Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

26 Eylül 2008 Cuma

Bayram Mesajı

Kandiliniz Mübarek Olsun....


Güzellik ve Ben.. Pehhh


Ne zamandır evde kalmış kız gibi hissetmemin sebebini kendime yeni itiraf etmiş durumdayım. Kız kardeşim evlenmeyi düşündüğünü iki-üç ay kadar önce aile meclisine söylemişti. Damat adayının yakınları, memlekette ki baba evini iki üç kez ziyaret edip kız isteme törenini gerçekleştirmişlerdi. Babam "kızım bilir" demiş, "kızımla yüz yüze görüşmeden bir şey diyemem" cevabını vermişti. Abimin düğününde ise babam Kızkardeşimle hiç yüz yüze konuşmamış, İstanbul'da benimle konuşmuştu. Kızkardeşinden büyük sensin evlilik sırası ilk önce senin hakkın, Kızkardeşinin evlenmesi hakkında ne düşünüyorsun? diye sorduğunda "evlilik işi nasip kısmet işidir, benim evlenmeyi düşündüğüm kimse yok, şu an evlenmek gibi bir niyetimde yok, benim belli olmayan düğün tarihi için Kızkardeşimin mutluluğuna engel olamam" demiştim. Bu sözlerle evlilik sıramı Kızkardeşime vermiş oldum. Gel gör ki olaylar bundan sonra başladı.
Annem, ben ve kızkardeşim abimin düğünü için memlekete gittiğimizde arka balkonda oturmuş çaylarımızı yudumlarken aramızda geçen diyalog ise şöyleydi:
Annem: Kaç kardeşler zatı muhterem?
Kızkardeşim: ... kardeşler.
Annem: Kardeşlerinin kaçı evli kaçı bekar?
Kızkardeşim:Kendisinden büyük ablası evli, kendisinden küçük erkek kardeşi evlenmiş.
Annem: Bak hele zatı muhteremden küçük olan evlenmiş de o niye evde kalmış?
Benim gözler fal taşı gibi açıldı, şaşırdım, afallamış bir durumda iken
Ben:Anne ne diyorsun? Kendinden küçük evlendiği zaman evde mi kalınmış oluyor? Ne yani ben evdemi kaldım? Annem kırdığı potu anlayıp, nasıl toparlacağını düşündü bu arada kahkahalar atarak:
Annem: Yok evde kalmış demek istemedim. Evlenmemek için bir nedenimi var onu anlamaya çalışıyorum.
Ben: Çocuk sırasını vermiş işte, bir büyüklük yapmış. Diyerek zatı muhteremin tarafını tuttum. Çocuğu benimsemeye başladığım, onu tuttuğum ilk olay buydu. Kardeşimi krallara bile layık göremiyordum yoksa.
Annem bile evde kalmış olarak düşünüyorsa evde kaldığım tescillenmiştir diye düşünürken, evlilikle ilgili yapılan baskılar, şakalar ve bana takılmalar bu işin tuzun biberi oldu. Üstüne dünki yaşadığım diyaloğuda anlatayım bari.
İşten çıkmışız, mesai arkadaşlarımla yolda beraber evlerimize doğru yürüyoruz. Mesai arkadaşlarımın hepsi evli olduğu için gözlerine ben batıyorum tabi
A: Bayramda napıyorsun Hatice?
Ben:Yarın akşam memlekete gidiyoruz, yolculuk var, bayramda evdeyiz.
B: Oh ne güzel, gez toz
Ben:Yok pek gezme olmayacak, hayırlı bir iş için koşturacağız. dedim. İkisininde gözleri açıldı, şaşırdı. Hayırlı iş dediğim için benimle ilgili olduğunu düşündüler.
A ile B hep birlikte: O nişanlanıyor musun? Sözleniyormusun? Hayırlı olsun....
Ben: Yok ben değil, kız kardeşim sözlenecek, seneye düğün düşünüyorlar.
A: Sen niye evlenmiyorsun? Güzelliğine mi güveniyorsun?
Ben: durum oldum, ne cevap verebildim, ne sesim çıkartabildim. Gözlerimi kocaman açtım, şaşırdım, küçük dilimi yuttum. Ben konuşamazken B imdadıma yetişti.
B: Güzellik için bir sivilce, zenginlik için bir kıvılcım yeter.
Ben B yi tasdik ettim.
Kendi aralarında benim adıma konuşup, benim adıma sohbet ettiler ve sohbet benim güzelliğime güvenmemle bitti. B'yi çok seviyorum Allah biliyor. Bu işyerinde anlaşabileceğim en kafadengi insan. Güleç, halden anlar, mütevazi... Ama A'nın lafına bozuldum. Aramızda bir problem yokdu. Düşünmeden konuştu.
Bu ne ya. Benim ağzımdan güzelliğime güvendiğimi duyan varmı? Birincisi ben kendimi güzel bulmuyorum. Ve bir bayanın güzelliğini kullanarak bir şeyleri başarmasına karşıyım ve ben bu yaşıma tırnağımla kazıya kazıya bir yerlere ulaştım. İnsanların kalbine güzelliğimle değil ben olarak Haccecan olarak girdim. Bunun içinde asla rol yapmam. Güzelsin diyenlerle de dalga geçtim. İkincisi güzel olduğumu düşünmüyorum ki güzelliğime güveneyim. Kadının güzelliği en fazla kırk yaşına kadardır. Kırkından sonra buruşmaya, çökmeye, yaşlanmaya başlarsın. Kırkımdan sonra elimden uçup gidecek bir şeye asla güvenmem. Herkesin görebileceği bloglarımdan bütün fotoğraflarımıda kaldırdım. Kendini göstermeyi seviyor diye düşünmesinler diye... Fotoğraflarını bloglarına koyanlar bu lafıma alınmasınlar. Ama usta fotoğrafçılar fotolarımı çektiğimden beni fotoşopta afeti tufan yapıyorlar. Ben bile kendimi tanıyamıyorum. Burda düşüncelerime yer var, fotoğraflarımı yayınladığım blogumuda göremiyorsunuz zaten....
Bu laf bana çok koydu çok... Burda herkesle arama mesafe koyuyorum işim nedeniyle. Herkesle de aramın iyi olması gerek. İş yaptırıyorum ve işler benim elimde döner dolaşır. Biraz samimi olduğumda işlerini tepeme yıkıyorlar ve hak etmediğim sözleri duyuyorum onlardan. Arada bir sohbet ettiğimizde de hep aynı şey oluyor. Ya kılık kıyafetime, ya özel hayatıma ya da işlerime karışıyorlar... Kimseye bu hakkı vermedim ki... Ben kimseye karışıyor muyum?
Kızkardeşimlede dün bu konuyu konuştuk. Kendimi suçlu hissetmeye başladım dedi. Dün Kızkardeşimin yüzüne bakıp bakıp güldüm, ben güldüğümde oda güldü, o güldüğünde bende güldüm. Hayatının kararını veriyor kız, üzülmesini istemem ama ne düşündüğümü ve ne yaşadığımıda bilsin. Gülmeyi seviyorum ben, niye sinirlerimi zıplatıyorlar ki hiç yoktan.
Bu akşam bayram tatili için gidiyoruz. On gün yokum. Bu arada herkesin Kandili Mübarek olsun. Herkesin Bayramı kutlu olsun. Herkesin birbirini anladığı, dinlediği, sevdiği, daha güzel bir dünyada yaşamak dileklerimle....
The End

25 Eylül 2008 Perşembe

Avea=Kazık


Bu aveanın bana attığı kaçıncı kazık hatırlamıyorum bile. Bir saat önce müşteri hizmetlerinden aradılar, arkadaşıma aldığım hattı o kullanmadığından bana geri vermişti, bana verdiği hat uslu uslu duruyor evde, hattın nerede olduğunu bile hatırlamıyorum. O hattın 82 YTL borcu varmış, ödemezsem avukata verilecekmiş de miş miş... Sabit ücretin üstüne her ay yenisi binmiş, üstüne faiz ve giderler vsde binince sıfır fatura oldu 82 YTL..
Bende bana bağlı diğer hatlarımın son bilgilerini öğrenmek için Müşteri Hizmetlerini aradım. Aramaz olaydım, fatura bilgilerini öğrenmek için yarım saat telefonda bekledim. Bu görüşmelerde ücretli olduğundan ayrı bir kazık da burdan yedim. Telefonda ki çocuk söylediğim numarayı bilgisayara yanlış yazmış, " bu hat size ait değil, bu numaranın bilgilerini size veremem" dedi bana. Bende "ödenmediğinde bana ödettiğiniz telefon numarasının bilgilerini nasıl öğrenemiyorum?" dedim Sonra aynı şeyi tekrar etti " ... telefon numarası size ait değil" diye. En sonunda anladıkki oraya başka bir numara yazmış, onun bilgilerini söyleyemem diyor bana.
Arkadaşmış, babaymış yok artık... Kimseye hat mat yok..Babalar gibi ödeyeceğim o faturayı başka çaresi yok da bu ay acayip maddi kriz içindeyim. Geçen ay abimi evlendirdik, üstüne Antalya'ya tatile gittim geldim, üstüne erkek kardeşimin okul masrafları, üstüne memlekete bayram tatiline gideceğiz. Nakit para zaten yoktu, inşallah kredi kartına çekerler. Aveanında bir faydasını görmüş değilim, kimseyle beleşe zaten konuşmuyorum aylık 50 YTL den aşağı fatura ödediğim yok. İki sene önce de babamın kullanmadığı hattı için 200 küsür YTL ödemiştim. Ama akılsızlık bende, ders almıyorum ki. Böyle boş şeyler için para vermek çok zoruma gidiyor, o paralarla kaç kişinin karnı doyururdum. Bir çözüm bulmam lazım bu konuya... Bu sondu AVEA... Bana attığın kazık bu sondu....

Bayram tatilinde Kızkardeşimi sözleyeceğiz. Evlilik kararını aldığı gençle dünya evine gelecek sene girmeyi planlıyorlar. Onun mutlu olmasını elbet istiyorum fakat bu evden onun gidişi benim için yıkım olacak. Bencilce bir yaklaşım biliyorum ama bir evde iki sene tek başına kalınca başka bir şey düşünemiyorum. Gitmesin, evlenmesin, bir ömür aynı evde kalsak ne olur du ki... Sözlüsü olacak zatı muhterem sanki onu elimden çalıyor. Sözlüsünün varlığını kabul etmem çok zor oldu. Hala kabul ettim mi bilmiyorum. İnşallah bir seneye bu durumu kabullenirim (kabullenecem başka çarem yok biliyorum da, o evde tek başına kalma korkusu kabus gibi...) Dünde onunla alışveriş yapmak istememin sebebi onun evden gitmesini istememem olsa gerek. Beni bir tek o kaile alıyor, o dinliyor, bana o sabrediyor, kardeşim canım benim yaa, elimden aldı onu...

