Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

30 Kasım 2010 Salı

Kuş Dili


Yukarı da ki cik'leyen kuş fotoğrafının altına;  "Kuş dili: Cccccccccciiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiikkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkkk)  
Tercümesi:(Günaydınnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn)" yazıp  Karadeniz'e mail olarak göndermem ile aramızda yaşanan diyaloğu da yayınlıyorum. 
 
Karadeniz:
Amanın bu kuşun niyeti "günaydın!" demek değil, insana beyin travması geçirtmek galiba. Ne o öyle bağıra çağıra günaydım mı olur efendim? Hafifçe "-Günaydınlar .!" denir. :))))
Günaydın..
 
Haccecan:
(Hafifçe!) "-Günaydınlar .!" O kuşa aldırmayın siz. Kibarlıktan ne anlar o? Günaydın demenin adabını bilmiyordu (k) sayenizde öğrendi (k). İç ses: Hafiflik o kuşa sökmez ama neyse!!!
 
Karadeniz:
Efendim kibarlık hiç bir zaman kaybettirmez. Kuş da olsa kibar ve nazik olmalı değil mi? Zaten ne çekiyorsak, kaba kuvvet, kaba anlayış ve zorbalıktan çekmiyor muyuz? Daha güzel bir dünya için daha güzel bir insan olmak gerekir. :)))
 
Haccecan:
Sağırlar karşısında haykırmak gerekir bazen. Sahte bir kibarlıktan ve naziklikten, güler yüzün- tatlı dilin altında kapkara bir kalp varsa, sahtecilik varsa kuşların bana beyin travması yaşatmasına razıyım. Belanın bir çoğu yüze gülerek gelir. Tecrübelerim bana bunu öğretti.
Amacı "günaydın" demek olan Kuş bir "cikkkkk" dedi diye bu kadar lafı hak ettimi onu da düşünmek gerek? Niyetiyle değil de sözleriyle bu kadar eleştiri alan kuşun "günaydın" deme hevesini söndürebilirsiniz. Dikkat! Size bir daha günaydın demez. Gerçi bununda sizin için sorun olacağını sanmıyorum. "Kuş benim niyetimi anlamadı ne yapabilirim?" diyerekten kendinizi haklı ilan edeceksiniz büyük ihtimal. Kaybeden kuş olur demi?
 
Karadeniz:
Kibarlıktan uzak hala kendi öncelikleriyle yaşayan, kural tanımaz bir kuş... Tavırlarını haklı çıkartmak için samimiyeti bir yana bırakıp işi demagojiye döküyorsa O'nun daha çok kanat çırpması lazım.
Sevgili Kuş..! Sağırlar karşısında bağırmak ancak ve ancak insanı komik duruma düşürür. İletişim kurmak için ya yazıyı kullanırsın yada işaret dili öğrenirsin. Ayrıca şunu da belirteyim ki. Nezaket teslim olmak değildir. Su da çok yumuşaktır ama asla teslim olmaz. :)))))
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu son cevabından sonra Karadeniz'e cevap yazmadım. Bozuldum cevabına resmen. Ulan herifi adam yerine koyup fotoğrafın altına "günaydın" yazıp mail atıyorum bana söylediklerine bak!!!! Sen kimsin kiiii? Karadeniz'in hiç bir lafın altında kaldığına şahit olmadım. Lafları, sözleri öyle bir döndürüp dolandırır ki "onu şimdi alt ettim işte!" diye galibiyetim için! sevinip dururken bir bakmışım ki o beni alt etmiş!!! Bunu kaldırabilir miydim? Tabi ki hayır. Güçlü, kuvvetli, bileği bükülmez, zor olan benimmmmm!!! 


Ertesi gün ise yukardakine benzer bir kuş fotoğrafının altına "cik!" "Günaydın!" yazıp mail olarak Karadeniz'e gönderdim. Ben de rahat durmuyorum ayol...  Maile karşılık Karadeniz; "Hımmm kuş tavır mı yapıyor yoksa bana mı öyle geldi? :)))))" dediğinde ben; " Size öyle gelmiş. Kuş ağzını açsa "nezaketsiz", ağzını kapatsa tavır almış oluyor! Kuş sadece kendi dilinde "günaydın!" diyor. Diğer yüklediğiniz bütün anlamlar size ait, kuşa değil." dediğimde aşağıda ki fotoğrafı mail olarak gönderdi bana.

 

Gönderdiği fotoğrafın üstüne aramızda hiç bir diyalog yaşanmadı. Ama benim kafamın içinde ki çark dönmeye, kurmaya başladı tabi hemen. Bu fotoğrafta bir bebek, bir kadın ve bir erkek eli var!!! Karadeniz bana bir imada mı bulundu!! Yok canım biz çok iyi arkadaşız, arkadaşın gönderdiği maili diğer türlü düşünmek bana yakışmazdı.
Likya yolu yürüyüşü öncesinde sanal olarak görüşmemizin dışında yüz yüze bir kez karşılaşmıştık. Bu fotoğraf karşısında içimin yağları da eriyip bitti. Fonda, "Bir ben, bir Karadeniz, bir bebek!" şarkısı eşliğinde hayallarin birinden ötekine atlamaya başladım. Sanal olan bir arkadaşlığın, aramızda yaşanan sohbetin diğer türlü anlaşılması ve farklı bir yöne doğru sürüklenmesi doğru olmazdı. İçimde büyük meydan harbi yaşamaya başladım. Bir tarafım; "Kontrolü elinden bırakma sakın Haccecan!!!! Kendine gel!" diyorken diğer tarafım; " Boş ver Haccecan, akan ırmakların önüne baraj kurmayı bırak artık?" diyordu. "Boş ver Haccecan!" diyen tarafın sesi daha yüksek tonda çıkıyor, silah ve mühimmat bakımından daha kuvvetli iken, o sese karşı "kontrolü elinden bırakma!" diyen tarafın karşı koyması gittikçe zorlaşıyordu. "Çağlayan ırmağın önünde ki setleri kaldır!" diyen sesimin geldiği tarafa silah ve mühimmat yardımını yapan ise bizzat kendimdim. O tarafın kazanmasını istiyordum. 

29 Kasım 2010 Pazartesi

Senin İçin Dileklerim



Likya Yolu yürüşüyünden önce ki Karadeniz'le birbirimize gönderdiğimiz maillere son hız devam...

Karadeniz:

SENİN İÇİN DiLEKLERiM...
Sana, her şeyi paylaşabileceğin biriyle, birlikte olma mutluluğu dilerim.
Her zaman olmasa da en istediğin zamanlarda, bulduğuna değil umduğuna sahip olmanı dilerim.
Kötü günlerde senin elinden tutacak kadar çok mutlu anıların olmasını dilerim.

UMARIM
Kapıyı zamanında açıp telefon son kez çalmadan önce yetişirsin.
Lüks bir lokanta da adlarını ilk kez duyduğun yemekler arasından hoşuna gidecek olanı seçersin. Cebinde her zaman eve dönecek kadar paran olur. Birileri için vazgeçilmez olursun
Kışlık ceketinin cebinde hatırı sayılır miktarda para bulursun. Banka hesabın hep çoğalır.
Neler yapabildiğine kendin de şaşırır, bir hayale değil, gerçek birine aşık olursun. Tam istediğin yanıtı alırsın. Açık, akıllara kazınan, güçlü. Hem de anında.

GÜÇLÜLÜK VE CESARET
Senin için dileyeceğim bir dilek gerçekleşecek olsa, önce ne isteyeceğimi şaşırırdım.
Güzellik tehlikeli. Bilgeliğin kazanılması gerekir
Aşk ise senin bileceğin bir iş. Ama sonunda eminim ki bunlardan da iyi bir şey seçerdim: Cesaret
Umarım aşkın bedelini asla kendini ezdirerek ödemezsin.
Umarın bütün zorbaların hakkından gelir, başın dik olarak yürüme gücünü bulursun. Verici olmak büyük mutluluktur. Ancak hep ama hep vermek aklı ve yüreği kurutur.
Çay bahçesinde, resim galerisinde, kırlarda... Nerede olursan ol, birazda almasını bil. Bırak kuşlar, resimler, kitaplar, gerçek dostlar canına can katsın. Biz insanların beslenmesi gerek.

MUTLULUKLAR, SEViNÇLER
Adresini yitirdigin bir dostundan mektup gelmesi;
Sana gereksinimi olan birinin seni görünce gözlerinin gülmesi;
Ektiğin tohumların filizlenmesi; yitirdiğin bir şeyin taşınırken bulunması;
Güneşin ilk ışıkları, sabah kuşların cıvıltısı,
Yağmurdan sonra buram buram toprak kokması;
Sevdiğin insanın karşına çıkması;
Yağmurda el ele yürüyüş;
Toprağın, tohumların uyanışı ...
Düşünme, düşünülme;
Sevme, sevilme...
Düğün,dernek...
Kız çocuk, erkek çocuk..
Büyümeleri gelişmeleri...
Onların mutluluğunu görmek..
Torunları kucaklamak, onlarla çocuklaşmak, yeniden yaşamak geçmişi, işte sevinçler, işte mutluluklar. Doyasıya yaşamak gerek. Eğer olanağım olsa seni bütün üzüntülerden korurdum....

VE ŞUNLARI
Heyecanla beklediğin telefonun yanlış numara çımasını, Pahalı bir ambalaj içindeki hediyenin hoslanmadığın kokular salmasını, Büyük ikramiyeyi bir numara ile kaçırmanı, Karşılıklı sandığın sevginin karşılıksız çıkmasını, Tatilde çektiğin fotoğrafların yanmasını, Uzaktan kuş diye sevgi ile baktığın şeyin aslında ağacın dalında asılı kalmış bir çorap olmasını ..Ve aşkın da biten bir şey olduğunu tatmanı HiÇ iSTEMEZDiM.

ZOR GÜNLER
Acıların yorumunu yapmak anlamsızdır. Hiçbir zaman geriye dönülmez. Hiç bir büyü olanları değiştiremez, suç kimsenin değildir. Aldığın yaralar ne denli derin olursa olsun, yüreğinde sakladığın keyifli anları, küçük mutlulukları unutma.
Kendine zaman tanı, Nasıl olsa bu da geçer, gider...
Yitirmek bizi tüketir. Ama yüreğine acıları gömmeyi öğrenmelisin.
Yaşam seni yeniliyecektir. İnan bana. Geçmişi ardında bırakmanın ve her şeye yeniden başlamanın sağladığı
Mululuğu yaşamanı isterim. Bütün başarısızlıkları, kederleri, kötü yazgıları senden uzak tutabilsem keşke: ama o zaman yaşamın kendisinden uzak düşerdin.
Mutluluk kadar kalp acıları, yürek sancılarıdır bizi canlı kılan ve yeniden yaşama bağlayan.
Mutluluğu sakınarak sürdür; ödünç alınmıştır çünkü...

