev tuttular, eşyaları yavaş yavaş alıp yerleştiriyorlar. Bu haftasonu kızkardeşimin evini temizlemeye gideceğiz. Pazar günü ise yine fotoğraf gezisine gidiyorum.
Kız kardeşimin eşide düğüne kadar benim evde kalacak. Kızkardeşimin ve eşinin başında nöbet tutuyorum, başlarından bir dakika ayrılmıyorum. Düğüne kadar kız kardeşim benim, onu kimse alamaz benden. Ha ha..... Kızkardeşimin eşinin ismide "kardeş çalan" olsun. Kardeş çalanla çok inatlaşıyoruz.
Bu arada arkadaşlarımın tanıştırmak istediği beyefendiyle tanıştım sonunda. İsmi "bitli biret" olsun onunda. Tanışma dediğimde 9 kişilik çaylı, yemekli bir sohbet ortamında topluca konuştuk. Bire bir hiç konuşmadık. O beni, ben onu görmüş oldum. Bitli bired tüm hayırlarıma rağmen arabasıyla kızkardeşimi, kardeş çalanı ve beni evimize kadar bıraktı. Beni çok beğenmiş, oturmasını kalkmasını bilen, akıllı-mantıklı konuşan, güzel!, bir bayanmışım. Tekrar görüşmek ve telefon numaramı istetdi ama düşüneceğim deyip vermedim telefon numaramı. Düşündüm... Kararımın ne olduğunu sonra yazayım bu yazı çok uzadı....
Bu aralar hayatımda ki son gelişmeler bunlar....

3 Haziran 2009 Çarşamba

Karga!!!


Karga!!
Ötüp durma başımda
Git demedim mi sana
Her yer karardı baksana
Gidipde tünesene yuvana

Karga ey karga!!!
Sende kara sesinde kara
Yoksa bahtında mı kara?
Kalbinde de var mı yara?
Ondan mı bunca tantana?

Ey karga!!!
Baksana sen bana
Kime diyorum Allahaşkına
Sesler anlamsızlaştı biranda
Seni duymuyorum anlasana

Karga... Karga!!
Sende bülbülle yarışsana
Gülün aklını başından alsana
Aynaya bakıp aldanma
Belkide gül kanar sana

Karga!!!!
Sende mi duymaz oldun
Sesinden korkar oldun
Aynaya bakmaz oldun
Daha yanıma gelmez oldun

Karga... karga!!!!
Gül bülbüle yandı
Ömürleri birlikte soldu
Sen yine tek kaldın
Bunu kaderin sandın...
Sana yine ben kaldım...



Haccecan
03.06.2009