Dün alışverişte zoraki güldüm, kardeşimin deneyip çıkarttığı kıyafetler hakkında yorum yaptım. Sonuçta özel günü olacak, beni cadı abla olarak hatırlasın istemiyorum. Hayatında yaşadığı en güzel günlerden birisi olsun istiyorum, bunun içinde ne gerekiyorsa yapacağım... Bağrıma taş basıp gülme numarası yapmaya devam edeceğim ama şu sorun var. Ben içimde ne yaşıyorsam dışarı onu yansıtırım, içim dışım farklı olamaz ki...

Şu an erkek kardeşimin benim için velinimet olduğunu anlamış durumdayım. Bana maddi, manevi hiç bir katkısı yok ama yanımda ve VAR. Bu bile yetiyor sanırım... Ama oda sekiz ay sonra gidecek.... O süre zarfında hayat konusunda birşeyler kazandırmam gerek ama anlayacak gibi değil, burnu sürterek öğrenecek (Bu huyu bana benziyor, nasihati sevmem, deneme yanılma yoluyla öğreniyorum)

Küçük emrah moduna girdim mi ne. Acınacak halde hissediyorum kendimi ama kimsede bana acısın istemiyorum.
Sabah erkek melek staja gelmemişti. "Niye?" diye sordum, "hastaymış o yüzden gelmedi" dediler. O an aklımdan bu çocuk için çok erken karar verip, iyi şeyler düşünmüşüm, ikinci gününde stajdan kaçtı diye geçirdim. Yarım saat sonra elinde sağlık karnesiyle geldi yanıma, Hastayım, doktora geldim, o yüzden staja gelemedim, yarında memleketime gidiyorum, yarında gelemeyeceğim dedi. Çok mazlum, saygılı, terbiyeli, edebi erkanı biliyor. Kafamda oluşan bütün kötü izlenimler gitti, kötü düşündüğüm içinde suçlu hissettim kendimi. Bu çocuk, saygı, edep konusunda iyi bir çocuk. İnşallah yanılmam, Türkiye'nin kurtarıcısı bu çocuk içime doğuyor...
Bugün aldığım bir mektupla, ablalık yaptığım bir kardeşimin mutsuz bir evlilik yaptığını ve hamile olduğunu okudum, geçen haftada bir arkadaşımın evliliğinin kötü gittiğini öğrendim. Onların özel hayatları olduğu için konuyu anlatmayacağım. Şu an bir yandan da mektuba cevap yazıyorum. Sanki kırk yıllık evliymişim gibi yapması gerekenleri yazıyorum, arkadaşımada bir sürü nasihatta bulundum. İyice tırsmış durumdayım evlilik kurumundan, bu güzin ablalık beni de çok yoruyor ama iç sesimi susturarak devam ediyorum zati yorduğu kadar da mutlu ediyor. Kendimi işe yarıyormuşum gibi hissettiriyor bu güzin ablalık. Yoksa kendimi çok değersiz ve işe yaramaz hissediyorum. İnşallah güzin ablalık yaparken işlerine yarıyorumdur, yoksa bu düşüncemde boş çıkacak...

Ensest İlişki...


http://www.fotokritik.com/1225591

Ensest ilişki, ensest hikaye, seks hikayeleri, porno, seks, sex, sapık, şehvet, katil, lezbiyen, travesti, ayyaş, sarhoş, kudurmak

Google'ye bu kelimeleri yazarak benim sayfama ulaşan sayın ve çok kıymetli arkadaşlarım....


Merak iyidir, insanın tabiatında vardır, bu kavramlarıda eminim merak ettin ve öğrenmek istiyorsun. Bende merak edip, öğrendim..Öğrenmekten bence zarar gelmez, ama öğrenmenin dışında şehvetini azdırmak için bu hikayeleri okuyorsan ve bu hikayeleri okumak, bu görüntüleri izlemek senin için bir tutku halini almışsa kötü yoldasın...Yoldan dönmen gerek.... Sapık hikayeleri okumayı beklerken böyle bir yazıyla karşılaştığın içinde hayal kırıklığına uğradın biliyorum... Ama aşağıda ki linki tıklamanı tavsiye ediyorum. Madalyonun diğer yüzünüde görmen gerek....


İstanbul gece hayatının fotoğraflarını çeken Sayın Şevket ŞAHİNTAŞ' ın çektiği fotoğraflara aşağıdan ulaşabilirsiniz. Bu fotoğraflara empati yaparak, yani o insanların yerine kendini koyarak bakmakta fayda var.


Yazdığım Aile İçi Şiddet yazısında, ensest ilişki diye bir kelime geçiyor. O kelimeden dolayı googlede ensest ilişkiyi arayanlara google sağolsun benim sayfama yönlendiriyor. Ensest hikayeleri arayıp benim sayfama ulaşan arkadaşlara bir şeyler söylemem gerekiyordu... Yaşını başını almış, kendi özgür iradesini kullanan insanlar için yapabileceğim pek bir şey yok biliyorum. Hayatın başında olan, kişiliği henüz oturmamış çocukları benim meleklerimin ve kardeşimin yerine koydum. Birilerinin doğruyu, iyiyi söylemesi gerek bu meraklı çocuklara değil mi?

Öpecekse Öpsün


Delikanlı sevgilisini akşam eve bırakır. Evin önünde masum bir fısıltıyla‚ bir elini duvara dayayarak sorar;
- ´Beni bir öper misin?´..
Kız: ´Deli misin evin önünde annemler görür´ der..
Erkek: ´Ne olacak canım bu saatte kim görecek‚ ne olur seni çok seviyorum...
Kız: ´Ben de seni ama olmaz...´
Erkek tabi devamlı ısrar eder. Bir ara aniden merdivenlerin ışığı yanar ve kızın küçük kız kardeşi belirir.
Küçük kız:´Babam diyor ki ´öpecekse öpsün‚ öptürecekse öptürsün yoksa kendisi gelecek öpecekmiş‚ ayrıca o salağa söyle elini diafon düğmesinden çeksin' dedi.´

24 Eylül 2008 Çarşamba

Sende Amin de...


Sabah her zaman ki gibi 08,00'de ki mesaiye 08.30'da gittim. Hergün o saatte gittiğim için insanlarda alıştı tabi. Ama dün mesai saatlerine uyun diye resmi yazı gelince, sabah işe normal saatinde gitme kararı almıştım. Bu sabahta 08.10' da uyandığım için işe yine geç kaldım. :D

Odamın kapısına geldiğimde meleklerin sayısı 3 iken, 6 olmuştu. Üstelik meleklerin bir tanesi ise erkekti. Bunca zamandır burda sıkılıyorum diye yaptığım yakınmalar yerini buldu galiba :) Yeni gelen öğrencilerimle tanışma faslını yaptıktan sonra (tanışma faslını kısa tutuyorum zati isimlerle aram iyi değil, isimlerini aklımda tutamacağım için tanışma fasıllarını kısa tutarım) iş olmadığı zamanlarda kitap okuyacaksınız koşulunu koydum ortaya, onlarda kabul etti. Yeni gelen melekler, iki gün önce gelen meleklere göre daha iş ve kitap heveslisi. Özellikle erkek melekden gelecekte büyük şeyler bekliyorum. Çocukta farklı bir enerji var, şu an anlatamıyorum ama bu ülkenin başına gelebilecek kadar zeki gibi geldi, veya bir önemli bir kurumda lider olabilecek kadar kabiliyetli... Belkide yanılıyorumdur ve büyük konuşmak için çok erken de olabilir ama erkek melek diğer kızların içinde her haliyle farklı olduğu kesin :)

İki gün önce gelen melekleri başka birimlere verdim, ilk günlerinde yeni gelenleri göz hapsine aldım, tavırlarını ölçüp, yeteneklerine ve sorumluluklarına göre iş paylaşımı yapacağım. (Benden de acayip insan kaynakları sorumlusu olurmuş valla. Çürüyorum burda çürüyorum.)

Öğle arası eve geldiğimde erkek kardeşim her zaman ki yerindeydi. (bilgisayar başında). Hatta sabah geç kaldın diye o beni uyandırdı ve bilgisayarın başına oturdu. Bugün bir işe yaradı yani :)Baktım o değişmeyecek, ben değişmeye karar verdim. Hiç bir şey olmamış gibi öğle arası gelip sohbet etmeye çalıştım, anlamadı ama olsun, bir gün anlayacağını umut ediyorum. (Umut fukaranın ekmeği)

Öğleden sonra ise bizim bağlı olduğumuz kuruma gittik. B Sohbet konusu malumunuz benim özel hayatımdı. "Sen burda kaldın artık, burdan sana birinide buluruz. hehe" dedi. Bende, "Bak h... abi artık esprine gülmüyorum farkındaysan, bu espri o kadar çok yapıldı ki, son kullanma tarihini çoktan doldurdu, gülemiyorum, başka espriler yap ne olur da güleyim biraz" diye cevap verdim. "Seni seviyoruz ondan takılıyoruz, sevmesek takılmayız" dediler. Herkes beni meğer ne kadar çok seviyormuş. Sevgi yumağıyım vesselam...

Üst kurumda işimiz bittikten sonra, geldiğimiz arabaya, aldığımız malzemeleride yükledik, onları gönderdim, ben ise kızkardeşimle alışverişe çıktım. Kız kardeşim kendisine takım elbise aldı. Alışverişte çok oyalandık. İftarı geri dönüş yolunda, dolmuşta açtık. Şoför sağolsun, bir fırının önünde durup, bir pide aldı, onu parçalara ayırtıp, dolmuşta ki yolculara dağıttı. Adama o kadar hayır dua ettim ki, bu ince düşüncesi yüzünden. Bayılırım böyle nezaketli, düşünceli, insanlara hayırı dokunan adamlara. Yoluna kırmızı halı olasım gelir, içimden ne kadar hayır dua gelirse ederim. Allah'tan iyiler de var bu dünyada, yoksa çekilecek gibi bir yer değil bu gezegen.


İç ses: Kızkardeşin alışveriş yaparken, onunla dolaşmak içinden gelmedi, istemediğin halde gittin onunla değil mi? Niye mutlu ve istekli numarası yaptın ki?