NEREYE GiDERSEN GiT
Yürüdüğün o bildik yolda yeni başlangıçlar olacaktır. Korkular, kuşkularla dolu zorluklar yaşanacaktır.
Mutlu şaşkınlıklar da olacaktır.
Bir dönemeçte dünya ayaklarının altında uzanacak , bir diğerinde derin vadiler karşılayacaktır seni.
Yürüdükçe yeni tatlar, yeni kokular, yeni dokunuşlar kesecek yolunu. Bu seçtiğin yol senin mutluluğun, senin yaşamın. Mutluluk diliyorum. Ancak kendi kabuğuna çekilerek yaşanan mutluluğu değil...
Rahatlık uğruna hayallerinden vazgeçerek elde edilen türden olanı da değil....
Gerçekten yapmak istediklerini yaparken yaşanacak mutluluğu.
Ya da çaba gösterme riskini, verme riskini, sevme riskini göze aldığında duyulan mutlulukları...
 
 
Haccecan:
 
Dilerim ki! .. (güzel dilekler)
Bir sabah uyandığında,
Seni ilk karşılayan
Açık camdan içeri giren
Rüzgar olsun
Yazdan kalma..
Kuş senfonisi kulağının pasını alsın
Burnunun direğini sızlatsın çiçek kokuları
Güneş görsün, üşüyen yerlerin..
Burnunun ucunda bir kelebek olsun
İlk gözlerini açtığında!
Rengarenk bir kelebek,
Kanatları ebem kuşağı..
bir çift göz, sımsıcak gülüşlü! ..
Kalktığında gerinip sonrası;
Ellerinden tutsun uğur böceği
Ve eşlik etsin sana kahvaltı için
Ve sen ona tereyağlı ballı ekmek ver,
Annen, terlik papuç alsın yolculuk öncesi
Sonra da ardından bir tas su dök
Geriye dönüşleri için, yolcunun! ..
Yaşadığınca;
Dört yapraklı yoncalar açsın ömrüne!
zamanlı zamansız
Ve hiç gitmeyecek bir sevgili ile
Doğsun aşk gönlüne! ..
Hiç ağıtlı türküler söylemeyesin
Sılaya, mektuplar hiç yollamayasın!
Ve bir şeylerin eksikliğini hiç duymayasın
Bir gülüşe hasret kalmayasın
Yalnız geceler hiç görmeyesin
Göz yaşların hüzünden, hiç akmasın!
Dilerim ki hiç,
Hiçbir şey için geç kalmış olmayasın
“dilerim ki hiçbir zaman bet bir dua almazsınız! ..”

27 Kasım 2010 Cumartesi

Nil'in Gözleri


image00422.jpg


1.Versiyon: Kadin / Erkek: Bir erkeğin hayatı nasıl karartılır?
Kadın: Saçımı kestireyim mi?
Erkek: Olur.
Kadın: Ama kıyamıyorum.
Erkek: Öyleyse kestirme.
Kadın: Canım değişiklik istiyor...
Erkek: O halde kestir.
Kadın: Bana akıl vermeyi bırak, delilere verir gibi.
Erkek: Eğer nasıl hoşuma gittiğini bilmek istiyorsan, sana derim ki uzun saçlı. Bunu biliyorsun.
Kadın: Beni tanıdığında kısaydı.
Erkek: Ve sana tam olarak ne dediğimi hatırlıyorum :"Ne güzel olurdun uzun saçla"
Kadın: Ama herkes kesmemi söylüyor.
Erkek: Bu durumda kuafore git ve bırak uyuyayım lütfen. Bunu senden Allah rızası için istiyorum.
Kadın: Peki nasıl kestireyim? Kat kat mı yoksa perçemli mi?
Erkek: Kat kat.
Kadın: Bana yakışacağını sanmıyorum, çünkü saçım çok düz. 
Erkek: Bırak perçemli olsun öyleyse.
Kadın: Cok yorucu.
Erkek: Yorduğu zaman tekrar kestirirsin.
Kadın: O zaman asla uzatamam.
Erkek: Uzatmak istiyorsan kestirme güzelim.
Kadın: Bana güzelim deme!!!
Erkek:?!?!?!?!!!

2.Versiyon: Kadin / Kadın:
1.Kadın: Ah şekerim saçını mı kestirdin? Ne kadar güzel olmuşsun!
2.Kadın: Ay sahi mi söylüyorsun? Ben pek emin olamıyorum. Ay çok mu kısa oldu acaba...?
1.Kadın: Amaaan ne alakası var. Benim yüzüm bu kadar geniş olmasa, aynı kesimi ben de denerdim. Benim şu saçım klasik oldu artık, yeni bir modele hiç cesaret edemiyorum.
2.Kadın: Ay yapma Allah aşkına nesi varmış yüzünün....Bak şöyle  şuralarından kat verdirsen, harika olur!Benim de boynum uzun olmasa aynı senin ki gibi bir model yaptırırdım.
1.Kadın: Ah şekerim sen de bir alemsin. Keşke benim de boynum senin ki gibi olsa. En azından şu çökük omuzlarımın dikkat çekmesini engellemiş olurdum.
2.Kadın: Ayol sen ne diyorsun? Senin gibi omuzları olmasını isteyen bir sürü kız var... Giydiğin her şey sana öyle yakışıyor ki... Bir de benim şu kısa kollarıma bak. Omuzlarım seninkiler gibi olsaydı, giydiğim bluzlar üstümde emanet gibi durur muydu?
Vır vır vır, dır dır dır... 

3.Versiyon: Erkek / Erkek:
1.Adam: Saçını mı kestirdin?
2.Adam: Evet
1.Adam: Sıhhatler olsun abi!..
2.Adam: Sağol...
 
Karadeniz:
Güzel mail de bu tür batılı maillerden çevirilmiş mailleri artık pek fazla dikkate değer bulmuyorum. Diyeceksin niye zira; ben bu kadınları hiç tanımıyorum, tanımadım. Bu kadınları siz nerede tanıdığınız onu da bilmiyorum. Zira; ne benim annem ne de sizin anneniz bu kadınlardan. Ben Anadolu kızlarını ve kadınlarını tanıdım. Anadolu kadını; çocuklarının bakımı, evinin işleri ve tarla ve bağ ve bahçe derken erken yaşta yıpranan. Bırakın bir kuaförü aynada dahi kendisini doğru dürüst göremeden ölen Anadolu kadınlarını bilirim ben. Ben onlar tandırda ekmek yaparken, samanlıkta tozun için saman çiğnerken, erkeğinin peşi sıra ekinleri tırmık yaparken tanıdım... Sarıldı mı sımsıcak ana gibi sarılan Anadolu kadınları... Bizim kadınlarımız... Ya da en iyisi benim kadınlarım...Yalın ayak suya giden... Tarla da doğum yapıp bebeğinin göbek bağını çakı ile kesen ve eteğine sarıp eve dönen sanki yaptığı çok normal bir şeymiş gibi akşam yemeğini hazırlayan Anadolu kadınlarının hikayelerini dinleyerek büyüdüm.  Onlar ne saçlarını ne tırnaklarını ne de giyim kuşamlarını tartışacak vakitleri olmadan şafakta kalkan ve herkes yattıktan en az 2 saat sonra yatan cefakar analardır. Ben bu kadınları bilirim. Ben bu kadınların haklarını savunurum. Ben bu kadınlara yâr ve gerçek sevgililer derim.
O batılı, bakımlı kendinden başka kimseyi takmayan, aynada suretine aşık kadınları bilmem, görmem, görsem bile görmezden gelirim...
Kendine iyi bak Haccecan... Görüşmek dileğiyle...
Şimdilik hoşça kal...
 
Haccecan:
Doğrunun hakkını yiyemeyeceğimi söylemiştim. Bunlar çok doğru... Helal olsun valla, hatta bir de ödül bu doğruya.
(Nilüfer çiçekleri ödülünüz)
 
Karadeniz:
Nil'ü Fer ler ( Nilin gözleri) için çok teşekkürler. :D

26 Kasım 2010 Cuma

Bir Ateistle Sohbetler...



Adamın biri evine gelir ve posta kutusunda telefon faturasını görür. Bakar ki 3 milyar küsür lira fatura. Beyninden vurulmusa döner. Hemen ayrıntılı fatura ister. Fatura gelir. Aranan bütün numaralar adamın arkadaşlarına ve dostlarına aittir. Adam 'Bu nasıl olur? Ödeyeceğiz mecburen' der. O sırada gözü papağanına takılır. Bir an tereddüt eder. Gece papağanı gözlemeye karar verir. Papağan kafesinden çıkar ve telefonun başına gidip rehberi açar, adamın arkadaşlarını tek tek arayıp saatlerce konuşmaya başlar. Adam sinirden çıldırmış bir şekilde papağanı yakalar ve kanatlarından duvara çiviler. Papağan çarmıha gerilmiş bir vaziyette duvarda asılı kalmıştır. Adam sinirle papağanı azarlar; -Bir hafta burada asılı kal da aklın başına gelsin. Çek bakalım cezanı.  Adam gider. Papağan bir bakar karşı duvarda çarmıha gerilmiş İsa heykeli durmakta. Hemen muhabbete koyulur;  -Birader sen ne kadardır buradasın? -2000 yildir buradayim, der heykel.  Papağan hayretler içinde kalır; -Ohaaaa! Nereyi aradın lan öyle?
 
Haccecan:
Yarası olan insan (kim olabilir acaba?!!!) bu  fıkraya acı bir tebessümle gülüyor. Neden acaba?!! :))))))  (Erkek kardeşimin oyun sitesine bir sürü mesaj atması sonucu 2000 Tl telefon faturasını gelmesini kast ediyorum)
 
Karadeniz:
Eee Tanrı'yı ararsan olacağı bu! 
 
Haccecan:
Tanrı'yı aradım demedi ki İsa heykeli. 

Karadeniz:
Demesine gerek yok ki. Hal ve vaziyet ortada. :)) 

Haccecan:
Gözümle gördüğüm, kulağımla duyduğum olaylara bile "acaba!!" diyorum ben. Gerçi bu bir fıkra. Gülünüp geçilmesi gerek değil mi?

Karadeniz:
Hani ben olsam neyse de senin gibi inançlı birisine hiç yakışmıyor! Neredeyse İsa'nın peygamberliğinden şüphe  duyuyorsun diyeceğim yoksa sen bu aralar septik düşünceye fazlaca mı takılıyorsun? 

Haccecan:
Benim tartışmayacağım tek konu içimde yana yana varlığını  hissettiğim Allah'ın varlığıdır. Allah öyle muhteşem ki onun var olmasına bile gerek yok.
İsa'nın telefonla Allah'la konuştuğunu siz söylediniz. Fıkrada böyle bir şeyin yeri yoktu. Yoksa papağanın telefonun tuşlarını çevirip konuşmasıda mantık dışı, papağanın İsa heykeliyle konuşması da mantık dışı. Fıkrada ki İsa ile Allah'ın elçisi İsa arasında fark var. Bunun inançla ne alakası var? İsa'nın peygamberliğinden  şüphelenmemle nasıl bir ilgi kurdunuz. Bana yakışmayan neymiş onuda anlamadım?!  
 
Karadeniz:
Fıkrada herşey mantık dışı ama Allah mantık içi ve sen bunu tartışmıyorsun bile. Bu durumda diyecek bir şey yok. :((( Sözün bittiği yerdeyiz yani.

Haccecan:
İçimde yana yana varlığını hissettiğim Allah nasıl olmaz?  Ben kadınım, hissederim. Hissedersem vardır, hissetmezsem yoktur. Mantık aramam. Şunu size bir türlü anlatamadım. Sence yok, bence var. Buna kimse karışamaz. Şu sorularıma cevap vermediniz. Siz benden daha çok kaçmaya başladınız, cevaplamadığınız bir çok soru var. İsa'nın peygamberliğinden şüphelenmemle nasıl bir ilgi kurdunuz. Bana yakışmayan neymiş onu da anlamadım?

Karadeniz: 
Gözümle gördüğüm, kulağımla duyduğum olaylara bile "acaba!" diyorum ben" Bunlara dahi acaba diyen bir insan görmediği duymadığı birşeylere ne de sence inançlı birinin sarf edeceği tür bir cümledir.
 
Haccecan:
Hissettiğim şeylere de "acaba!" diyorum dediğimi hatırlamıyorum.  

Karadeniz:
Sözcükler ve cümlelerin yazılı metinler ya da antlaşmalar gibi kesinlikle ağızdan çıkması gerekmez sende bilirsin. Bir insan fiziksel deneyimlerinden dahi kuşku duyar olması hiç bir fizik tecrübesi olmayan başka bir şeye ise koşku duymadan yaklaşması normal dünyada anormaldir. En azından benim için tutarsızlıktır.  

Haccecan:
Görmediği, duymadığı, tutamadığı ama içten içe yanan, hisseden aşk adamı!! Bunca yıl görmediniz, duymadınız ama hissettiniz. Aşkı da inkâr ediyorsunuz,  dikkat edin!! 

Karadeniz:
Ben aşkı gördüm, duydum ve hissettim. Hiçbir şey kurguya dayalı hikaye değil. Aşk bir akıl oyunu değil. Olmadı benim için. Bundan sonra da olmayacaktır.  

Haccecan:
Aşkın bir resmini çizin bana ve gördüklerinizi anlatın ve de benimde görmemi sağlayın o zaman. İnanayım.  

Karadeniz:
Resmini çizmek mi? Kendisi bizzat hayatta. Resmini çizmekte ne demek? Ayrıca aşk inanmak diye bir şey olmaz. Bilesin. Aşık olunur. Haccecan sadece aşık olunur. Aşka inanılmaz.  

Haccecan:
Aşka inanmıyorum demedim. Siz "Bir insan fiziksel deneyimlerinden dahi kuşku duyar olması hiç bir fizik tecrübesi olmayan başka bir şeye ise kuşku duymadan yaklaşması normal dünyada anormaldir. En azından benim için tutarsızlıktır." sözünüze karşılık ben; "Görmediği, duymadığı, tutamadığı ama içten içe yanan, hisseden aşk adamı!! Bunca yıl görmediniz, duymadınız ama hissettiniz. Aşkı da inkâr ediyorsunuz, dikkat edin!!" dedim. Siz ise bir iddea da bulundunuz. " Ben aşkı gördüm, duydum ve hissettim. Hiçbir şey kurguya dayalı hikaye değil. Aşk bir akıl oyunu değil. Olmadı benim için. Bundan sonra da olmayacaktır." dediniz. Aşkı hissettiğinizden eminim ama gördüğünüz, duyduğunuz aşkı benimde görmemi ve duymamı sağlamanızı istedim sizden ve dedim ki; "Aşkın bir resmini çizin bana ve gördüklerinizi anlatın ve de benimde görmemi sağlayın o zaman. İnanayım." dedim. Aşka inanmadığımı asla söylemedim. Aşkı hissederek yaşarsın. Siz aşkı daha önce yaşadığınız için aşkın varolduğuna inanmışsınız. Hiç aşık olmayan insanlar aşkı inkâr eder ve aşk diye bir şey olmadığını söyleyen insanlarda olduğuna göre, hissedersen aşk vardır, hissedemezsen aşk yoktur.
Aşkı da hissediyorum, Allah'ıda hissediyorum. Bence ikisi de var.
Bu arada gördüğünüz, duyduğunuz aşkı benim de duymamı ve görmemi sağlamadınız. Yine kaçıyorsunuz!!!

Karadeniz;
İnsan da aşk kurguya dayalı değil derken anlatmak istediklerim pek anlaşılamamış gibi. Benim yaşadığım aşk benim tecrüberime dayalıdır. Yaşadıklarımın zihnimde bıraktığı hatıraları ve bu hatıralar verdiğim değerleri sana öylece aktarmam da söz konusu olmadığına göre, istediğin şey pek mümkün görünmüyor. Bu arada varolan ve yaşanılan şeylerin insanda duygu yüklenimleri oluşturduğu doğrudur ancak "hissedilen her şey vardır demek" metafizik bir yaklaşımdır. Yani ben şimdi ayda bir guguklu kuş var ben ona inanıyorum ve hissediyorum dediğim zaman ayda bir guguklu kuş olmuyor. Off ki off Haccecan.   

Haccecan:
Aşk'a kattığınız değerleri bana öylece aktarmanız mümkün olmadığına göre Allah'ın içimde ki değerini size gösterebilmemi beklemezsiniz artık.  
Siz Allah'a inanmadığınızı O'nu bildiğinizi fakat bildiğinize inanamadığınızı söylemiştiniz. Bu söylediğinize göre benim "Allah'a inanıyorum demem, size mantıklı gelmeyecek tabi. "Benim düşüncemi bırakıp sizin iddeanızdan yola çıkalım. Aşkı da görüyor, duyuyor, hissediyor biliyorsunuz. Allah'ı da. Allah'ı biliyorum ama inanamıyorum demekle neyi kast ediyorsunuz?   

Karadeniz:
Herşey bir yana benim Tanrı inancı ile ilgili hislerinizi bana anlatın gibi bir talebim olmadı. Zira, ben oradan geliyorum. O hayal şehrinin Avrodizyak etkisini çok iyi bilirim. Tanrı hakkında söyleyeceğim hiç bir şeyin sizi yolunuzdan şimdilik alıkoyamayacağını da biliyorum. Ancak yine de şu söz üzerine düşünmeni ama tarafsızca yani saha ya da tribünden değil objektif olarak sağlık veririm. "Tanrı ölümsüz insandır. İnsanlarsa ölümlü Tanrılardır!"

Haccecan:
Önyargılı olmak yerine bildiklerinizi benimle paylaşsanız, ben de bildiklerinizi bilsem? Yolumu kendim seçerim, beni yolumdan alıkoymak gibi bir göreviniz ne şimdi ne sonra yok. Sizin bildiklerinizi anlayamayacak bir düzeyde ne şimdi değilim ne de sonra olacağım. Acaba ve neden sorularını çok sorarım ve böyle olduğumu da biliyorsunuz. Sizi her zaman önyargısız ve tarafsız dinledim. Bildiklerinizi dinlemeye ve anlamaya çalışmaya her zaman açığım. Ancak kendinize gizem ve farklılık katmaya, konuyu karmaşık ve anlaşılamaz hale (dini anlaşılamaz hale getirmekle suçladığınız din adamları gibi!) getirdiğinizde ve ya benim şimdi anlayamayacağımı söylediğinizde bunun altında başka şeyler ararım!.
"Tanrı ölümsüz insandır. İnsanlarsa ölümlü Tanrılardır!"  Firevun'un sözleri mi bunlar?

Karadeniz: 
Demek istediğimi çok güzel özetlemişsin. Demek Firavu'nun sözü.  Peki hiç Firavunları kendi tarihlerinden okudun mu? Onlara karşı biraz ön yargılı değilmisin? 10 000 küsur sene mısır ve halkını döneminin çok üzerinde  gönenç içinde yaşatmış bu hükümdarları umarım incelemiş ve okumuş biri olarak bunları söylüyorsundur..
Benim kimsenin inançı ile meselem olmaz Ancak, gerçeği arayan er yada  geç ona ulaşır. Öyle görünüyor ki sende bu yolda yürümektesin. Çünkü, sana öğretilenlerin gerçek hayata uymadığının sancılarını çekiyorsun.  Öğretilenler ile yaşadılarının çelişkisini açıklamaya çalıştıkça birgün  bu arayıştan vazgeçmez ya da çifte standarlar geliştirmezsen. Zaten kendiliğin oraya geleceksin. Şimdilik derken kastım bu idi. 
Aşk konusuna gelince bu konuda yazılacak çok şey var. Ancak, benim şahsi tecrübelerimin sonucunu sorarsan, bence aşk bir insana yada başka birşeye sevgiyle yaklaşmak, saygıyla davranmak ve onun yanında yer almak için tutkuyla dolu olmaktır. Unutmamalısın ki bazı şeyleri kendin keşifedersen değeri vardır. Ben sadece nezaret edebilirim. Yolculuk senin yolculuğun ben nereye gideceğini ya da bu yolculuğun nerede son bulacağını kestiremem. Sadece sana yolculuğunda yoldaşlık edebilirim. Rehber ben değil kendinsin.. :-[ 

Kafes Kuşları


Karadeniz'in burada ki Sevda Masalları adlı yazısına karşılık "eskiden her şeyin daha güzel ve yaşanılanların daha anlamlı olduğunu, kendimi bu zamana ait hissetmediğimi, keşke geçmişte bir zamanda yaşamış olsaydım" diye yazdığım bir maile karşılık aramızda yaşanan diyaloğu olduğu gibi yayınlıyorum. Duygularını açıklamaya çalışan kıza "git yuvanı kur!" diyen Karadeniz, bu diyaloğumuzda o kıza "kafes kuşu" olarak hitap ediyor. Likya yolu yürüyüşünden önce yaşanan bir başka diyalog...

Karadeniz:
Zamanın sıkıntılarını her dönemde o dönemi yaşayan insanlar  çekmişlerdir Haccecan. Eskiye duyulan özlem eskiyi hep iyi yönleri  ile hatırlamaktan kaynaklanır. Bu yüzden yaşadığımız zamanı ve  hayatı lanetleyerek çekilmez bir hale getirmek bizim için zor  olanı bir de çekilmez hale getirmekten başka bir anlam ifade etmez.  Onun yerine arzu ettiklerimizi ve yaşamak istediklerimizi  gerçekleştirmek için az ve ya çok çabalamak ve yapabildiğimiz  kadarının tadını çıkartmak ve çekip gitmek tek hedef olmalı. Tarihi o döneme öykünen ve kutsayan fanatiklerin slaytlarından  değil daha gerçekci ve nesnel yaklaşan tarihçilerin kitaplarından okumalı.  Bir de ne olduğumuz değil asıl sorun ne olmak istediğimiz ve ne olacağımızdır. Çünkü; rövanş her zaman gelecektedir. Maçta giden  süreye değil kalan süreye göre oynanır. Kendine iyi bak.
 