Bir gün daha bitti. Allah'ım bu zaman biraz yavaşlasın ne olurrr. Ben zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorum. Anlayarak, sindire sindire, dolu dolu bir hayat yaşamamı nasip et. (Amin) Bu duaya amin diyen herkesin hayırlı ve güzel bir ömür yaşamasını nasip et (Amin) Bu nada amin diyen bekar insanların karşısına hayırlı eş olabilecek, ruh ikizlerini karşılarına çıkar (Amin) Bu duayada amin diyenlere yaşlandıkları zaman kimseye muhtaç etme, ve aklı başındayken, benden, akıl ve ruh sağlığı yerindeyken ölmelerini nasip et. (Amin)

23 Eylül 2008 Salı

Atletsiz gezme donarsın....


Bu akşam Kızkardeşimin mesai arkadaşı Murat'a iftara davetliydik. Öğlen eve geldiğimde erkek kardeşime sıkı sıkı tembih ettim ki, "bulaşıkları yıka, saat 15:30 da hazır ol dolmuşa binip, ablanın iş yerine gideceğiz, ordan beraberce Murat abinlere geçeceğiz" dedim.Murat'ların köyüne gidebilmek için işten iki saat izin aldım, eve geldim ki ne görmeyeyim. Kardeşim evde yok. Bulaşıkları yıkamayacağı kesindi ama umut dünyası belki yıkar diye düşünmüştüm, bari evde bulsaymışım. Saat 15.30'da evden çıkacaktık güya, saat 16.00 gibi geldi eve. Beyefendi bana süpriz yapacakmış iş yerine gelmişmiş beni bulamamışmış. Ya evden 15.30 da çıkacaktık, bu evden 15.30 da çıkıp beni işten almaya geliyor. Ben de yuttum! Sinirlendim, surat astım banamısın demedi, bildiğini yaptı, "off tamam sana bir süpriz yapacaktım olmadı dedi" bana. İşimin yoğun olduğu günlerde gel yardım et diye yalvardım da gelmedi, şimdi yanımda 3 stajyer kız var geleceği tuttu nedense!!! Benim meleklere göz koydu bu kesin.. Bende salağım!!! Dolmuşa binmeye gittiğimizde dolmuş kalkmış, yeni dolmuş gelmişti, kalkması ise yarım saati bulurdu. Dolmuşun yanında bir kere daha kızdım buna "senin yüzünden yarım saat daha bekleyeceğiz" dedim. Birde kot pantolonun üstüne beyaz gömlük giymiş, altına atlet giymemiş. Vücudun da ne var ne yok belli oluyor beyaz gömlekten. Küplere bindim. "Git dolmuş kalkana kadar atlet giyde gel" dedim. "Ya abla ben sıcaklıyorum, o yüzden giymedim" dedi. "Oğlum, atlet niye giyilir? Terlediğinde terini alsın diye giyilir. Terlediğinde gömleğin ıslanacak, sırtın kabak gibi ıslak görünecek, hemde kötü kokacaksın, git eve atlet giyde gel" dedim. "Tamam offf tamam diyerek" gitti geldi. Yolda ne konuştuk, ne başka bir şey...

Şu an hayatımda ki tek erkek; kardeşim. Onunla da anlaşamıyorum iyimi... Erkeklerin hayata, olaylara bakış açısı çok farklı, ya da ben farklıyım bilemiyorum. Veya aynı doğrultuda bakabildiğim erkekler beni bulmuyor. Yada her ne kadar kabul etmek istemesem de problemliyim galiba.

Geç kaldığımız için yolda inip Murat'lar bizi aldı ve onların evine gittik. Murat'ın ailesini tanımadığımdan resmi bir ortam vardı. Nerelisin, ne iş yapıyorsun? sorularının olduğu sıradan sohbetle vakit geçirmeye çalıştım. Murat'lar arabalarıyla ikinci deviri yapıp geldikleri zaman, benim asıl tanıdığım Nuran'ın arkadaşları geldiğinde daha zevkliydi herşey. Kızkardeşimin iş yerinde ki ortamına imreniyorum.

özet: Güzel bir gündü diyebilirim. Erkek kardeşime nasıl yaklaşmam gerektiğini bir an önce çözmem gerekiyor. Yoksa kafayı yiyecem veya ona yedirtecem. Ne halin varsa gör lafı ağzımdan çok çıkar ama gel gör ki içime bir şey anlatamam. Ablalık böyle bir şey galiba. Birde annesi olsam kim bilir napardım.

İç ses: (Geç vakit oldu, iç sesim hiç ses çıkarmadı valla, oh be az bir kafa dinleyeyim bende :))

İyi geceler dünya....

Yalancımıyım?


Bilgisayar oyunu mübdelası olan erkek kardeşimden kaçırmak için bilgisayarımı iş yerine getirmiştim. Geçen hafta bilgisayarımı çantasıyla birlikte eve götürüp saklamıştım. Bilgisayarın hala iş yerimde olduğunu sanan erkek kardeşim hiç gelmezken bir kaç kere iş yerime gelip, bilgisayarı istemişti, "bende olmaz veremem" diye cevap vermiştim. Bu gelmeler ve ısrarlar artınca da "bilgisayarı başka bir arkadaşa verdim" diye yalan konuşmak zorunda kaldım. Bu süre zarfında Nuran'ın bilgisayarına aynı oyunu yüklemeyi başaran erkek kardeşim, bilgisayarı istemeyi bırakmış, evde yine bilgisayarda oyun oynamaya başlamıştı. Laptopun üzerindeki fare ile oyunu oynamak zor geldiğinden, iş yerime bilgisayarımın faresini istemek için gelmeye başladı bu sefer. Çocuğun dünyasında oyundan başka bir şey yok. Eve gittiğimizde ne bir selam, ne bir sohbet... İş yerime normalde uğramayan kardeşimin, bir fare için gelip gitmesi ve bu ısrarlı hali beni öfkelendiriyor.Dün yine gelip fareyi istediğinde, "o arkadaş burda yok" diye yalan konuştum. Stajyer kızları görünce, bir kibarlaştı, bir ricayla konuşuyor anlatamam. Kızların yanında şunun fiyakasını bozayımda görsün diye aklımdan geçirdim ama yine büyüklük ve ablalık bende kaldı tabi. Kızlar gittikten sonra, aynı kaba ve ısrarlı tavrıyla yine benden fareyi istediğinde sesimi çıkartmadım, gitti yanımdan. Eve gittiğinde ise evi aramış taramış ve bulmuş fareyi. Eve gittiğimde ise "bana yalan konuşma diyorsun, sen yalan konuşuyorsun, bilgisayarı hani arkadaşına vermiştin" dedi ve bütün suçlu ben olup çıktım. Kendisine ait olmayan eşyaları kurcalayan kendisi ama yalancı benim. Dün öz eleştiri yaptım. İç sesimle boğuştum resmen. Haklılık payı var sanırım ama o kadar ısrarcı ve dediğim dedik ki... İstediği olmadan isteğinden asla vazgeçmiyor. Hayatta herşey insanın istediği gibi olmuyor ve bazı konularda dur demesi gerekiyor. Oofffffffffffffffffffffffff, bu çocuğa bunları nasıl öğreteceğim? Hemde onun gözünde bir yalancı olmuşken....

22 Eylül 2008 Pazartesi

Kirpiler ve İnsanlar


Büyük bir keyifle okuduğum bir yazı, paylaşmak adına....


İncitmeyecek kadar uzak, üşümeyecek kadar yakın...


Hikaye şöyle.. Çok eski zamanların dondurucu bir kışı yaşanırken, bütün hayvanlar acımasız soğuktan çok etkilenmiş ve çok büyük kayıplar vermişler. Ama en çok kayıp veren kirpilermiş. Çünkü onların pek çok hayvan gibi kalın kürkleri olmayıp, kendilerini sıcak tutması mümkün olmayan dikenleri varmış. Bu durumdan çok endişe duyan kirpiler, en az zararla kışı geçirebilmek için meclislerini toplamış ve çözüm aramaya başlamışlar. Tartışa tartışa, nihayet gece olunca tüm kirpilerin bir araya toplanmasına ve birbirlerine çok yakın durarak geceyi geçirmelerine karar vermişler. Böylece kirpiler birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak ve aralarındaki hava akımını önleyerek donmaktan kurtulacaklarmış.


İlk geceki deneyimlerinde bunun işe yaradığını görmüşler. Ama daha önce hiç ön göremedikleri bir başka problem çıkmış ortaya. Üşüyen kirpiler birbirlerine fazla yaklaştıklarından kirpiler birbirlerini sivri oklarıyla yaralamışlar.


Daha sonraki gece yaralanma korkusundan dolayı kirpiler, bu defa da birbirlerinden uzak durmuşlar ama bu seferde donmaktan kendilerini kurtaramamışlar.


Ne var ki, her gece, bazen uzaklaşarak bazen de yakınlaşarak, deneye yanıla birbirlerinin vücut sıcaklığından yararlanacak kadar yakın, ancak birbirlerini incitmeyecek kadar uzak durmayı öğrenmişler. Bu değerli öğreti de onların hayatta kalmalarına neden olmuş.


Kıssadan hisse; İster kabul edelim ister etmeyelim, hepimizin bizi kaplayan uzun dikenlerimiz var. Bunlar, bizim hayata karşı savunma mekanizmalarımız, filtrelerimiz. Bazen faydalı, bazen de zararlı. Çoğu zaman, kimseleri yaklaştırmıyoruz yanımıza ya da korkutuyoruz onları oklarımızdan, ya da başkalarının oklarından korkuyoruz. Filtrelerimizden elemeden kimseleri sokmuyoruz özel dünyamıza, sınamadan geçit vermiyoruz. Ne var ki, hayatta kalabilmek ve sıcaklık ancak yakınlaşmakla, birlikte hareket etmekle mümkün olabiliyor. Sadece özel hayatımızda değil, iş yaşamımızda da bir takım olduğumuzu hiç unutmamalıyız. Hayatta kalabilmek ve rekabette öne geçebilmek için takım arkadaşlarımızla gerçek uyumu yakalamalıyız. Herkes önce kendi oklarının sorumluluğunu alıp, karşısındakiyle en uygun mesafeyi hemen ayarlamalıdır. Bu sadece bulunduğumuz takımın değil bizim de hayatta kalmamızı sağlayacak sihirli bir yaşam dersidir. İş hayatında esnek olmak, değişen kurallarla birlikte değişimi yakalayabilmek çok önemli. Tabiatımızda var olan oklarımızı, ne kendimize karşı ne de takım arkadaşlarımıza karşı kullanmalıyız. Oklarımızı çıkarma ve kullanma zamanını da çok dikkatli ayarlamalıyız.