Haccecan:
Sizin Sevda Masalları'nda yazdıklarınıza göre; yaşadığımız zamanın aşklarını "poşet aşklar zamanı" olarak görmek, eski zaman aşklarının hep  iyi yönlerini hatırlamaktan ileri geliyor. Günümüzün park köşelerinde yaşanan aşkları, eskiden gizli saklı yaşanırmış. Yukarda ki yazdığınız sözleri benim olduğu kadar sizinde duymaya  (okumaya) ihtiyacınız var bence... 
Eğer tarihi gerçekci ve nesnel yaklaşan tarihçilerden okumamız gerekiyorsa, siz neden o dönemin gerçekci olaylarını değil  sadece güzelliklerini anlatan Sevda Masalları adlı yazıyı bana gönderdiniz? Hem  güzellikleri okumamı sağlıyorsunuz, hemde "Neden güzelliklerin yaşandığı çağda yaşamıyorum? Ben bu zamana ait değilim!" dediğimde de "Fanatiklerden değil gerçekçilerin yazdığı tarihin okunması  gerektiğini" söylüyorsunuz.  Beni hem bir rüyaya daldırıp, hemde rüyadan uyanmamı sağlıyorsunuz! Yanlışmıyım?
Sizde kendinize iyi bakın.
 
Karadeniz:
Hayatı tek bir boyutu ile görmek ve yaşamak yerine onu tüm yönleri  ile görmek ve bir çok açıdan yaklaşmak gerektir. En güzel kadrajı yakalamak için sende fotoğraf çekerken öyle yapmıyor musun?
 
Haccecan:
Yani şimdide diyorsunuz ki; "Tarihi hem gerçekci yazarlardan hem de  fanatik yazarlardan oku, her açıdan tarihe bak, yaklaş" diyorsunuz öylemi? E hani "Tarihi o döneme öykünen ve kutsayan fanatiklerin slaytlarından  değil, daha gerçekci ve nesnel yaklaşan tarihçilerin kitaplarından okumalı" diyordunuz?
Fotoğrafa herkes başka açıdan bakar, yüzbin tane fotoğrafçı olsa, yüzbini de farklı bakar. Bence ve sencece düşünürüm ben, isteyen istediği gibi bakar ve düşünür, yeterki başka bakışlara saygı olsun.
 
Karadeniz:
Bence de olsa sence de olsa bakılan şey gerçektir. Zira; herkes aynı şeyi görür. Bence diyerek diretmek hem insanı sadece tek boyutlu bir  bakışa hemde eksik bakıştan dolayı yarı şaşı bir yaşama götürür. Bildiklerimize diğerlerininkileri ile harmanlamak zorundayız. Ancak bu harmanın neticesinde doğruya yaklaşabilir, onu  anlayabiliriz. Sence ve Bence... Bu sözler çok itici ve uzlaşmaktan uzak şeyler. Zira; görüşler nasıl insandan insana değişirse zamanla da aynı insanın görüşleri değişebilir. Dünya da hepimiz emanet düşünceleri ve  fikirleri taşırız. Bu bağlamda ne bence vardır ne sence ne de  onca. Sadece aynı gerçekliğin farklı yorumları vardır.
 
Haccecan:
Sen yanlışsın demeden, bence diyerek düşüncenizi söylerseniz, karşı  tarafın sizi dinlemenizi sağlarsınız. Sizi dinleyen kişi, kendi düşüncesine sıkı sıkı bağlı değilse ve sizin "bence şöyle!" diye anlattığınız  düşünceyi doğru bulursa, oda artık sizin gibi düşünmeye başlayacaktır. Bence ve senceyi hala savunuyorum. Savunuyorum ama kör bir inatla  değil, benim dediğim "doğru!" diyerek değil, herkesin düşüncesini  özgürce ifade edebileceği bir ortamda, ne benim doğrularımın küçümsenerek, ne de karşı tarafın düşüncelerini yadıryarak değil karşılıklı diyalog ortamında her düşünce ortaya dökülebilmeli. Körü körüne bence diyerek bir düşünceye saplı kalmak tabi ki doğru  değil. Herkes kendi düşüncesini açıklayabilmeli ve kimin düşüncesi  doğruysa o düşünceyi kabullenip kabullenmemekte herkes özgür bırakılmalı. Tıpkı kuşlar gibi özgür bırakılmalı. Ama kuşlarında  birbirinden farklı olduğunu kabul etmeli.
Kafes nedir bilmeyen kuşu kafese sokarsan ölür, kafeste gözünü açmış  kuşu salarsan oda ölür. Ölmemek için kendine kafes arar.

Haccecan:
Bence ikimizde aynı şeyi diyoruz ama siz, bence ve sence diyerek düşüncelerin ifade edilmesinin yanlış olduğu düşüncesine taktınız nedense. Yukarıda ki görüşler sizce olan görüşler ve bence de doğru görüşler. Doğruya itirazım olamaz.

Karadeniz:
Anlaşılan hala anlaşılamadık. Ben "bence sence yoktur" derken kakıp "bu benim görüşüm bu senin görüşün" nasıl derim. Ben zaten bildiklerimin bana ait olmadığını ama daha iyisini bulana kadar bunlarla yol aldığımı söylüyorum. Ben yanlışsın demedim. "Herkes biraz yanlış biraz doğrudur" dedim. Burada ki kıstas benim için insanın kendini gerçekliyeceği daha  özgür hayata ulaşmasını sağlayan düşüncelerin içselleştirilmesi. Ayrıca ben kula dost olmaya çalıştım yani çok sevsemde kafeste bir kuş  is- te- mi- yo -rum. Eh kuşta bunu anlayabilmeliydi.
   
Haccecan:
Cevabınızı en alta yazmışsınız, yeni farkettim. Dün cevabını yazdığım cevabınıza tekrar cevap yazmışım. :D Ee yaşlanıyorum mazur görürsünüz artık. Yukarıda ki sözlerinize cevabım ise yine aynı.
Kuşa "Ben kafeste bir kuş istemiyorum" dememiş, "git başka kafese gir!" demişsiniz. Oda dediğinizi yapmış. Halbuki o kuş babanızın dediği gibi zaten kafes kuşuymuş, özgürlüğü bilmiyordu ki kafesinden çıksın. Üstünden çok zaman geçmesine rağmen, olanları kuşun anlayamamasına bağlıyorsunuz. Anlatmamışsınız ki anlasın!! Bence sorununuz ise kuşla birlikte kendinizin kafese gireceğini düşünmenizden o kuşu kafeslemek istememişsiniz.  Kafese girmek istemediğinizden de kuşa "git başka kafese gir!" demişsiniz. Dediğinizi yaptı diye de onu anlamamakla suçluyorsunuz. Halbuki siz de başka kafese giden kuş kadar suçlusunuz. Şu kuşu azad edin artık dostum. Yani kendinizi azad edin.
Halbuki siz kafesin içinde bir kuşsunuz, başka kuşlara da diyorsunuz ki "Ben kafeste kuş is-te-mi-yor-um."  İlk önce kendinizi azad edin.
NOT: Cevaplarınızı en üste yazın ki görebileyim. Gözümde sorun var biliyorsunuz :DD

25 Kasım 2010 Perşembe

Bir Ateistle sohbetler...

Yanılmışım Tanrı Varmış

Likya yolu yürüyüşünden önce aşağıda ki gönderdiğim mail hakkında Karadeniz'le yaptığımız diyaloğu olduğu gibi yayınlıyorum.
Karadeniz'e gönderdiğim e-posta:

Hiçbir şey yoktu, yalnız Sen vardın.
Hiçbir şey yoktu, aşkın vardı.
Aşkını izhâr ettin, yarattın bizi.
Vahdaniyetinin tecellîsiyle bütün kalplere bir katre aşk iksiri serptin.
Ehadiyetinin tecellisiyle bütün kalpler Sana âşık…
Bildim, seven sendin beni!..
Bütün varlıklarda yansıyan güneş gibi,
sevgisiyle saran Sendin beni…
Annemin merhamet yüklü sesi,
yüreğini yüreğimin üstüne koyan dostun merhabası,
başımı okşayan Peygamber eli,
hâtırasıyla hüznümü alan sevgilinin sohbeti…
bildim hep Sendendi.
Sevdin, sonra kopmaz bir zincirle kendine çektin.
Zincirin her bir halkası, Senden tecellîlerdi.
Aşkına âşık olduğum Mecnûn “Sen”din.
Aynalarda seyrettiğim Yûsuf, “Sen”!..
Sonsuz siyah güller,
lâcivert akşamların iğde kokusu,
hüzün yüklü sonbahar,
yağmurun toprağa dokunuşu,
bir gül renginde eriyen akşamlar,
Dost'un yüzü, sevdiğim ne varsa, hep “Sen”dendi.
Sevgili, en Sevgili!..
Sûretlerden geçerek, Sana erdir beni!..
Merhametinle arındır, kalbimi!..
AMİN
“Tecellî, tecellî edeni gösterir.” ( Hazret-i Mevlânâ)

Karadeniz:
Buna derler Paganizm :))) Doğaya taparlık. Eski inançlar yeni olanın yetersizliklerini nasıl örtü olarak kullanıp kendilerini su üstüne taşıyor :) Güzel örnek :)

Haccecan:
İçimizde yaşadığımız bu muhteşem düzen tesadüf olamaz...
Eski olsun yeni olsun herşey mutlak bir gücü işaret ediyor. İnsanlar Mutlak gücü dile getirirken bildikleri kadarı ile ifade etme gereği duyuyor. Bunu yaparken eski inançların söylemlerini kullanmasının ne mahsuru var? Siz bildiğinizi bildiğiniz gibi yapabilirsiniz, ama insanların bildiklerini küçümseyip; birde sonlarına gülücük attığınız zaman... İşte o zaman kızıyorum. Hemde çok.. Sen kimsin ki be adam.. Kimsin?
Bir zamanlar Allah'ı aramak için çok gayret ettiğinizi biliyorum. Sınırları çok çok çok geniş olan bu kainatta, kainatı oluşturan her zerrede, belkide bir kadına duyduğun aşkta. Her şeyde aradın. Bulamadın. Bulamadığın için yok deyip çıktın işin içinden. Bulamamayı kendine yakıştıramadın belkide?
Kibirin dolanmış boynuna, boğuluyorsun haberin yok!
"Tanımlamaya çalıştığın arazi gözün gördüğünden çok geniş olduğu için her adımda yeni ufuklar çıkıyor karşına ve şaşırıyorsun. Bu doğaldır. Birgün beni tüm sınırlarımla tanıdığın zaman bana karşı merağın bitecektir!" (Karadeniz)
Belkide cevap yukardaki satırlarda gizlidir. O nu buldun, tanıdın ve merağın bitti.
Bir zamanlar Ateist olan birisinin yanıldığını itiraf ettiği kitabı var yanda ki linkte. "Yanılmışım Tanrı Varmış" 
 
Karadeniz:
Hımm. Dur bakıyım şu inançları bir ayıralım...
Teist: Dini inanç sahibi. Bu tür için Tanrı vardır ve kendi inancına göre bir peygambere inanır ve dini kuralları aynen hayatına tatbik eder. Tanrı vardır der. Ve dinin gönderdiğini kabul eder.
Dualist: Tanrı inancı vardır. Ancak peygamber ve din inancı yoktur. Ona göre evreni yaratan bir güç vardır. Ve biz bu güce Tanrı deriz. Ancak, bu gücün dinler ve peygamberler ile hiç bir ilintisi yoktur.
Agnostikler:Bunlar için Tanrının varlığını ya da yokluğunu ispat edemeyiz. Doğru olan onun hala bilinemez bir kavram olarak orta yerde durması ve birçok argümana konu olması. Onun için sukûnetle bu konunun aydınlanmasını beklemeliyiz. Tüm inançlara kuşku ile yaklaşır ve iman belirtisi yoktur.
Ateistler: Bunlar için Tanrı yoktur. Bir varoluş ortamında yaşamaktayız ve evren hakkında bilgilerimiz sınırlıdır. Varoluşu açıklamak için bilimsel çalışma esastır. Bilimin izah etmediği herşeye kuşku duyulmalıdır. Dinler safsatadan ibarettir.
Şimdi yukarda ana hatları ile sınıfladığımız iman seviyelerinin bir de kendi aralarında sınıfları vardır ki bundan sonra şahsın araştırma konusu olup, ev ödevi tamamen isteğe bağlıdır.
"Yanılmışım Tanrı Varmış" kitabının yazarına ait olmadığına, uydurma bir kitap olduğuna dair yazı var yanda ki linkte. Antony Flew
 
Karadeniz:
Hayırlı ramazanlar arkadaş. Ne oldu? Ne için cevap yazdın?  :(((

Haccecan:
"Ne için yazdın?" dediniz ama sanırım "Niçin yazmadın?" diye sormak iste(me!)diniz.
Düşünüyorum...
Düşünüyorum...
O yüzden yazmadım...
Dünden kalan cevap hakkımıda kullanmak istiyorum....
Karadeniz bir sudur. Suya neden böyle demek yerine olduğu gibi kabul etmek gerek. Su girdiği kaba göre şekil alır. Susuz hayat olmaz. Suyun can aldığı da olur. Suyun doğasıdır bu. Ya değirmen olup sudan faydalanırsın, ya da fırtınada suda boğulursun. Fırtınada boğarkende can çekiştirmekten haz alır.
Şimdi kafamda bir fırtına oluşturup beni boğmak niyetiniz farkındayım. Ancak sizinle mücadele etmem imkansız. "Onlar kafes kuşudur oğlum" diyen babanız konumundayım şu an. Haklı olduğumu bilsemde siz haksız olduğumu söylediğiniz için susmak zorundayım. Haklılığımı zaman gösterecek.
Yukarda ki yazdığım satırlara cevaben "Haklı olmak gibi bir çabam yok!" diye yazacaksınız muhtemelen. Benimde haklı olmak gibi bir çabam yok. O yüzden de susuyorum. Bu satırlardan sonrada "Kaçıyorsun" diyeceksiniz. Evet kaçıyorummmmmmmmmmmmm ne olacak.?
Bazı bilgilerin %100 doğruluğundan nasıl emin olabiliyorsunuz bilmiyorum. Ben körü körüne şu doğrudur diye savunamıyorum. Bilmediklerim içinde doğru şu diyemem. Benim gönderdiğim kaynaklara da yalan diyen başka kaynakları ortaya çıkartıyorsunuz. Onların yalan olmadığını nereden bilebiliriz?

24 Kasım 2010 Çarşamba

Geniş arazide kaybolan Haccecan!!!



Bütün ay çiçekleri güneşe doğru bakıyorken bir ay çiceği diğerlerinin tam tersi  yöne bakıyor iken ayçiçek tarlasının çekildiği bir fotoğrafı Karadeniz'e göndermiş fotoğrafın altınada "Farklı olmanın farkı.... Millet gider mersine, ben giderim tersine..." diye yorum yazmıştım. Bunun üzerine Karadeniz'le aramızda yaşanan diyaloğuda yayınlıyorum. Likya yolu yürüyüşünden önce sizli bizli olduğumuz dönemde yaşanan diyaloglar...

Karadeniz:
Bu fukarayı (ayçiçeğini) birisi çevirmiş. Aynı açı ile duruyor. :)) Senin tersine gitme sebebin nedir? 
 
Haccecan:
Fotoğrafın yorumuydu o sözler... Pek düz gitmesekte, tersde gitmiyoruz çok şükür. Siz ne tarafa gidersiniz? Mersine mi tersine mi?
 
Karadeniz:
Ben aklımın ve yüreğimin götürdüğü yere gittim hep. Zaman zaman yanılsakta, halimizden memnunuz. Millet ile işim olmaz yani :))))) 
 
Haccecan:
Akıl ile yüreğinizin götürdüğü ortak noktayı bulabildiniz mi? Akıl ile yürek genelde farklı konuşuyor da bende.
 
Karadeniz:
O bir çok insanda öyle ancak bizde öyle değil. Fark zaten buradan kaynaklanıyor. Yüreğiniz ve aklınız el ele vermedikçe dünyada huzur bulmak zor iş. :)))
 
Haccecan:
Bu sözleri huzuru yakalamış mutluluk abidesi mi söylüyor!? Şaşırtıyorsunuz yine beni.
 
Karadeniz:
Normal huzur tanımlarımız farklıdır. Huzur; Moral, disiplindir. İnsanın hayatının genel çizgisinin durumunu belirtir. Bu demek değildir; hayatında değişiklik olmayacak, farklı deneyimler yaşamayacaksın. Benim hayatımda huzur koşullara, olaylara ve kişilere bağlı bir değişken değildir. Ancak bu demek değildir ki acılarım, sancılarım ve beni üzen olaylar yok! Sanırım bu kadar açıklama kafi, sana da biraz işçilik düşsün değil mi??? :)))))))))
 
Haccecan:
"Küçük olaylara, kişilere, koşullara dayalı sıkıntı çekmem. Bunlar küçük lokmalar. Sıkıntılarım genel gidişata, elimden gelmeyen konularadır. Sıkıntıyı kabullenerek sessizce katlanırım" diyorsunuz. Düşününce bir yol yok. Kırk Karadeniz'in kırkından birinin analizini yapabilirim ancak. Her konuşmamda farklı biri olan Karadeniz'i anlamak çok zor.
Sizi anlayamadığım için eksiklik bende mi? Hayır değil. Siz de mi? Hayır değil. Karadeniz sudur. Suya "neden böylesin?" demek yerine olduğu gibi kabul etmek  etmek gerek. Su girdiği kaba göre şekil alır. Susuz hayat olmaz. Suyun can aldığıda olur. Suyun doğasıdır bu. Ya değirmen olup sudan faydalanırsın ya da fırtınasında boğulursun. Fırtınada boğarkende can çekiştirmekten haz alır. Bu hazzı size yaşatmayacağım. Benim acılarım, sancılarım, beni üzen olaylarım bana yetiyor. Acıları da yaşamasını biliyorum, mutlulukları da.  Sizi anlamaya çalışmayı bırakalı çok oldu. Bunun için enerji harcamak sizin deyiminizle işçilik yapmak boşunadır. Mücadeleci ruhum sizinle mücadele ediyor o kadar.
Bu arada benim işçi, sizin usta olduğunuzu kim söyledi? Hangi yetkili sizi başıma usta yaptı? 

Karadeniz: 
Ben kendimi usta diye nitelendirmedim. Sadece size de biraz işçilik kalsın dedim. Kendine işçiliği bana ustalığı yatıştıran söylem tamamen sana ait. Ben sadece işin bu kadarını ben yaptım geri kalanınıda sen hallet dedim. Ancak her zaman olduğu gibi bıraktığım boşlukları değil kast etmediğim şeyleri varmış gibi görerek yine beni itham ediyorsun. Bence sakıncası yok. Olabilir.
Hayat denen nehirde su olmak ya da onun önünde sürüklenen bir dal parçası olmak ya da öyle olduğunu düşünmek gerçeği örneklem yolu ile anlaşılır kılmak içindir. Buna aforizmalarda dahil... !
Ben seni olduğun gibi kabul ettiğime göre senin de beni olduğum gibi kabul etmen gayet doğaldır. Ancak burada ne olduğumun tanımlanması gerekir ki kabul edebilesin. Onun için sende ister istemez kabul etmek adına, tanımlamaya çalışıyorsun. Ancak tanımlamaya çalıştığın arazi gözün gördüğünden çok geniş olduğu için her adımda yeni ufuklar çıkıyor karşına ve şaşırıyorsun. Bu doğaldır. Bir gün beni tüm sınırlarımla (ki bu senin içinde geçerli) tanıdığın zaman bana karşı merakında bitecektir...! Umarım bu hiç gerçekleşmez.
Belli kalıplarda tanımlanmış birisi ne kadar sıkıcı bir kişidir. Haksız mıyım?
Ustalık konusuna gelince. Usta kim? Çırak kim? Kim bilebilir? Bu durum konuya ve duruma göre değişir. Seni üzmek ya da ezmek gibi bir gayretim hiç olmadı. Lütfen bu tür söylemleri daha fazla dile getirmeyelim. Tüm çabamız daha anlaşılır ve daha düzgün bir dünyayı birlikte yaratmak için... El ele vermek gerektiği yerde karşı karşıya gelmek ya çocukca ya da cahilce bir tutumdur...! Rekabet daha ileriye gitmek içindir. Birlikte ve beraberce... Yoksa ileriye gitmek demek arkadaşını geçmek demek değildir.
Sanırım bu kadar kafi... Resmin geri kalanını sen tamamlarsın artık.. :)