Yeni dünya birçok çelişkiyi de içinde barındırıyor. Oksuz, oklu kirpiler görme zamanımız artık gelmiştir. Bu çelişkiler içinde var olmayı başaran kişi ve kuruluşlar hayatta kalabilecekler. Bir an önce, birbirini incitmeyecek kadar uzak, hayatın soğuk, çelişkili ve zor zamanlarında üşümeyecek kadar da birbirimize yakın olmayı öğrenmeliyiz.


Herkesin görünür ya da görünmez sivri oklarının olduğunu, bu okların, kişinin hem kendisine hem de başkalarına vereceği zararların bilincinde olup, ona göre davranması gerektiği gerçeğini de hiç unutmamalıyız. Bu dönem zoru başarabilen kirpilerin dönemi olacak.

Yazan: Pembe Candaner
Kaynak : Sabah

Çarli'nin Melekleri


Dün akşam, iftar yemeğine, değerli dostum Ümüt ve annesini davet ettik. Ümüt, ruhu küçükler tarafından değeri anlaşılmayan ruhu büyük insanlardan bir tanesidir. Dün KPSS sınavına girmiş. Bu arada tüm KPSS sınavına giren herkesin inşallah sınavı güzel geçmiştir ve istedikleri puanları alırlar. (Bu dileğim mantıksız bir dilek olduğunun farkındayım, herkesin puanı yüksek olursa, herkes atanamaz. İnşallah işe daha layık olanlar ve işe daha çok ihtiyacı olanlar sınavı kazanıp göreve başlarlar) Devlet kapısını yatmak! olarak gören insanlar, bir şekilde memur oldukları zaman devleti kötü temsil eden memur olup çıkıyorlar. İğneyi kendime, çuvaldızı başkasına batırıyorum. Ruh halimin kötü olduğu zamanlar hariç iş diye kendimi paralıyorum o yüzden vijdanım rahat. Vijdanıyla hesaplaşabilen, insanlara hizmet etme aşkıyla yanan insanlar inşallah devlet kapısında iş bulurlar. Dayı torpiliyle gelenlerin, canla başla çalıştığına çok az şahit oluyoruz çünkü. Konuyu yine dağıttım farkındayım, hemen toparlıyorum.

Ümütcüğüm benim, hayatımda ki nadide güzel insanlardan bir çiçek. Rabbim senin karşına senin değerini bilecek iyi insanlar çıkartır inşallah. Zati o da, evlenmiş olmak için evlenmek istemeyen insanlardan.(İç ses: Oda senin gibi evde kalmış hehe)

Bugün, yanıma üç stajyer kız öğrenci başladı. Nasipse bu sene onlarla beraberiz. Geçen seneki öğrencilerime "kuzularım" diyordum. Bu sene gelen öğrencilere ne diyeceğim diye çok düşünmeden Ahmet abi bir isim buldu ama isim bulduğundan haberi yok. Sabah odaya geldi "günaydın" dedikten sonra "bu sene ki öğrencilerin gelmiş gözün aydın, artık sırtın yere gelmez" dedi ve bombayı patlattı. "Çarli'nin Melekleri" gibi kızlar bunlar dedi. Bu sene öğrencilerimin adı "meleklerim" oldu bile :) Bende Çarli :))

Allah'tan kız öğrenci verdiler. İki sene önce erkek öğrencilerim vardı. Lise çağında ki erkeklerle baş etmek çok zor. Evdeki kardeşimden biliyorum. Kızların eline kitap veriyordum, o kitap üstüne sohbet edebiliyorduk. Erkek öğrencilerle paso kız muhabbeti yapmıştık. " Bak oğlum, yaşın daha erken, kız işlerini bırak, oku hayatını kurtar" diye çok nasihat etmiştim. "Abla ben onların değil, onlar benim yakamı bırakmıyor" diyordu. Çocukta ki tipi görseniz hak verirdiniz. Benim antel dantel diye isimlendirdiğim bir tip. Saçlar ojeli, pantolan ha düştüm ha düşeceğim diyecek kadar bol, kollar vücudunun bir metre civarında sallanarak, kendinden emin bir yürüyüş. O çağda kızlarda bu tipler için ölür. (Ölecek ne varsa!)

Mezun olan öğrencilerim, yolu düştükleri zaman uğrarlar yanıma. Birisi İstanbul'da kaynakçı olmuş, geçen hafta uğradı yanıma. Dedim "sen meslek lisesi mezunusun, kaynakçılık ne alaka?" diye sordum. "Bu mesleği yapmak istediğini" söyledi. "Aferin" dedim, "hangi işi seviyorsan, ne yapmak istiyorsan onu tercih etmen güzel" dedim. Birilerinin tercihlerini değil, kendi tercihini yaptı. Gurur duydum onunla.

Entel dantel olan öğrencim ise Samsun'da yüksek okulu kazanmış. Oda yakın zamanda uğradı yanıma. Samsun'a gidip gördün mü okulunu? diye sordum. "Evet, orda gidip ortam bile kurdum. Kız arkadaşlar buldum hehe, başım derde girerse bana arka çıkacak arkadaşlar buldum" dedi birde. "Oğlum dedim, sen nasıl biri olursan, karşına öyleleri çıkar, kavga çıkarmazsan kavga olmaz." dedim. "Ne yapayım Haccecan abla, ben biraz asabiyim, bana birisi itiraz etse duramıyorum" dedi. Tipik bir karadenizli çocuğu işte.

Ramazan da bile iki kere dayaklı, küfürlü olaya şahit oldum. Kavgalardan bir tanesi akşam ezanı okunurken oldu. Millet oruç açıyor, bunlar kavga ediyor. Garibim polislerde bunlar için geldi olay yerine...

Tamam yazıyı bitiriyorum. Çarli ve melekleri yeni bir sezona daha başladı. Bir sene varlıklarına alıştığım öğrencilerim giderken üzülmek bana düşüyor. Bu meleklerde giderken böyle olacak :((

21 Eylül 2008 Pazar

Zor iş zor....


http://www.pozitifstil.com/ImageDetails.aspx?ImageID=20887

Karı- koca olarak aynı iş yerinde çalışan çiftin arasında geçen şahit olduğum bir diyalog.

-Kadın: Bu öğle arası çalışacağım, eve gelmeyeceğim çocukları sen doyur.
-Adam: Oooo olmaz hanım, başka zaman çalışırsın. Bu iş nereden çıktı böyle.
-Kadın: Mecbur napayım. Ramazan olduğu için ancak vakit bulabildik, bir arkadaşla çalışacağız. Sen çocukları doyur, aç kalmasınlar tamam mı?
-Adam:Ben doyuramam....
-Kadın: Dolapta hazır yemekler var.
-Adam: Öğleden sonra yaparsın işi.
-Kadın: Başka zaman müsait değiliz, en uygun zaman bu öğle arası.
-Adam:Ben doyuramam çocukları.
-Kadın:Dolaptaki yemeklerle doyuramazsan,lokantaya götür, orda karınlarını doyur.
-Adam: Ya zaten sularda yok, ben nasıl abdest alacağım?
-Kadın: Lavabo nun yanında şişelerde su var. Onlardan alıp abdest alırsın.
-Adam: Yaa öylede zor oluyor abdest almak.
-Kadın: Eee ne yapayım başka? O zaman camiye git orda şadırvandan alırsın abdestti.
-Adam: Sularda niye gitti ki böyle?
-Kadın: Hadi ben gidiyorum. Görüşürüz sonra. Çocukların karnını doyurmayı unutma.
-Adam: Yaa, uff, pufff

Bu arada ben bu diyalogun ortasında bir kadına, bir adama bakıyorum. Baba olmak hakkaten zor iş diye düşünüyorum. Öğle arası çalışmak zorunda kalan kadını ise esefle kınıyorum!!! 10 ile 13 yaşında ki iki çocuğun karnını doyurmak gibi zor bir görevi nasıl çocukların babasına bırakabiliyor anlamıyorum!!!

İftar yemeği


http://www.fotono1.com/foto.php?id=40084

Dün akşam iftar yemeğine, Kızkardeşimle üniversite arkadaşımın evine gittik,Üniversitede arkadaşım olan Selda ile dost olma seviyesine çıkmamız için sekiz sene geçip yazdığım hikaye olan Feryal'i okuması gerekiyormuş.


Erkek kardeşim " o kadar kızın içinde ne yapacağım? kendinizi benim yerime koyun" diyerek gelmek istemedi iftar yemeğine. Bu erkeklik! özelliklerini böyle konularda ortaya çıkarmasına sinirleniyorum. Bir kahvenin önünden geçerken de yaşına başına bakmadan bize " susun, sessiz olun, erkekler var" diye üstümüzde hakimiyet kurmaya çalışıyor. Erkeklerin olaylara bakış açısı bu kadar dar işte. Beyefendi bizimle bir aydır kalıyor, ben ise dört yıla yakındır burda kalıyorum. Kendime her konuda sahip çıkmışken bir erkeğin (bu benim kardeşim, babam bile olsa) kendi doğrularını! bana göstermesine tahammül edemiyorum. Ve bu sahiplik konularını, bana her konuda destek olmak yerine, bir tek kurallar koyarak sahip çıkmaya çalışmasına ise sinir oluyorum. Bu küçük ilçede kahvesiz bir köşe başı yok ve benim mesaiye başladığım saatten önce adamlar oturmaya başlayıp, yatma saatime kadar orada oturuyorlar. (Uyuduktan sonra orada olup olmadıklarını göremediğimden bir şey diyemiyorum.) Bu kahve konusu ayrı bir yazı konusu, esas konumuza geri döneyim, nerde kalmıştık?