Sevda Masalları 3



(Bir mum misali, başka insanları aydınlatmak için kendini eritip tüketen öğretmenlerimizin ellerinden öpüyorum)
AŞK ÜZERİNE....
Sevdaların robatlaştığı bir çağda aşk ustalarının yalnızlaşması kaçınılmazdır. Aşkı tanımayan onu anlayamaz. Aşk, Sevginin yakan bir arzuda beden bulmuş, tutkunun demirpençelerini taşıyan ve umudun kanatlarıyla donatılmış bir Anka kuşudur. Masaldır. Masalımsıdır.
Hiçbir çağda gerçekten var olmamış ama gölgesi düşmüştür sevenlerin yüreğine. O karanlık, koyu gölgede kimileri akıllarını yitirmiş, kimileri yolunu kaybetmiştir. Kördür, sağırdır, dilsiz ve elsiz-ayaksızdır. Yani; sürekli bir yalvarma ve yakarma halidir.
Aşk öyle bir magmadır ki
Eritir, onu içeren yürekleri
Tüketir, o yüreği taşıyan bedenleri...
Bence: Birine edeceğin en büyük hayır dua. ' Dilerim ki, aşk kapını çalmasın..!! ' demektir.
İşte bu yüzden aşık olmak için önce adam olmak gerekir..Adam olmayanın aşk'ı da aşk olmaz...Olsa bile iler-tutar bir yanı olmaz.
Bu çağda aşk; Yakan bir arzu ile et peşinde koşan köpeklerin, aç bakışlarının çiğ ışıltılarından ve salyalı ağızlarının köpüklerinden başka birşey değildir.
Oysa; Biz böyle bilmedik aşk'ı, böyle olmasınıda istemedik ve hatta kabul etmedik.
Bizler sevdamızı haykırmadan tevvazu içinde bir mum gibi sevdik sevdanın ateşi bizi yakarken sevdiğimizi aydınlattı hep. Aşkın yanan ateşi ile onu dünyasını renklendirirken sessizce gözyaşlarımızı içimizi akıttık. Tıpkı yanan bir mumdan sızan damlacıklar gibi.
Sevdiğimiz esirse kırdık zincirlerini, ayaksızsa ayak, kanatsızsa kanat verdik terkedebilsin diye. Kalışı çaresizliğinden değil tercihinden olsun diye. Ama hep terk edildik. Giden o kuşun ardından bize hep el sallamak düştü. Anladık ki, onun bir kafesten diğerine yolculuğunu seyretmekmiş bizimkisi. "Kafes kuşudur bunlar oğul" demişti rahmetli babam. "Yanlış yapıyorsun. Kafesinde çıkartma sadece geniş tut" demişti. Ben "Hayır" dedim her seferinde. Ancak, zaman hep onu haklı çıkarttı.
Şimdi, yalnızlığımın sessiz ve sakin sularında yol alan harap bir gemi gibi yırtık yelkenlerimi onarıyor, güverte tahtalarımı yeniliyorum. Diyeceksin ki " Yoksa ufukta yeni sevda fırtınaları mı var?". Hayır, ufukta gelen şey daha çetin ve zorlu. Ancak bu başka bir mailin konusu.
Şimdilik hoşça kal
Karadeniz
 
Karadeniz'in Likya yürüyüşü öncesinde burada yazdığı Sevda Masalları yazısını bana mail olarak göndermiş,  cevaben ben burada ki  yazıyı  yazmıştım. Ardından Karadeniz yukarda ki yazıyı yazarak bana göndermiş, yazının sonunda sorduğum "Birine edeceğin en büyük hayır dua "dilerim ki aşk kapını çalmasın!!" diyor, aşkı bu kadar acı buluyor iken, ufukta gelen daha çetin daha zorlu olan ne?" sorusunu cevapsız bırakmıştı. 

23 Kasım 2010 Salı

Bu da Geçer Ya hu...


Likya yolu  yürüyüşü sırasında beni dağın başında bırakıp giden, bana yanında taşıdığı bavul muamelesi gösteren, her kafasına estiğinde yürüyüşü bırakıp Yürek'lere gitmemi söyleyen, bana askeri gibi davranan, kendisine ayakbağı olduğumu ve yürüyüşte hızını kestiğimi hissettiren Karadeniz; Likya yolunu yürümek için beni yanında götürdüğü ve hayatımın macerasını bana yaşattığı için kendisine teşekkür etmemi bekleyip durduğunu hissettiriyordu. Hala da öyle! Söz sırası geldiğinde kendisine bir teşekkür bile etmediğimi söyler durur. Halbu ki teşekkür etmiştim. Bana yanında taşıdığı bavul muamelesi göstermek yerine  yol arkadaşı gibi davransaydı bu teşekkürü çok önce ederdim.   
Dağ ayakkabılarımın ağırlığı ve hantallığı yüzünden Ankara'da bana yeni bir treeking ayakkabısı almamı söyleyen Karadeniz'in sözünü dinlemiş yeni bir ayakkabı almış, dağ ayakkabımı onların evinde bırakıp yürüyüşe öyle çıkmıştım. Yürüyüşten 15 gün sonra dağ ayakkabılarımı bana kargo ile gönderen Karadeniz'i bilgilendirmek için telefonla aradım. Telefonuma cevap vermedi. Ertesi gün aşağıda ki maili gönderdim.

"Günaydın. Nasılsın?
Gönderdiğin kargo elime ulaştı. Dün telefonla bunu söylemek için aramıştım ama telefona cevap vermedin. Burdan söyleyeyim dedim. Teşekkür ederim.
Birde;
Tek başına asla cesaret edemeyeceğim likya yolunda bana eş olduğun için; hızını yavaşlatmama, sızlanmalarıma ve bana göre normal olupta sana göre anormal kaçan, seni kızdıran bütün huylarıma rağmen bana yoldaşlık yaptığın için ve maddi-manevi bütün desteğin için teşekkür ederim. Güzel anılar biriktirdim sayende. Sanırım biraz daha da güçlendim. Sağol."

Karadeniz yukarda gönderdiğim maile de bir cevap vermedi. Aradığında telefonlarına cevap verilmiyor ve daha sonra geri aranmıyorsan, kişiye özel yazdığın maile günler sonrada olsa bir cevap yazılmazsa insan ne düşünür ve nasıl hisseder? Evet okuyucu bende senin gibi düşündüm. Karadeniz tarafından önemsenmediğimi hissedip, bana değer vermediğini düşündüm. Beni kıçına bile takmıyor! Sen kim oluyorsun ki be adammmm!!! Beni önemsemeyen birine hak ettiğinden fazla değer verip önemser miydim? Tabi ki hayır. Nikah olayı yüzünden kırgınlığım ve kızgınlığım hala devam ediyordu zaten! Karadeniz'e değer vermek yerine her fırsatta onu yerden yere vuruyordum. Aslında onu yerden yere vurmam bile onunla ilgilendiğimin bir kanıtıydı. Oda beni yerden yere vurduğuna göre oda benimle ilgileniyordu!!!

Likya yolu fotoğraflarını yüklediğim flash belleğini, bayram şekeri, buzdolabı süsü ve anahtarlık ile birlikte kargoyla  gönderdikten sonra  Karadeniz flash belleğimi yanında bir kolye ile bana geri gönderdi. Flash belleğin içine e-kitap olarak indirdiği çeşit çeşit klasörleri kopyalayan Karadeniz çok önceden kendisine attığım, aşağıda yazılı olan mailden esinlenerek, özel bir kolye yaptırıp bana hediye olarak göndermişti.  

"Rivayet olunur ki..
Sultan Mahmut bir gün tüm vezirlerini toplayıp, bana bir yüzük yaptırın ve üzerine öyle birşey yazdırın ki ona her baktığımda, hüzünlüysem neşeleneyim, neşeliysem hüzünleneyim diye buyurmuş. Vezirler toplanmışlar dört bir yana haber salmışlar. Sonunda bir gün bir yüzükle sultanın karşısına çıkmışlar, yüzüğü vermişler. Sultan Mahmut tamam işte bu demiş. Yüzüğün üzerinde; "Bu da geçer ya hu" yazıyormuş. Hattatlar bu lafı çok sevmişler ve eserlerinde sıkça kullanmışlar. Günümüzde bile latin harfleriyle yazılıp, duvarlara asılmıştır.
Örnek yazı ise bir Ambigram'dır. Yani 180 derece çevrildiği zaman bile değişmeyen yazıdır."



Flash bellek ile birlikte kolyeyi aldığımda delilere danalara döndüm. Çok mutlu oldum. Karadeniz'i hemen telefonla arayarak kolye için teşekkür ettim. Yeğenlerine gönderdiğim bayram şekerlerini, buzdolabı süslerini ve anahtarlığı arkadaşlarına dağıttığını söyleyip beni hayal kırıklığına uğratan Karadeniz'e gönderdiği kolye için teşekkür etmek olmadı ama neyse!!!
İlerde bende hediye ettiği kolyeyi, bir çocuğa verdiğimi söyleyip intikamımı alacaktım!!! Bunu da zamanı gelince yazarım.
Sultan Mahmut'un her baktığında mutlu ise hüzünlendiği, hüzünlü ise mutlu olduğu yüzükte ki ambigram'lı yazı aynı etkiyi kolyeye baktığımda bana da yapıyordu. Karadeniz'in davranışlarına ve söylediklerine bir anlam veremediğim gibi bu kolyenin ruh halimde ani değişiklik yapmasına da bir anlam veremiyorum. Kolyesi'de Karadeniz gibi ay! Ruh sağlığımı ve duygu dünyamı alt üst ediyordu. Tutarsız!!!! Dengesizzzzz!!! Gıcık!!!!! 

22 Kasım 2010 Pazartesi

Yaklaşım Farkı



Facebook'ta Karadeniz'in yayınladığı aşağıda yazılı olan yazıya karşılıklı yaptığımız yorumları da harf bile değiştirmeden yayınlıyorum.

"Bir adam kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektas Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aş evi işlevi görüyordur. Durumu Hacı Bektas Veli'ye anlatır ve Hacı Bektas Veli; - ' Helal değildir ' diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır. Mevlana ise; bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli' ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana söyle der: "-Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir." Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhı'na gider ve Hacı Bektas Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli'ye sorar. Hacı Bektaş da söyle der: "-Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."
Böylesi incelik ve tevazu ile, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilenlerden olmamız dileğiyle."
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Karadeniz:
Hikaye güzel ve hoş. Şimdi asıl soruya gelelim. Şimdi siz olsaydınız kimin dergahına talip olurdunuz? :)))

Yürek:
Talip olmak neyi değiştirir ki. Gönlünde sevgiye, tevazuya yer yoksa. (Yürek'le aramız iyi o zamanlar. Hep beraber karşılıklı yorum yapıyoruz)

Haccecan:
İkisinin dergahına da girer, gelişmek adına alacağım her şeyi alır sonra kendi dergahımı kurardım. İki dergahın almadığı bütün garipleri de kendi dergahıma alırdım :))))

Karadeniz:
Cevap politik mi olmuş nedir?

Haccecan:
Ona politik cevap denilmez. Sorunun kalıpları çok dardı!! Genişlettim. Artık üçüncü bir seçenekte var.

Karadeniz:
Genişletip yaymak ve bulanıklaştırarak akıl karıştırmak zaten politikadır. :))) Demokrasilerde çare tükenmez ama çaresizlikte tükenmez. :)) Üçüncü, dördüncü hatta beşinci yollar hep vardır. Fakat nedense hep aynı çıkmaz sokaklara sapılır. :))

Haccecan:
Konuyu dağıtmakta üstüne yok!!! Seninle aynı konu üstüne konuşmak çok zor görüldüğü gibi. Konu nereden nereye vardı?!

Karadeniz:
Bu sözler bir yerleden pek bir tanıdık geldi...:))

Haccecan:
Nerden tanıdık geldi acaba!!!

Erkekler Melektir Melek!!!