He tamam, Kızkardeşimle evden çıkarken elektriği aşağıdan keseyim diye uğraştım ama Kızkardeşim izin vermedi. "Erkekkardeşimin bilgisayara olan alışkanlığını kendi isteğiyle bırakması lazım. Bizim zorlamalarımızla ve yasaklarımızla bırakmaz." dedi. Haklıydı, elektriği kesmeden gittik, ama bir yanım acayip pişmandı beyefendinin isteği oldu ya . (İç ses: Kızkardeşimin her konuda benden daha mantıklı olmasına sinir oluyorum. Abla olması gereken oymuş, sıramızı şaşırıp gelmişiz dünyaya)


Oraya gittiğimizde Selda'nın sayesinde tanıştığımız ortak bir arkadaş daha vardı. Ne zaman bir araya gelsek, saatler dakika gibi geçer, sohbete doyamadan ayrılırız. Dün de aynı şey oldu. İftardan sonra son dolmuşa yetişelim diye vedalaşıp ayrıldık evden fakat durakta dolmuş bulamadığımızdan gelemedik evimize. Tekrar Selda'lara geldik. Hepimiz gülme modundaydık. Kahkahalar havada uçuştu. Konuşma konularımızın temelinde ise evlilik, erkek arkadaş ve koca vardı. :D Selda ' da yatıya kalacağız diye düşünürken ilerleyen zamanlarda komşusu aklımıza geldi. Selda telefonda bizi bırakması için rica ederken, gülmekten konuşamadı. :) Sağolsun komşusu bizi eve bıraktı. Eve geldiğimizde ise erkek kardeşim yine bilgisayarın başındaydı. :)
Bu yazıyı yazarken, erkek kardeşim, elinde elektrik süpürgesiyle evi süpürüyor ben ise bilgisayar başında yazı yazıyorum :D.

20 Eylül 2008 Cumartesi

Bekar kızın anıları


Erkek kardeşimin kendi beden ve ruh sağlığını iyi yönde geliştirmesi için zamanını faydalı işlerle geçirmesini istiyordum. Fotoğrafçı arkadaşlarımdan Ali aynı zamanda basketbol antrönörlüğü yapıyordu. Onunla konuştuk, kardeşimin oyununu görüp, onu basketbol takımına alacaktı. Dün fotoğrafçı arkadaşlarla iftar yemeğinden sonra Avni Aker Stadyumu'na basketbol antremanına gittik.

Kız kardeşim kenarda bekledi, beklerken kitap okudu. Ben ve erkek kardeşim ise antremana girdik. Erkek kardeşim ilk önce "senin erkeklerin arasında ne işin var" diye ahkam kesti ama takmadım. Hepsi kendi yaşındaki, benim kardeş diye görebileceğim erkek çocuklarıydı.

Baya uzun zamandan beri spor yapmadığım için nefesimin kesildiği anlar oldu, ama yine fena değildim. Yani gencecik delikanlılarla yarışabildim... Bunun böyle olması çok hoşuma gitti :) En çok hoşuma giden başka bir şey ise Ali'nin beni o çocuklara "bu hatice hocanız, bizimle antremana girecek" diye tanıştırmasıydı. Antreman boyunca çocuklar bana "hocam" dedi. :)

Bir ara çocuklardan bir tanesi kendisini sakatladı. Sol bacağının eklem bölgesinde sakatlanma oldu. Çocuğu saha kenarına taşıyıp, bacağını yüksek yere kaldırdım, biraz masaj yaptım ama çocuk maça geri dönemedi. Bir kaç nasihatta bulundum çocuk evine giderken.

Günün özeti: Güzel bir akşamdı. Spor yapmayı seviyorum ve sürekli yapmak istiyorum ama burda böyle bir imkanım yok malesef. Ben yapamasam bile erkek kardeşimin yapmasını istiyorum. İnşallah sporu benim kadar sever ve zamanını daha faydalı işlerle geçirir.

19 Eylül 2008 Cuma

Aile İçi Şiddet


Aile İçi Şiddetle Mücadele El Kitabından Kısa Bilgiler


ŞİDDETE MARUZ KALDIĞINIZDA YA DA RİSK ALTINDAYKEN BAŞVURABİLECEĞİNİZ KURUM VE KURULUŞLAR


İL SOSYAL HİZMETLER MÜDÜRLÜKLERİ
ALO 183 AİLE, KADIN, ÇOCUK VE ÖZÜRLÜ SOSYAL HİZMET DANIŞMA HATTI
SAĞLIK KURULUŞLARI
POLİS MERKEZLERİ, JANDARMA KARAKOLLARI
CUMHURİYET SAVCILIĞI
BELEDİYELERİN KADIN DANIŞMA MERKEZLERİ
BAROLARIN KADIN DANIŞMA MERKEZLERİ VE ADLİ YARDIM KURULLARI
KADIN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI


Şiddetin bu kadar göz önünde olduğu bir zamanda nasıl şiddeti önleyeceğimizi merak ediyorum. Hatta şiddetten zevk alındığı bir zamandayız.

Bizi yönetmeleri için seçtiğimiz sayın millet vekillerinin bile sorunları kavgayla hallederek çözmeye çalıştığını görerek büyüyen nesle aidiz biz. Şiddet beynimizin her bir hücresine işlemişken, bize şiddetin yanlış olduğunu söylemeleri ne kadar büyük tezatlık değil mi? Bunları yazarken bile şiddete eğilimli olan insanları dövmek, kollarını ve bacaklarını kırmak, bağırta bağırta canlarını yakmak istiyorum. Bu benim suçum mu? Hayır değil. Şiddeti beynime yerleştirenlerin suçu. Bunları benim düşünmem benim suçum değil fakat şiddeti gerçeğe dönüştürdüğümde bu benim suçum oluyor. Bunu biliyorum...

İnsan cesetlerinin, kavga, tecavüz, adam yaralama, bıçaklama, aldatma haberlerinin eksik olmadığı televizyon ile her türlü sansürsüz sapık görüntülerin, şiddet içeren fotoğrafların bulunduğu internet ortamı ve ne kadar çok insan öldürürsen o kadar çok puan aldığın bilgisayar oyunları var oldukça şiddetin önünü alamayız diye düşünüyorum.

Ölüm biz insanlar için doğal bir olay fakat birbirimizi öldürdüğümüzde normal olmadığını öğretmemiz gerekiyor çocuklarımıza. Masum bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek kadar günah olduğunu, kalp kırmanın bile Allah'ın affetmeyeceği günahlar arasında olduğunu bilmemiz gerektiği, bilmekle kalmayıp uygulamalıyız, uygulamakla da kalmayıp öğretmemiz gerektiğini öğrenmeliyiz.

Şiddet görüntülerinden, eşi tarafından dayağa maruz kalan kadın ve çocukları görmekten, onlar adına üzülmekten ve elimden bir şey gelmemesinden yoruldum.

Kınıyorum insanlıktan nasibini almamış insanları. Yakanıza yapışmaya devam edecem. Allah hepinizi ıslah etsin....

18 Eylül 2008 Perşembe

Aile İçi Şiddet



Başbakanlığa bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından, Aile İçi Şiddetle Mücadele El Kitabı yayınlandı. Benim çalıştığım sağlık kuruluşunada geldi bu kitapçıktan. Bir kaç bilgiyi ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Aile İçi Şiddet Nedir?
Eşinizin size veya çocuklarınıza yada sizinle aynı evde yaşayan akrabalarınıza yönelik;
Sizin aynı evde yaşayan herhangi bir akrabanızın, size ya da evdeki diğer kişilere yönelik;
Evli olmanıza rağmen kendi isteğinizle veya mahkeme kararı ile ayrı evlerde yaşadığınız eşinizin, size yönelik;
Tehdit, baskı ve kontrol içeren, fiziksel, cinsel, ekonomik veya psikolojik zarar görmenize veya acı çekmenize sebep olan her türlü davranışı AİLE İÇİ ŞİDDETTİR.
2. ŞİDDET TÜRLERİ
a) Fiziksel Şiddet
Tokat atmak, tekmelemek, yumruklamak, hırpalamak, kolunu bükmek, boğazını sıkmak, bağlamak, saçını çekmek, kesici veya vurucu aletlerle yaralamak, kezzap veya kaynar suyla yakmak, vücudunda sigara söndürmek, ellerini ayaklarını ezmek, sakat bırakmak, işkence yapmak, sağlıksız koşullarda yaşamaya mecbur bırakmak, sağlık hizmetlerinden yararlanmasına engel olarak bedensel zarar görmesine neden olmak gibi eylemler FİZİKSEL ŞİDDETTİR.
Kadına yönelik fiziksel şiddetin en ağır biçimlerinden biri, töre/namus bahanesiyle kadına uygulanan şiddettir. Kadının giydiği kıyafet, gittiği yer, yabancı kişilerle konuşması, evlilik dışı ilişkisinin olması, evlilik dışı hamile kalması, bakire olmaması, ailenin ya da akrabalarının uygun gördüğü kişi ile evlenmek istememesi, boşanması gibi bahanelerle kadına eşi ya da akrabaları tarafından şiddet uygulanması ya da öldürülmesi TÖRE/NAMUS BAHANESİYLE kadına uygulanan şiddettir. Ne yazık ki, bu suçun işlenmesine eş ya da akrabalar karar verebilmektedir. Töre/namus bahanesiyle kadına uygulanan şiddet yasalarımıza göre suçtur ve cezalandırılmaktadır.
b) Psikolojik Şiddet
Bağırmak, korkutmak, küfür etmek, tehdit etmek, hakaret etmek, ailesiyle akrabalarıyla, komşularıyla, arkadaşlarıyla ya da başkalarıyla görüştürmemek, eve kapatmak, küçük düşürmek, çocuklarından uzaklaştırmak, kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başka kadınlarla kıyaslamak, kadının nasıl giyineceği, nereye gideceği, kimlerle görüşeceği konusunda baskı yapmak, kadının kendini geliştirmesine engel olmak gibi eylemler PSİKOLOJİK ŞİDDETTİR.
c) Cinsel Şiddet
Evli olduğu kişi bile olsa kadını istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimlerde cinsel ilişkiye zorlamak (tecavüz), başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel organlara zarar vermek, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya, kürtaja, enseste (akrabalar arası cinsel taciz ve tecavüz), fuhuşa zorlamak, zorla evlendirmek, telefonla-mektupla ya da sözlü olarak cinsel içerikli rahatsızlık verici davranışlarda bulunmak gibi eylemler CİNSEL ŞİDDETTİR.
d) Ekonomik Şiddet
Para vermemek veya kısıtlı para vermek, ailenin tasarrufları, gelir ve giderleri konusunda bilgi vermemek, kadının mallarını ve diğer gelirlerini elinden almak, çalışmasına izin vermemek, istemediği işte zorla çalıştırmak, çalışıyorsa iş hayatını olumsuz etkileyecek kısıtlamalar getirmek, aileyi ilgilendiren ekonomik konularda kadının fikrini almadan tek başına karar vermek gibi eylemler EKONOMİK ŞİDDETTİR.