Karadeniz'in facebookta yayınladığı bir video üstüne aramızda yaşanan diyaloğu'da olduğu gibi yayınlıyorum.
Videoda 3-4 yaşlarında küçük bir erkek çocuğu elinde ki çiçeği sahneden inen yaşıtı bir kıza vermek için uzatıyor. Kız ise çiçeği kabul etmeyip, erkek çocuğunu görmezden gelip yürümeye devam ediyor. Uzattığı çiçeğin elinde kalması üzerine erkek çocuğu hayal kırıklığına uğrayıp kendini yere atıyor ve ağlamaya başlıyor. Bu olaya ise tiyatro salonunda bulunan bütün  izleyiciler kahkahalarla gülüyor. Annesi gelip ağlayan çocuğunu yerden kaldırıp kucağına alıyor. Burada video bitiyor.
Karadeniz videonun başına şu yorumu yaptı:" Kız milleti değil mi arkadaş... 7'sin de neyse 70' inde yine o. Hatta ooooo"
Karadeniz'in bu videoya yaptığı yoruma karşı  Haccecan durabilir mi? Tabi ki hayır. Aramızda yaşanan diyalog aşağıda ki gibi...

Haccecan:
Şu kızın yaptığını yapan erkekler de var. Buna ne demeli? Şöyle demeli; "Erkek milleti değil mi arkadaş... 7'sin de neyse 70'inde yine o. Hatta Oooo..."

Karadeniz :
Kim miş o erkekler? Bir video göster.  Elde ne delil vaaar ne kanıt. At çamuru duvara yapışmazsa yapışmasın. İzi kalır ya o da Haccecan'a yeterde artar bile :))))

Haccecan:
Kadınlar erkekler gibi duygularını içlerinde yaşamaz efendim. Ne varsa dillerinden dökülür ve açıkta yaşarlar. O yüzden videoları çok.
Erkekler için örnek bir video gösteremem ama bir insan tanıyorum. Onu şahit gösterebilirim. Yaşadığı bir olayı anlatmıştı."Kendisine duygularını ifade etmeye çalışan kızı reddetmiş bunun ise pişmanlığını ise hala yaşıyor!"
Tabi yaşananların hepsi yeri ve zamanı gelince unutuluyor.  Kızların nasılsa adı çıkmış. Kızlar nankördür, korkaktır ve çamur atar. Adem cennettende bu yüzden kovuldu zaten. Havva yüzünden. Siz erkekler meleksiniz melek!!!! Ah birde değerinizi bilebilseydik.

Haccecan:
Yorumu tekrar okudum. Ağır yazmışım. Bana anlatılanları koz olarak kullandım. Özür dilerim. Siliyorum o yüzden.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Aşağıda ki fıkranın anlatıldığı başka bir videoda ise Karadeniz'le aramızda yaşanan diyaloglar da aşağıda ki gibi.
"Bir gün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düşürür. - 'Aman tanrım' diye bağırdığında bir peri belirir ve 'Ne diye bağırıyorsun?' der. Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler. Peri suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir. ''Baltan bu muydu ?' diye sorar. Ormancı 'hayır' diye cevaplar. Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. 'Baltan bu muydu?' Ormancı yine 'hayır' diye cevaplar. Peri suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar. 'Baltan bu muydu?' Ormancı 'evet' der. Ormancının dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir. Ormancı mutlu bir şekilde evine döner. Bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düşer. Ormancı 'aman tanrım' diye bağırır. Peri yine belirir ve sorar: 'Ne diye bağırıyorsun ?' Ormancı 'karım suya düştü' der. Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile birlikte geri döner. 'Senin karın bu mu?' diye sorar. Ormancı 'evet' der. Peri sinirlenmiştir, 'Yalan söylüyorsun, gerçek bu değil' der. Ormancı 'özür dilerim peri, ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer CatherineZeta-Jones ile geri dönecektin, ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin. Oysa ben fakir bir adamım ve üç karımın sorumluluğunu taşıyabilecek durumda değilim. Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur..'
Bu hikâyeden alınacak ders: Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni vardır ve bu başkalarının yararı içindir. Kendileri için bir şey istiyorlarsa ekmek çarpsındır!... "

Haccecan:
Her hatanızı, günahını yükleyeceğiniz kadınlar yer yüzünde olduğu müddetçe içiniz rahat olsun. Erkekler hep melek olarak kalacaktır...

Karadeniz:
Amanın bilmeden potmu kırdık yoksa bir yaraya parmak mı bastık..:)) Kadın ve erkek kavramları üzerinden bakış açısı yaratmak değildi niyetimiz. Yanlış anlaşılma sonucu çevreye ve Haccecan'a verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. :)

Haccecan:
Kadın erkek ayırdımından hoşlanmıyorum. Her iki cinstende iyi de çıkıyor kötü de. İnsana has olan hataların bir cinse mal edilmesine karşıyım sadece. Yoksa bir yaram yok. Haksızlık gördüğüm yerde sessiz kalamıyorum sadece o kadar...

Karadeniz:
Sende erkekler hakkında bir fıkra anlat gülünç olsun gülelim geçsin. Bu kadar tavırlı bir davranış içinde bir yerlerde sanki halledemediğin bir şeyler var izlenimi uyandırıyor. Böyle şeylere sadece gülüp geçeceksin. Arkasında gerçek aramak karikatürden alınan başkakana yakışır ancak. :))) ( Ne güzel bağladım değil mi.)))

Haccecan:
Bu sözlerini unutma ilerde hatırlacağım. Sonra hatırlamıyorum demek yok ona göre :)))

Karadeniz:
Yorumları silmez isek hep beraber okur hatırlarız. :)) Bence hatırlanmaya değer birşey yok ama olsun :) Zira; İçinde yer aldığım tayfa üzerinden asla fanatik tavırlarım olmadı. :) Ben insan olarak kendimden sorumluyum. :) Erkek olduğum için yapılacak bir genelleme olsa olsa haksız itham olur. :)

Haccecan:
Yorum silme gibi huyum yoktur bilirsin. Silmişsem bunun sebebi vardır. Yoruma cevap gelmeyince istemeden kırdığımı düşündüm. Sustuğun zaman karşı tarafa istediğini düşünme hakkını vermiş oluyorsun.

Karadeniz:
Öyle kolay kolay kırılıp gücenmeyiz. Herkes herşeyi söyleyebilir. Ancak, gerçeği sadece biz biliriz.:) (Bu kendini bilen herkes için geçerlidir. :) )

Karadeniz:
Unutmadan devam edeyim. Hakkımızda bir gerçeği ortaya çıkartan tüm dostları şahsımızı doğru anlamış kabul eder, kendilerine minnetle şükranlarımızı sunarız. O öyle bir dost yürekmiş ki bizi derinden yakalayıp yüzeye çıkartacak kadar olgun ve bize hakim imiş. :)) Böyle insana boynumuz kıldan incedir. :)))

Haccecan:
Bak yorumu silerek doğruyu yapmışım. Gerçeği sadece sen biliyorsan, bilemeyeceğim şeyler için buraya yazıp çizmenin anlamı ne ki? Konuşmuş olmak için konuşmak ve bana anlatılanları koz olarak kullanmaktansa yorumları silmek daha mantıklı. Bundan sonra daha çok yorum silerim.
Söylenmiş sözü geri alamıyorsun ama yazılan yorumu silebiliyorsun. Teknolojinin bu nimetinden niye yararlanmayayım ki? Ayrıca sildiğin bir yorumu tekrar yazabiliyorsun da. Bu nimettende her an yararlanabiliyorum. Teknoloji ne güzel şey yahu.

Karadeniz:
Birkez daha net bir şekilde anlaşılmıştır ki Haccecan ile uzun soluklu muhabbet etmek pratiği son derece zor işlerden biridir.Konu nerden çıktı. Nereye vardı. :)

Haccecan:
Bir kez daha anlaşılan sadece o mu? Bir kez daha anlaşıldı ki "Sütten çıkmış ak kaşık olma" senin karakteristlik özelliğin... Sanki konuyu tek başıma buraya getirdim....

21 Kasım 2010 Pazar

Likya Yolundan Önce ve Sonra...


Karadeniz'i iki kişi olarak tanımlamam gerekirse
1-Likya Yolu yürüyüşünden önce ki Karadeniz
2-Likya Yolu yürüyüşünden sonra ki Karadeniz
olarak ikiye ayırabilirim. Yürüyüşten önce Karadeniz'le birbirimize neredeyse her gün güzel yazı, şiir, fotoğraf gönderip, gönderdiklerimize karşılık düşüncelerimizi yazıyor, cevap gelmediğinde birbirimizi merak ediyorken, yürüyüş sonrasında her fırsatta her konu hakkında birbirimizi yerden yere vurmaya başlamıştık. Karadeniz'in bana karşı mesafeli davranmaya çalıştığını ve aramızda ki farkları farkedip bana farkettirme çabalarını hissediyordum. Farkı farkettirme çabaları duygusal olarak acı çekmeme neden oluyor, ona karşı daha fazla agrasif ve sert davranmama neden oluyordu.
Karadeniz'in Fethiye'ye giderken nikahlı olduğunu  öğrenmem ile boşandığını söylemesi arasında geçen 2 aylık zaman zarfında aşağıda ki şiir hakkında Karadeniz ile aramızda yaşanan diyaloğu aynen yayınlıyorum.

AŞKTA ÇEVREYE UYAR

Sevgilim aşk da çevreye uyar,
Susuzluk kaktüsü dikenle kaplar.

Bak bazı kadınlar kaçmaz çorapların
Uzun bacakları olmuşlar.

Ve bazı giysiler içinde çalımla
Merdivenden iniyor adamlar.

Çocukların gül dudağında
Zift gibi yapışkan kara sakızlar.

Öyle yalnızız ki bu panayırda
Sevgimiz durmadan bir taşı ovar.

Sevgilim aşk da uyar çevreye
Ve kendine parlak bir yalan arar.

Metin Altıok

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Haccecan :
Bazıları zamana uyar.Bazıları zamanı kendine uydurur.Bazıları ise zamanın varlığını bile duyumsamaz...
Aşkta ise zaman olmaz.Aşk zamandan daha üsttedir. Zaman sadece aşkı besler. (Sözüm gerçek aşklara.) Güzel şiir...

Karadeniz :
Haccecan sen bu şiiri okuduğuna eminmisin aşk çevreye uyar diyor sen zaman diyorsun. İyi misin? Dağ havası iyi gelmedi galiba :((((

Haccecan:
Hayır iyi değilim.Yorumu yaparken yaptığım bu büyük salaklığı görmezden gelebileceğini umut ediyorum.
Bu yorumu yapma sebebim olarak dağ havasını sebep olarak nasıl gösterebiliyorsun? Dağ havasının böyle yanlışlara sebep olduğuna emin misin?

Karadeniz :
Dağların neye sebeb olacağını kim bilebilir? Herkesin üzerinde etkisi farklı farklıdır. Kimini taşı toprağı çeker. Kimi taşı yuvarlansa ürker. :D

Haccecan:
Dağların neye sebep olamayacağını bilemeyen Karadeniz... "Aşkta çevreye uyar" şiirinin bende sebep olduğu duyguları nereden biliyor da yorumuma laf edebiliyor acaba?
Takdir etme konusunda son derece fakir olan Karadeniz, yerin dibine sokma konusunda çok bonkör davranıyor.
Kimseden takdir beklememeyi söyleyen arkadaşım, kimseden yerin dibine sokulmayı beklememeyi de söyleyebilmeli ve bu konuda takdir etme konusunda fakir davrandığı gibi de çok fakir olmaya başlamalı bence. Takdir ile yerin dibine sokma arasında bir denge olmazsa yakında dengeler bozulabilir haberin olsun.
Dağa çıkabilecek başka cesaretlileri karşıma çıkardıktan sonra yuvarlanan taştan ürkenlere karşı söylenen sözlere cevap vereceğim. Şimdilik bu konuda cevabım saklı kalsın.

Karadeniz:
Dağ'a çıkmak cesaret istemez. Sadece asılsız korkuların silinmesi yeter de artar bile. :)))

Haccecan:
Asılsız korkuların silinmesi konusundada kimseden birşey beklemiyorum. Hele iğneli laflara hiç ihtiyacım yok!! :))))))

Karadeniz:
Var demedim ancak yokmuş gibi davranılmıyor. Acaba neden dir ?

Haccecan:
Nedenini gerçekleştirecek ortam olmadığına göre boşuna gaz vermek nedendir?

Karadeniz:
Bazen aynı dili kullandığımızdan fena halde şüphe duymuyor değilim..:{

Haccecan: 
Aynı şüphe bendede var :(((

20 Kasım 2010 Cumartesi

Sevda Masalları

[sevda+masalı.jpg]

Sevda masalları eskilerde kalmış artık. Zaman, poşet aşklar zamanı. Yalan sevişmelerin sahte öpüşmelerin zamanı. Aşk sözcükleri anlamanı yitirmiş artık. Her önüne gelene can denmeye başlanmış, yar denmiş her yüze gülene. Oysa can olmak basit midir bu kadar. Sevgili olmak yar olmak kolay mıdır? Utangaçlığın yerini pişkinlik almış, gerçek yüzlere maskeler takılmış gerçek yüzler saklanmış artık. Aşk oyunları park köşelerine düşmüş, her önüne gelenle oynanır olmuş.

Bitmiş arkadaşlar, aşk bitmiş bu devirde. Zaman poşet aşklar zamanı şimdi. Şimdi her şey çok basit tanışmalar, kaynaşmalar, dokunuşlar ve öpüşler hepsi için dört gün yeter olmuş. Birinci gün tanışırsın, ikinci gün canım dersin, üçüncü gün el ele dolaşırsın ve dördüncü günde bir park köşesinde teslim edersin dokunuşlarını, öpüşmelerini.

Şimdi her şeyin hiçe sayıldığı zaman öpüşmek basit park köşelerinde, seviyorum demek basit, el ele yürümek yalandan sevgi sözcükleri söylemek basit, aşk oyunları oynamak olağan olmuş artık. Can dilden dile düşmüş, sevgili sözlük anlamını yitirmiş. Bir bedene bir yüreğe üç kişi girebilir olmuş artık. Yanında başkası, kalbinde başkası, aklında başkası olabilirmiş. Bir zamanlar suç sayılırken sevdiğinden başkasına bakmak, şimdilerde serbest olmuş. Birini severken başka biri ile tanışmak gezip dolaşmak normalmiş artık.

Tek sevgi yetmezmiş. Ölmüş arkadaşlar artık aşk ölmüş. Sevdalar yok olmuş.

Olmaz olsun o zaman sevda masalları. Biz aşkı böyle öğrenmedik. Sevdim dedin mi kalpten çıkar bizde o sözcük dilde değil. Can dedik mi birine canımıza kattığımız içindir. Değerlisin dedik mi yalan değil yürekten söyleriz ve bir ömür değerli biliriz. Düşürmeyiz sevdiğimiz dilden dile. Yaralansak ta sevdiğimizin sözleri ile bir zamanlar sevdiğimiz olduğu için nefret etmeyiz bir anda silip atmayız arkasından konuşmayız. Af etmeyi de biliriz, af dilemeyi de. Ölümse seve seve biz kurban oluruz sevdiğimize. Her şeyimiz yapar ömrümüzle bir koyarız.

Biz sevdiğimizin bedenini değil ruhunu isteriz ilk önce. Bir öpücük niyetine değil, sevdaların bir emaneti bilip bir yastıkta ömür geçirmek için severiz.

Basit değildir öpüşmek koklaşmak aşk oyunu oynamak, kaldırmaz bizim yüreğimiz yalan sevişmeleri, değerlidir o özel anlar herkesle yaşanmayacak kadarda özeldir gözümüzde. Biz de sahte duygulara yer yok, seviyorsak sonuna kadar gideriz sevmiyorsak ta üzmeden çeker gideriz. Düşünürüz karşımızdakinin yüreğini. Biz adam gibi severiz sevdik mi. Elma yanaklım kiraz dudaklım hurma gözlüm üç kilosu bir liralık aşklardan değil bizimkisi. Poşet aşklar bize göre değil.

Biz sevdiğimize ömrüm deriz…Bir ömür severiz.

Çekip gitse de ihanet etse de atamayız içimizden bir kere girdimi o yüreğe anca azrail söküp alabilir onu kalbimizden. Biz unutmak için sevmeyiz. Biz sevdayı böyle bildik biz aşkı böyle öğrendik. Şimdi kim kızarsa kızsın bana, kim ne düşünürse düşünsün ardımdan, utanmıyorum kimseden başım dik alnım açık. Ben adam gibi sevdim, ölümüne sevdim. Utanmıyorum, aldırmıyorum, hor görülmeyi. Ben sevdaya ihanet etmedim, poşet aşklara kurban etmedim yüreğimi kuytu köşelerde...

Yüreksizlerin olsun poşet aşklar, yalancı sevişmeler onlarda kalsın. Bundan sonrada esiri olmak istemiyorum yalan sevişmelerin varsın boş kalsın yüreğim, bir zamanlar sevdim der avuturum kendimi hatıralarla.

Yalnızlıktan ölmekte olsa sonu kirletmem yüreğimi.
 
 
Likya Yolu yürüşünden önce Karadeniz'in bana mail olarak gönderdiği "Sevda Masalları" adlı yukarıda ki yazısına cevaben bende bu yazıyı yazarak mail atıp göndermiştim. 

11 Kasım 2010 Perşembe

Haklıyım Haklısın Haklı!


Msn'de yaptığımız sohbetten sonra bana nikahı konusunda açıklama yapmakta sıkılan! Karadeniz'i cezalandırmaya karar verdim. O benim hayatım hakkında ne var ne yok biliyorken ben Karadeniz'in nikahlı olduğunu bile otobüste öğrenmiştim. Bunu kaldırabilir miydim? Tabi ki hayır. Bloğuma hayatımda ne olup bitiyorsa yazıyor, Karadeniz ise  yazdıklarımı okuyup msn'de  yazdıklarım (dolayısıyla hayatım) üstüne yorum yapıp merak ettiği herşeyi soruyor, cevabını da benden alabiliyordu. Benim ise onun hakkında bilgi alabileceğim hiç bir kaynağım yoktu. Konuşmaya çalışıp bilgi almaya çalıştığımda ise beni fırçalamıştı!! Likya yolunu yürürken bloğumda yalnızlıktan dert yandığım yazıyı baz alarak oruç hakkında bana ders vermesi ise hiç hoşuma gitmediğinden Karadeniz'in eline artık bana karşı kullanabileceği koz vermek istemiyordum.   Ben kabak çiçeği gibi açılırken onun sır küpü gibi olmasını kendime yediremezdim. Bloğumu bir kaç kişinin okuyabileceği şekilde davetli okuyuculara açık hale getirip, Karadeniz'i saf dışı bıraktım. Bu ona çok koydu tabi. Onu bloğumdan, kendimden, hayatımdan mahrum etmek verebileceğim en büyük ceza gibi gelmişti.
Kız-erkek arkadaş konusu hakkında mailleşmimizin sonunda Karadeniz'in "HAKLISIN...:(((("  demesi üzerine yarım saat gülüp, göbek atmıştım. Sonunda Karadeniz'e bir konuyu kabul ettirebilmiştim. Ona karşı aldığım en büyük galibiyet buydu. Dünya kupasını kazansam bu kadar sevinmezdim. Karadeniz karşısında aldığım en büyük ve güzel galibiyet bir "haklısın!" sözcüğüydü. Ona  yaptığı bütün yanlışları, hatalarını, kusurlarını, eksikliklerini kabul ettirebildiğimi sanmış, artık her şeyin daha kolay olacağını düşünmeye başlamıştım. Ne de olsa ben haklıydım!!!
Bloğumu herkese kapattıktan sonra bloğuma yazma isteği gelmedi içimden. Kendimi zorlayıp bir-iki post yazmıştım, hiç de keyif almayarak. Karadeniz nasılsa okumuyordu, yazmamın ne önemi var ki!!! Cezayı ona değil kendime kestiğimi şimdi anlıyorum. Bloğumda ki 6 ay suskunluğun ardından Karadeniz defterini kapatarak bloğuma tekrar yazmaya başladım. Ancak bu defter henüz kapanmamış, Likya yolunu yazdıkça kolay kolay kapanmayacağını da anladım.
Bloğumu kapattıktan sonra cezalandırdığım Karadeniz'le e-posta ve facebook üzerinden görüşmeye devam ettik.  Birinci sırayı facebook almıştı. Gözümün nuru olan bloğum ikinci sıraya düşmüştü.  Facebook'ta iş, aile, sosyal çevrem... hayatımda kim var kim yoksa hepsi ile arkadaşız. Karadeniz artık sanallıktan çıkmış gerçek hayatımda kim varsa hepsinin tam ortasındaydı. Artık bloğumda ki yazıları okumuyordu ancak fotoğraflarımı, arkadaşlarımla karşılıklı yaptığım yorumları, hayatımda ki gelişmeleri, kısaca herşeyi yine öğrenebiliyordu. Ne ceza ama!
Şu an bloğum herkese açık durumda. İsterse her an Karadeniz'de bloğumu ziyaret edebilir. Umarım şu an ziyaret etmez! Daha zamanı var, yazacaklarım henüz bitmedi. Herşeyi yazıp bitirdikten sonra okusun istiyorum. Ancak Karadeniz kendisine hala yasaklı sandığı için bloğuma bakmayı aklına hiç getirmiyor. Yeni bir adreste ve farklı bir kullanıcı ismiyle gizli olarak yazdığımı düşünüyor. Bunu sonra anlatırım. Sevgili Asortik Krep'in merağı umarım gitmiştir. 
9 günlük bayram tatili süresince bloğumu herkese kapatıp sadece davetli okuyuculara açmayı düşünüyorum.  Bayram tatilinde Karadeniz bloğuma girebildiğini keşfederse bu durumdan habersiz olmak istemiyorum. Karadeniz'in bütün yazdıklarımı okuması için henüz erken. Önceki davetli olan arkadaşlarımın dışında davetiye göndermemi isteyen okuyucular haccecancan@gmail.com adresine mail atabilirler. Yarın bloğumu 9 günlüğüne kapatacağım.
Bayramınız kutlu olsun. Herkesin bayramı bayram tadında geçer inşallah.