Şimdilik bu kadar bilgi yeter herhalde. Aile içi şiddet dendiği zaman dayak yiyen kadın ve çocuklar aklıma gelirdi. Beni en çok şaşırtan ise psikolojik şiddet başlığı altında ki kıskançlık bahanesiyle sürekli kontrol altında tutmak, başka kadınlarla kıyaslamak, kadının nasıl giyineceği, nereye gideceği, kimlerle görüşeceği konusunda baskı yapmak, kadının kendisini geliştirmesine engel olmak... Bunlarda psikolojik şiddet olarak ele alınmış.

Bırakın kocayı, babayı, çevremizdeki, iş hayatımızda ki, komşularımızda ki, erkek olsun, kadın olsun psikolojik şiddet uygulamayan insan var mı diye düşünüyorum. Kaç anne çocuğunun giyimine karışmıyor ki? Kaç eş, kadının kendisini geliştirmesi için onu destekliyor? Dayaktan geçtim psikolojik şiddet uygulamak bizim toplumumuzda normal olarak görülüyor. Normal bir konuyu nasıl suç olarak kabul ettirip şiddetin önünü alacağımızı merak ediyorum. Okumuş belli bir yere gelmiş insanların bile eşlerine şiddet uyguladığını biliyoruz, duyuyoruz, görüyoruz.


Devletin şiddet konusunu daha yoğun olarak ele alması gerektiğini düşünüyorum. Şiddete yönelik kitapları ben gibi okumayı seven insanlar okuyor. Şiddet uygulayan bir insanın bu kitapları okuduğunu, hatta bu kitapların onların eline ulaştığını, hatta kitap okuduklarını bile düşünmüyorum...

Çözüm olarak bir kaç düşüncem var ama bu başka bir yazının konusu olsun. Yazı fazla olduğu zaman sıkıcı oluyor. Sizi sıkmak istemiyorum. Çözüm önerileriniz varsa, onlarıda duymak isterim.

Akrep ile Ramazan

Salı akşamı sahura kalktığımızda, erkek kardeşim yattığı odaya çağırdı bizi. Duvarı gösterdi. Duvarda siyah, orta boy bir akrep vardı. Kız kardeşimle gözgöze geldik. Ne yapsak diye düşündük, diğer odadan sinek ilacını ve böcek ilacını getirdim. Sinek ilacını onun eline verdim, böcek ilacınıda ben aldım elime. Kanepenin üstüne çıktık. Ellerimizde sinek ilaçları, akrebin biraz uzağında duruyoruz, ilaçları ona doğru hizalamış bekliyoruz. "Nuran hazır ol, ikimiz aynı anda sıkacağız ilaçları üstüne, hayvan (hayvan değil böcek :)) zıplayabilir üstümüze kaçma pozisyonunda hazır bekle" dedim. Sonra birrr, ikiiiii, üççççç......
Pıssss diye ilaçların sesleri ortalığı kapladı, ikimiz iki taraftan bonbardıman altına aldık akrebi. Sonra akrep yere düştü. Yere düşerken biz panikledik, kanapenin üstünden atladık. Gece vakti o atlama baya bir ses çıkardı. Ama can derdi napalım, komşular kusura bakmayın artık...

Duvardaki akrep, kanapenin arkasına düştü. Kaçmasın diye hemen halıyı ve kanapeyi çektim. Akrep, son çırpınışlarını yapıyordu. Biz kardeşimle yine üstüne pıssssssss pıssssssssss diye ilaçları sıkıyoruz. Akreple birlikte bizimde zehirlenmemize az kalmıştı. Artık böcekcağız kımıldayamadı. Son nefesini verdikten sonra biz mutfağa sahur yapmaya gittik. Gitmeden önce pencereleride açtım, odanın havası temizlensin diye...
Sahuru yaptıktan sonra, elime kağıt havlu aldım, 3-4 kat katladım onu, sonra rahmetli akrebi aldım. Biraz inceledim. Kuyruğunda ki kanca kağıt havluya takıldığında canlandı sandım. Attım elimden. Sonra öldüğünden emin olduğumda tekrar aldım, kağıt havludan bir tabut yapıp, attım çöpe.

3 seneden fazladır bu evde oturuyorum evin içinde hiç akrep görmemiştim. Herkes akreplerden şikayet ederdi, çok şükür evimde akrep yok diye söylerdim. Geçen sene ramazanda tam dış kapının önünde ilk defa görmüştük. Bu sene ramazanda evimize kadar girdi. Allahtan zehirsizler. (İç ses: Ya zehirliyse!) Seneye inşallah yatağıma girmeye çalışmaz.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Can Yücel'den...


Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
'O olmazsa yaşayamam.' demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela.
O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
'O benim.' diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...

CAN YÜCEL
Kendini hiç bir yere ait hissetmeyen bana, bu şiir çok şey anlattı. Size neler anlattı?

16 Eylül 2008 Salı

Kadınları Anlamak


http://www.fotono1.com/foto.php?id=24583

Adamin biri California'da bir kumsalda yürürken ayağı eski bir lambaya takılmış, adam lambayı kumların içinden çıkarmış. Dalgasına belki cin çıkar deyip ovalamış lambayı, harbi harbi cin çıkmış. Adam cok şaşırmış, cin başlamış konuşmaya


'Tamam, tamam. Beni lambadan kurtardın vs ...'


- 'Bu, bu ay icinde dördüncü çıkarılışım ve bu işten sıkılmaya başladım bu yüzden 3 dileği unut. Sadece 1 dilek hakkın var!'


Adam oturmuş ve bir süre düşünmüş ve 'Her zaman Hawaii'ye gitmek istedim ama uçaktan korkarım ve deniz beni çok tutar. Benim için Hawaii'ye bir köprü yap böylece arabayla oraya gidebileyim' demis.


Cin gülmüş ve - 'Bu imkânsız. Bu işin lojistiğini düşün! Köprünün ayakları nasıl Pasifik'in dibine ulasabilir? Ne kadar beton gerektiğini, ne kadar çelik gerektiğini düşün. Hayır, başka bir dilek düşün' demiş.


Adam 'tamam' demiş ve gerçekten güzel bir dilek düşünmeye başlamış. En sonunda,


- 'Dört kere evlendim ve boşandım. Bütün karılarım her zaman duyarsız olduğumu ve onunla ilgilenmediğimi söylerdi. Bu yüzden, kadınları anlayabilmeyi diliyorum... Nasıl hissettiklerini ve neden ağladıklarını, bir şey söylemedikleri zaman gerçekten ne istediklerini... onları nasıl gerçekten mutlu edebileceğimi bilmek istiyorum...


'Cin cevap vermis:


- 'Köprü iki şeritli mi olsun dört şeritli mi ???!!!'

Haftanın Fotoğrafı


15 Eylül 2008 Pazartesi

Sobelendim...


Uci geçen hafta beni sobelemişti. Geçikmeli olarak Hayallerimi yazmaya başlıyorum. Ya bismillah....

Evim olsun, arabam olsun, pembe panjurlu evim olsun gibisinden hayallerim olmadı, belki önceden olmuştur ama mutluluğun onlarla gelmediğini artık bildiğimden bu hayallerimden vazgeçtim.

İçi dışı bir olan, sevip sayabileceğim, her düştüğümüzde yeniden kalkabileceğimiz, candan dostlarım olsun. Her zaman sevgiyle anayım, kırgınlığımdada, küskünlüğümdede vazgeçemeyeceğim dostlar bunlar, adı dost değil, kendi dost olan insanlar olsun çevremde..

Büyük, çok büyük bir kalp istiyorum. Büyük kalpden kastım vücudumun içine sığmayan bir kalp değil tabiki. Her hatayı, her sıkıntıyı, her ihaneti, aldatmayı, kötü sözü, kötü davranışı, ..... ( kötü ne varsa işte, kötü deyipte aklınıza ne geliyorsa) kaldırabilen, onları affedebilen, sonra yoluna devam edebilen kocaman bir kalp isterdim. Ama öyle safdirik bir kalp değil, yıkılmadım ayaktayım deyip, gerekli cevabı verdikten sonra yoluma devam etmek isterdim. Kırılmayan bir kalp isterdim kısacası.

Dünyada ki bütün fakirleri, açları, yetimleri, dulları, öksüzleri, yardıma muhtaç her insanı, hayvanı, ağacı, çiceği, fokları, balinaları.... ne kadar yardıma muhtaç canlı, cansız varlık varsa onlara yardım edebilecek kadar güçlü ve zengin olmak isterdim, ama zengin olduğumu herkes bilsin, ben bilmeyeyim ki belki kibirlenirim istemeden.

3 çocuğum olsun isterdim, ilki kız olacak, sonrasını Allah ne verirse başımın üstüne. İçimde eksik hissettiğim ne varsa, onları çocuklarıma hissettirmemek isterdim. Mükemmel bir anne olmak isterdim. mükemmel bir anne olmak için ise çok sabır, dirayet, ahlak, mutfak becerisi, irade isterdim. İyi bir anne olmak için iyi bir babaya ihtiyaç var tabiki. İyi özelliklerin toplandığı bir eşim olsun da isterdim.

Hiç kalp kırmamak isterdim. Kalbim kırıldığında tamir edecek güç isterdim.

Herkesin kalbinde güzel bir yere sahip olmak isterdim

Öldükten sonra arkamdan hayır dua edecek eş, evlat, insanlar isterdim

Babamdan, anamdan hayır dua almış olarak ölmek isterdim.

Dünyada yaşanılacak her şeyi yaşayarak ölmek isterdim. Dünyayı gezilmedik, gidilmedik yer bırakmadan dolaşmak isterdim.

Allah'tan istenebilecek her helal şeyi isteyebilecek kadar dua etme yeteneğine sahip olmak isterdim.

İsteklerim gerçekleşmediğinde, gerçekleşmemiş eksikliklerimin yokluğunu hissetmemek isterdim. İsteklerim benim için vazgeçilmez olmasın isterdim.

Düğünümde Nurcan'ımla birlikte gelinlik giymek isterdim, çocuklarımız bir arada büyüsün isterdim. Can dostlarımın yokluğunu hissetmemek isterdim.

...

Aklıma geldikçe bir kaç satır daha ekleyeceğim.

Bende arkadaşlarım Birsen'i, Karanlık'ı ve Hüseyin SOYKÖK ' ü (bu sefer doğru yazdım:)) sobeliyorum. Yazıp yazmamakta özgürsünüz. Aklıma siz geldiniz. Kolay gelsin....

Merhaba Yeni Gün

Yağlı boya Atlar
12 Eylül 2008

Bugün ruh halim çok kötüydü. Kötü ruh halinde iken düşüncelerim "iki bilgisayar ve ben" yazısında ki gibi oluyor. Şu an ne kadar saçma ve boş yazmışım diye düşünüyorum. Bu ruh halimle sürekli baş başayım. Bu ruh haliyle yaşamak daha zor.

Yazıda iç sesimin sevgili bul dediğini yazmışım. Sevgili bulsam sanki tüm sorunlarım çözülecek. Kesinlikle hayır çözülmeyecek biliyorum. Hiç bir zaman bir erkeğin gölgesine sığınma ihtiyacı hissetmedim. Kendimi bildim bileli her yükün altından tek başıma kalkıyorum, kendim kalktığım gibi başkalarınıda kaldırıyorum. Hayatımda başka bir erkek olsa oda sorunlarıyla ve sıkıntılarıyla hayatıma girecek ve onun yükünün altına da girmek zorunda kalacağım. Ben o kadar güçlü değilim. Belkide bu yüzden yalnızlığı seviyorum.

Hayatınızda her zaman akıl danıştığınız, güçlü, iradeli, her sorununuzu anlattabiliğiniz bir dostunuz var mı? Vardır illa ki... İşte o dost olabilecek insanlardan bir tanesiyim. Kendimi bildim bileli hep dert dinledim, akıl verdim. Artık omuzlarım bu kadar yükü kaldırmıyor sanırım ve saçmalıyorum. Bu yazıyıda okursanız, o güçlü gördüğünüz dostunuzun derdini de siz dinleyin. Anlatmak istemeyecektir. Suskunluğundan dertlerini anlayın.

İki bilgisayar ve ben yazısını silmeyi düşündüm ama vazgeçtim. ilerde ne düşünmüşüm, ne hissetmişim diye arşivimde yerini alsın. O yazıya çok takmayın. Gerçek ben orda ki değil, burdaki...

Elveda dün, merhaba yeni gün

Yeni getirdiğin umutlarla, hayallerle, sıkıntılarla, üzüntülerle..... Merhaba.....

12 Eylül 2008 Cuma

İki bilgisayar ve ben




Aynı rutin işleri yapmaktan sıkıldım, iki haftadır iş yapmıyorum. İş yapıyor gibi gözükmek için, masamın üzerine evrakları çıkarttım koydum. Amirim arada bir odaya gelip "ne yapıyorsun?" diye sorduğu zaman " yazıya cevap yazıyorum" diyorum, ama yazmıyorum. Yalan konuşuyorum oruçlu oruçlu. Böyle rol yaptığım içinde iç sesimle tartışıp duruyorum. Hoş başka tartışacak adam yok ya. Odaya arada sırada birileri geliyor, onlarda iş için geliyor. Diyalog kurduğum kimse yok gibi, konuşmaya çalışanlarında konuştukları konular dikkatimi çekmiyor, içimden onlara cevap vermek bile gelmiyor, bilgisayarda işim varmış gibi yapıyorum, gidiyorlar. Kendimden de sıkılmış durumdayım. Sürekli sıkıntılı bir ruh hali, bloğumda iyi ve komik şeyler yayınladığıma bakmayın, ruh halim kötü, okuyanlar gülsün diye yapıyorum. Saniyelik tebessümden başka bende bir etki oluşturduğu yok hiç birinin. Bilgisayar başında okuduklarıma, gördüklerime gülmekten, üzülmekten de yoruldum. İnsanı duyguları bu bilgisayar yaptırıyor bana, bu kadar mı düştüm diye kızıyorum kendime. Bilgisayarları pencereden atasım var. İki bilgisayar var masamın üstünde. Evde erkek kardeşim istila etmişti üç haftadır, baktım bilgisayar elden gidiyor, bilgisayarımı kurtarmak için iş yerine getirdim. Tutturmuş bir oyun var onu oynuyor gece yarılarına kadar, sabah oyun için de erken kalkıyor. Başım dertte bu çocukla. Ablayım ya büyüklük yapacam diye kurallar koyuyorum takmıyor beni. Sen misin beni takmayan diye getirdim iş yerine. Dün yalvardı getir eve diye inat ettim götürmeyecem.Burda da ben musallat oldum bilgisayara. Diğer bilgisayarım ise davul ekran kocaman ekranı var, gözümü kör edecek bir gün. O bilgisayarda bozulmak üzere, ekrandan cızır cızır sesler geliyor, arada ekran kayıyor, kararıyor birşeyler oluyor...

İç ses: Birgün puccanın blogunu okurken, o ekran patlayacak ve beni kör edecek, bir daha göremeyeceğim. Ecelim bilgisayardan olacak.

Bilgisayarda sörf yapıyorum, okuduklarımda sıkıyor. Herkes birşeyden dert yanmış. Dert yanmayan insanlarada sinir oluyorum. Bu hayatta dert çekmeyen insan olur mu yaa. Derdi olmayan insanlarada sinir oluyorum. En çok sinir olduğumda, duygularımı bu bilgisayarda yazıcak kadar aciz kalmam. Anlayacak adam yok napayımmmmmm. Hepsi başka başka. Ben hepsinden başka.


Millet aşklarından, sevgililerinden, oynaşlarından, çocuklarından, kocalarından, sevgili adaylarından bahsetmiş, bana bak birde, iki tane bilgisayarım varmış, çok da tındınız sizde, buraya kadar okuduysanız para verecem unutturmayın, sabrından dolayıda tebrik edecem.


İç ses: Sende millet gibi yaz buraya uyduruk aşk hikayeleri be ne kaybın var ki.. Veya sevgili arıyorum, adaylar mail adresinizi yazın buraya, görüşelim, tanışalım yaz. Bu sıkıntının tek sebebi yalnızlık, E madem yalnızım, sevgili bulayım bari, iyi vakit geçer. Bir aralar siberaleme nasılda takılıyordun. Hepsi sapık çıktı diye girmekten vazgeçtin ama olsun. Hem şimdiye kadar dürüst oldunda ne oldu, başın göğemi erdi. Saf, aptal kız olup çıktın, millet dürüstmü, yalancımı olduğunu anlamak için de yapmadığı oyun, etmediği laf kalmadı sana. Sonunda dürüst ve safsın dediler. Onlar o sözü söyleyene kadar ne kadar kırıldın, ne kadar canın yandı. Salaksın sen salak.

Kimseyle gönül eylendirmedim. Yapmamda. Yapamam. Siberalemde çok güzel dostluklar kurdum. Yılmak mesela. Allah eşiyle sonsuz mutluluklar nasip etsin.


Benim hala umudum var....


İç ses: Umuduna tüküreyim Haccecannnnnn

Su Kaynağı


***Yağlıboya Çocuk Resimleri***
Anne dışarıda alış-verişteydi. İki buçuk yaşındaki bebeğe babası gözkulak oluyordu.

Aslında bu pek de zor bir şey değildi. Yavrucak halının üzerinde 'çay seti' oyuncağıyla oynarken
baba da koltuğunda gazetesini okuyor, ara sıra da bebeğinin kendisine çay seti oyuncağının minik plastik fincanlarıyla ikram ettiği suları çay niyetine içerek oyuna iştirak ediyordu.

Derken anne eve geldi. Baba anneye sus işareti yapıp, bebeği izlemesini istedi. Bu çok şirin hareketini annenin de görmesini istiyordu. Anne, bebeğin elinde çay fincanıyla salondan çıkıp, biraz sonra içi su dolu olarak babasına getirmesini ve babanın da onu çaymış gibi içmesini seyretti. Sonra gayet sakin bir tavırla elindekilerle mutfağa geçerken eşine seslendi:

'Uzanabildiği tek su kaynağının klozet olduğunu biliyorsun, değil mi?'
Sonuç-1: Anneler evlatlarını çok sever ve onlara dair her şeyi bilir.
Sonuç-2: Babalar evlatlarına dair bir çok şeyi bilmez ama onları çok sever:
'Babalar en son duyar' boşuna söylenmemiştir. :)

11 Eylül 2008 Perşembe

Anne-Baba Farkı

Anne



Baba



Anne ile Baba arasında ki fark :))
Babaların hoşgörüsüne sığınarak yayınlıyorum.
Çok güldüm, paylaşmak istedim

8 Eylül 2008 Pazartesi

Pucca

Pucca'nın bloğunu bir kaç gündür takip ediyorum. İçi dışı bir insan, yaşadıkları çok zor, çok acı. Kaç kişi Pucca gibi kendine karşı gerçekci oluyor ki?Acıların kendisini yakmasına izin vermemiş Pucca. Onu okumak kendimi okumaktı. Dün hacklenmişti. Bir daha yazdıklarını okuyamayacakmıyım diye üzülmüştüm.
Çok şükür bugün blogunu kurtarmış. Aramıza döndü, ama yorumları kaldırmış. (sen işini bilirsin pucca)Bunada sevindim.
Yaşadıklarını yaşamamış olanlar onu asla anlamayacaktı. Yaptıklarını küçük görüyorlar, aşağılıyorlar, sapıklar ise kontrol edemedikleri şehvetlerini daha azdırıyorlardı.
Pucca arkandayım, senin gibi bir yaşamım yok, hayatlarımız çok farklı, senin gibi hayata bakmıyorum, senin gibi düşünmüyorum ama seni seviyorum ve anlıyorum. Sevgisizlik en büyük illettir.
Pucca'yı okuyanlar ve sevenler yorumlarını buraya yazabilirler.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Zevk ve Kültür


http://www.pozitifstil.com/ImageDetails.aspx?imageId=21773

Bir milyarderin ağzından yaşam...
Üniversitelerimizde yaptığım söyleşilerde bana en çok para hakkında soru sorulur. Herhalde iş adamı olduğum için. Ben, 'paranın iki kişiliği vardır' derim.

Birincisi; para bir değiş tokuş aracıdır. Para verip yiyecek, giyecek, ev, bark, hatta sağlık satın alabilirsiniz.

İkincisi ile gelecek korkusunu yenersiniz. 'Yaşlılığımda çaresiz, muhtaç, perişan kalmam, çünkü kötü günler için paramı bir kenara ayırdım' dersiniz.

Ama para ötesi, yani para-üstü bir konu daha vardır. Bunu parayla satın alamazsınız. Bunun adı zevk ve keyiftir. Zevk almak, keyif duymak, ancak KÜLTÜR ile mümkündür.

Resimden zevk almak için sergiler bedava, müzik, kaset ve diskler üç otuz para. Ayrıca konserler de pahalı değil. Tiyatrolar hamburger fiyatına... Aşk ve sevgi zaten bedelsizdir. Güneşin batışından, denizin hışırtısından ya da bir satranç oyunundan zevk alabiliyorsanız, kalenizle bedavaya şah çekebilirsiniz. Güneşi kaç paraya batırabilirsiniz? Denizi hışırdatmanın fiyatı nedir? Yaşlılığınız için biriktireceğiniz kötü gün parası kadar belki ondan da önemli olan bu zevkler ve mutluluklardır. Bunlara sahip olmak ancak kültürle mümkündür.

Para kazanmaya emek verdiğiniz kadar kültür edinmeye de emek verin !.. İster genç olun, ister yaşlı, yaşınızla barışık değilseniz ihtiyarsınız demektir. Çok genç ölen yaşlılar olduğu gibi ihtiyar doğanlar da vardır. Yaşlılar ölüme daha yakın derler. Ama ölüm nüfus kâğıdı sormuyor.

Şimdiki tutkulu projem, bir ceviz ormanı yetiştirmektir. Fidanları dikmeye başladım bile. Ceviz fidanı 8 yıl sonra ağaç olup, ceviz verirmiş. Şimdi 76 yaşındayım. Yani 84 yaşımda ceviz kıracağım. Bu kez kendi cevizlerimi...
İshak ALATON

5 Eylül 2008 Cuma

Acil Cevap Bekliyorum

Bekar Kızın Anıları

Dostlar, çok sıcak, taze, yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Anlatmasam çatlayabilirim çünkü;
Sözlüsü, nişanlısı, yavuklusu, manitası olmayan bir genç kız (hele de işini gücünü eline almış, yüzüne bakılır gibi biriyse) bekar erkeklere eş adayıdır. Bu eş adayı kim tahmin edin.

Evlilik baskıları o kadar arttı ki, beni görenin ilk ettiği laf “Hala evlenmedin mi? Evde kalmak üzeresin dikkat et. Artık birini beğen de evlen” cümleleri oluyor. Ya sabır diyerek “Yok nasip işi henüz öyle bir durum yok” diye cevap veriyorum. Bazen ise tersliyorum. Özel hayatıma bu kadar müdahale edilmesi de canımı sıkıyor.
Abimin düğününde, polis olan adaylardan bir tanesi gelmiş beni görmüş, beğenmiş. Onun öncesinde onu ne tanırım, ne görmüşüm, ne duymuşum.
Akrabalarımla haber yollamışlar anneme; sözlendiğimiz gün kapanırsam bu iş olurmuş. (Sanki ben evet demişimde, sanki o bulunmaz hint kumaşıda) Hayda buyur buradan yak. Belki sana uygun bir eş değilim, haşa tövbe belki ben inançsızım örtünmek istemiyorum. Ya be adam sen beni tanımadan, benimle konuşmadan nasıl bir evlilik kararı verirsin ve nasıl böyle bir şart ortaya koyabilirsin? Allah için mi kapanılır, sen istedin diye mi kapanılır? Ya bir akıllı adam da beni bulsun lütfen ya. Allah’ım şu mübarek günlerin hatırı için yalvarıyorum, mantıklı adamları karşıma çıkar lütfennnnnn.
Yurdum Anadolu’da böyle evlilikler kuruluyor işte. Birbirini tanımadan, sevmeden evlenen insanlar, ve bu yuvalarda büyüyen çocuklar.
Bu erkeklerin mantığını merak ediyorum.
Sadece gördüğünüz bir bayanla evlilik düşünür müsünüz?
Erkeklere olan inancımın yerine gelmesi için acil cevaplayın lütfen.

Erkek olan okuyucularım özellikle bu soruma siz cevap verirseniz sevinirim.

4 Eylül 2008 Perşembe

Feryalden alıntı

Yalnızlığın Tarifi
İnsanın kendi canıyla baş başa kalması, konuşmaya, paylaşmaya muhtaç olan insanın, kendisiyle konuşması, kendisine hatalarını söylemesi, kendi kendine gülmesidir yalnızlık. Kendi kendine yetmeyen insanın, yetiyormuş gibi yapmasıdır. İçten içe çöktüğü, ama hep güçlü durmasıdır. Yalnızlığa alışan için ise hayat daha zor. Ne insanlar içinde mutlu, ne kendisiyle.
Kimse yalnız değil, kimse yoksa kendisi dolayısıyla kendisini Yaradan Allah’ı var. Varda Yaradan kendisinin dışında birisinin varlığına şiddetle ihtiyaç hissettiriyor. Adem’in yanına Havva’yı yaratması misal olarak.
Allah’ım sen beni hiç bırakmadın, her an yanımdasın ama Ademi’de istiyorum artık.

3 Eylül 2008 Çarşamba

Kadınlar Ne İster... Sobeledim...

Yağlı Boya Tablo- Sandaldaki güzel kadın

Her insan farklı bir dünyadır. Farklı olan bu dünyaların hepsini bir kefeye koymayı hiçbir zaman doğru bulmadım. Her insan birbirinden farklıdır ve her insan karşısında ki insanı anlayabildiği kadardır, anladığı kadar anlaşılır. Bu dünyaların içerisinde ki en karmaşık yapı ise bence kadın ruhudur. Diğer kadınları bilmem ama ben ne isterim diye sordum bugün kendime.
Bütün varlığımla, ruhumla, irademle istediğim tek bir şey var; VARLIĞIMA SAYGI.
Varlığıma saygının içerisinde ise bir sürü alt başlık var bunlar ise;
Geçmişime saygı
Bugünüme saygı
Yarınıma saygı
Bedenime saygı
Ruhuma saygı
Düşüncelerime saygı
Yanlış yapma hakkıma saygı
Yaptığım yanlışların sorgusunu fazlasıyla içimde yapıyorken ve yanlışım için pişman oluyorken, hatalarımın yüzüme vurulmamasını isteme hakkıma saygı
Güzel ve iyi yaptığım işlerimde ve davranışlarımda takdir edilmeyi isteme hakkıma saygı
Hayatıma sözleriyle ve eleştirileriyle müdahale etmek yerine; varlığıyla, bedeniyle, ruhuyla müdahale edecek, yürekli, dürüst, içi dışı bir olan insanların olmasını isteme hakkıma saygı
Kabuğuma çekilme hakkıma saygı
Ruhumda yaşadığım fırtınalarda acı çekiyorken, can yaktığımda affedilmeyi isteyebilme hakkıma saygı (Yarama basmadan kimsenin canını da yakmam)
Kendi kararımı kendi alma isteğime saygı
Bana söylenen kırıcı söze ve yapılan yanlış harekete, aynı şekilde cevap verme isteğime saygı
Selam verip gülümsediğimde, selamımın alınıp, bir tebessüm bekleme isteğime saygı
Bunlara ben istiyorum diye saygı gösterilmemeli. İnsanın ilk önce kendisine saygısı olmalı ki başkasına saygısı olsun. Saygı göstermek insanın içinden gelmeli zati içinden gelmiyorsa, er yada geç saygısızlığı ortaya çıkacaktır.
Çok şey istiyorum galiba ne dersiniz?

Kadın olmak çok zor. Gün içerisinde kırk farklı ruh halini yaşayabiliyorsunuz. Bu ruh fırtınalarının içinde ise yalnızsınızdır ve sizi kimse anlamaz. Siz sorunları kafanıza takıp üzülüyorken, karşınızda ki erkeğin rahat tavırlarına ise katlanmak zorundasınızdır. Sorununuzu anlatmaya başladığınızda ise önemsemeyen yüz ifadesiyle dinlenmiş olduğunuzdan, derdinizi paylaşma rahatına kavuşamamışsınızdır, ayrıca yapılan tavsiye ise “boşver takma” nasihatidir. Ben çok istiyorumya böyle takılıp kalmayı!! Dinlenildiğimi ve anlaşıldığımı bilmek bana yeterde artar bile. Kendi fırtınamın üstesinden kendim gelirim ben. :)

Kadınlar ne ister? Adlı sobeleme konusunu başlatıyorum. Ortaya neler çıkacak merak ediyorum. Canım dostlarım Nurcan’ı (http://zepalanur.blogspot.com/) , Birsen’ i (http://1senn.blogspot.com/) ve çok sevdiğim bir dostumla adaş olan Nur ablayı (http://yasaminkiyisinda.blogspot.com/) sobeliyorum. Kolay gelsin canlarım…

2 Eylül 2008 Salı

Kahır da Lütuf da hoş..


Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç depahalıya almamıştı.

Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldive kadına şöyle dedi;

'Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.

Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: 'Nasıl? Anlayamadım?' diyebildi yaşlı kadın.

'Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: 'Yeter! Lütfen dur artık!' diye bağırmak zorunda kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; 'Daha değil!' diye cevapladı.

'Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım:

'Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!' Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: 'Henüz değil!'

'Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek' Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum:

'Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!' 'Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve 'Daha değil!'diyordu. '

Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. 'Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum. 'Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!' dedim. Onun cevabı ise aynıydı: 'Henüz değil!'

'Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. 'Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!' diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. 'Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!' diye düşündüm.Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine 'Daha değil!' diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm.

'Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: 'Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?' Ona 'Evet' dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve 'Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.' 'Evet bu sensin!' dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin.Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.

' Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim: 'Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkürederim. Teşekkür ederim.

' * * * * * *Usta fincanı, Yaratıcı insanı şekillendirir.

Yeter ki acı da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek.

1 Eylül 2008 Pazartesi

5 Hayat Dersi




Birinci Ders:

Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyiögrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru söyleydi : "Hergün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedır ?"Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri sılerken, hemenhergün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuclarına dahil olup olmadığını sordu."Tabii, dahil" dedi, Hocamız... "İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar.Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile..." Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. Hademenin adını da...Dorothy idi.


İkinci Ders :


Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. Geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi, verdim. Bir hafta sonra, kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda... "Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın... En İyi Dileklerimle,Bayan Nat King Cole."

Üçüncü Ders :

Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın...
Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... Çocuk sordu:"Çikolatalı pasta kaç para ?" "50 Cent."Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu:"Peki, Dondurma Ne Kadar ?" "35 Cent." dedi garson kız, sabırsızlıkla. Dükkanda yığınla müşteri vardı vekız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki... Çocuk parasını bir daha saydı ve"Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?" dedi. Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu, birden. Masayı sanki akan gözyaşları temizleyecekti. Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 Cent'lik bahşiş duruyordu..

Dördüncü Ders :

Yolumuzdaki Engeller...
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye gözlüyor... Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolasıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde... "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir." diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı.
"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."

Beşinci Ders :

Önemli Olan Vermektir..
Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi. Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu... Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu : "Hemen mi öleceğim ? "Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudunda ki bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu.