Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

28 Eylül 2021 Salı

Deprem

 

Deprem’lerin olduğu yeri sallayan, çarpan, yıkan, yok eden, öldüren, parçalayan etkisinin yanında insanın ruh dünyasında da aynı etkisi vardı. Depremin ardından gidenler için değil de kalanlar için her şey daha yeni başlıyordu. İki dünyaları da yıkılmış insanların gözlerinde ki o keder… Girecek ne evleri kaldı, ne de koynuna girecekleri kocaları, sevecekleri çocukları… Bu kadar acı neden? Neden? Neden sorusunun cevabı ardından gelen o isyanlar… İçlerinde yanan o cehennemler… İnkarlar…

Büyük acıların ardından gelen o isyana sıkı tutun… Ruh dünyanın baştan aşağı yıkılması gerekiyordu baştan şekil vermen için. Eskinin yenilenmesi için yıkılmasından başka bir çaresi yok maalesef. O isyanın ardından her şey ama her şeyi yeniden yapacak gücün içinden geldiğini göreceksin. Evini her şeyiyle yeniden yapacaksın, gidenin yeri dolmayacak ama bıraktığı acılar seni yepyeni bir sen yapacak… Tek şart var. Yapacağın yeni senin eskisinden daha iyi olmasına niyet etmek. Geçmişe takılmamak. Acına takılıp yenilenmeyi kabul etmediğinde cehennem ateşleri seni bekliyor olacak…

Karşıda ki ile hiçbir şey ite kaka olmuyordu. Çocukluğun da onu seven ablaları, babası, annesi vardı. Annesinin bütün negatifliğine rağmen babası tarafından her zaman nazlandığını söylüyordu. Her hafta sonları çevrelerinde ki gezilecek yerlere hep beraber gider gezerlermiş. Sevgiyi babasından gördüğü gibi Karşıda ki sevgiyi  göstermeyi de biliyordu. Ne haddi aşıyordu, ne de geri duruyordu. Saygı da asla ama asla kusur etmiyordu. Çok yol yürüttüm ona… Benim evime gelmesi için bile 3 km yokuş çıkması gerekiyordu yürüyerek. İnerken de yolu uzatmak için 6 km'lik yolu tercih ediyorduk.   

Onunla ilgili kafamda takılan noktalar yok muydu? Tabi ki vardı… Bir kere hiç sosyal değildi. Ama gittiğim bütün sosyal ortamlara girme cesaretini gösteriyordu. Hiç kitap okumuyordu. Ancak asla kitap okumam diye bir söylemde de bulunmuyordu. Değişime açıktı. Karşıdaki'ni kendi seviyeme denk görmeyen bir yanım vardı. Seviye!! Alarm alarm. Bu kelime beynimde şimşeklerin çakmasına neden oldu. Dur bir dakika bununla ilgili geçmiş kayıtlarıma bakmam gerek. Hayatımda beni kendi seviyesinden aşağı gören iki kişi vardı. Birisi  tanıdık kadın bir öğretmen, diğeri ise Karadeniz. Kendilerini üst seviyede gören bu iki insanda yalnızdı. Kendilerini diğerlerinden ayrı bir seviyede görerek yalnızlığı deneyimledikleri özel bir alanda yaşıyordu ikisi de. Kendilerini gördükleri seviye üst seviye değildi ancak onlar öyle algılıyordu. Ben bir bok olmadığımı kabul ettiğime, yalnız bir hayat sürmek istemediğime göre kendimi Karşıdaki’den  üst seviyede görmemeliydim. O kitapta ne yazıyordu. Hepimiz sonsuzluğun parçalarıydık, hepimizin kat ettiği mesafe ve hız farklı olsa da istikamet aynıydı. Benden geri kaldı diye onu küçük görmek kibir değil miydi? Kibir benlik miydi? Asla. Ona alt seviyedeymiş gibi bakmamaya çalışacaktım. Benim açlığını hissettiğim iki konuya odaklanacaktım. Sevgi ve saygı. İçimde ki öfkeli Haccecan seviye konusunda konuşmaya devam ediyordu sürekli. Sen bundan daha iyilerine layıksın!! Sen daha  zekisin!! O senin kadar zeki değil!! Senin kadar maaş almıyor!!! Onu susturuyordum. Yüz yüze yaşadığım ilk gerçek ilişkiyi benim egom yüzünden bitirmeye hiç niyetim yoktu. Tartışmalarda oturup çözebiliyorduk, özür dilemekten de kesinlikle gocunmuyordu. Olumsuzlukları benim aşamayacağım boyutta değildi, eksiklikleri benim tamamlayamayacağım kadar çok değildi. Onda ki boşlukları ben doldurabilirdim. Benim öfke anlarımda sakinleştirici etkisi, alttan alması, o anlar da bana özel alan tanıması, anlayışlı olması... Bu öfkeyle kimse daha önce baş etmeye uğraşmamıştı bile. Beni yavaş yavaş tüketen bu öfkeli hallerimden kaçmamıştı... Benimle böyle uğraşan, önemseyen  birisine sırtımı dönebilir miydim? Tabi ki hayır... Değişmeye karar vermiştim. Bu değişimden ilk nasibini alması gereken içimde ki bu herkese ve her şeye karşı hissettiğim yoğun öfke duygusuydu. Bu duyguyla nasıl baş edeceğimi henüz bilmiyordum... Daha çok zamana ihtiyacım vardı... Karşıda ki'nde bu kadar sevgi ve sabır var mıydı bilmiyordum... 

Devam edecek...   

24 Eylül 2021 Cuma

Dere

Her anın ama her anın çok değerli olduğunu bilseydin, bilmekte yetmiyor tabi bir de bunu deneyimleseydin… Anlardan oluşan luğun içinde yüzdüğünü hissetseydin acıların diner miydi? Dünyaya yine de böyle küser miydin? Dünya’nın sonu cennete çıkıyor. İnanmıyorsun değil mi? İnanmıyorsan bu deneyimi algılayacak zamanın gelmemiştir. Zorlama kendini. İçinde yandığın azap eninde sonunda cennete getirecek seni… DONA sözü.

 

Karşıda ki ile görüşmelerimiz son hız devam ediyor. Şehirde yürüyoruz… Tarihi bilmiyorum. Günlerden bir gün işte. Yıllar öncesini hatırlamam mümkün değil o kadar da zeki olamam ya!! Hayatında hiç yürümediği kadar yol yürütmüştüm Karşıda ki'ne. Ama bir kez şikayet bile etmemişti.  Yanımda olduğu için mutlu görünüyordu.  O kadar sıradan ki… Taraftarı olduğu takımın maçına bilet bulamadı diye saha kenarlarında ki direklere çıkıp maç izliyormuş. Okuduğu yüksek okulda ki geçirdiği günlerden bahsediyordu. Ne bir faaliyet, ne kitap, ne başka bir şey… Başka ilden maç izlemek için gelip gidiyormuş.  Avam ne olacak…   Aman Allah’ım benim her yanımdan sosyallik akıyordu.  Sergiler, geziler, faaliyetler, denetimler… Karşımda ki asgari ücretli olarak çalışıyormuş. Benim maaşımın yarısından az para kazanıyor.  Ay ne kadar da az para kazanıyor. Maaşımla ezerim lan seni… İsteseydin İstanbul Boğazının kenarında yalıda oturabileceğin bir seçeneğinde vardı. Zenginlik isteseydin bu seçenek de çıktı karşına. Her şeyi kıyaslayan sesi konuşturmayacaktım. Ben bir bok olduğumun farkına varmıştım. Ben sadece o anda ne hissediyorsam onu doyasıya yaşayacaktım. İçimde ki herkese karşı öfkeli Haccecan’ın onun yanında sesi çıkmıyordu. Bam tellerimin hiç birine basmıyordu. Yürüyoruz. Dur bakalım bu yürüyüşün sonu nereye çıkacak?

Tanıdığımın aracı olduğu birisiyle görüşmeye başladığım için güven duygusu vardı. Ses tonunda ki o sakinlik, konuşurken yavaş ve neredeyse duymakta zorlandığım ses tonuyla, ağırlığıyla beni sakinleştiriyordu. Yıllarca beni görürmüş yollarda. Hoşuna gidermişim. Kafasında bir yerlerde hep varmışım. Karşıma tam zamanında ve olması gereken yerde çıkmıştı. Daha önce çıkmış olsaydı yanaşamazdı bile…

Hafta sonları buluşuyorduk genelde. Bir hafta sonu değişiklik olsun diye ilçenin tenha mahallerinde yürüyorduk. Mahalleleri geçmiş köylerde yürüyorduk. Meraklı bakışlar arasında yürüdük yürüdük… En sonunda bir dereye gelmiştik. Dere Haccecan’ın geçemeyeceği bir dere değildi. Ulan ben ne yollar, ne dağlar geçmişim bu dereyi mi geçemicem be!! Karşıda ki eğilmiş “sırtıma çık seni derenin karşısına geçireyim” dedi. Yok daha neler? Bu sözleri birkaç kez tekrar etti. O kadar kesin konuştu ki hayır diyemedim. Çıktım sırtına. Bir adım… İki adım derken ayağı kaydı Karşıda ki’nin. Hoppp .. Cuuppp .. Senin kadar kilom var benim be!!! Karşıda ki  belden aşağısı hep su içinde kalmıştı. Ben ucuz atlatmıştım paçalarım ıslanmıştı sadece. Kahkahalarla gülüyordum. O hali o kadar komikti ki… O kendini kurulamaya uğraşırken ben dakikalarca gülmüştüm. Kurutmak için pantolonunu çıkardı. Deeesturrrr dedim. “Ben senden utanmıyorum ki” dedi. Beni hangi ara bu kadar kabullenmişti inanın hiç farkında değildim. Ama bu sözü ılık ılık içime akmıştı. (Burada gözlerim yaşardı yazarken) Karşımda ki yavaş yavaş yanımda ki yerini almaya başlıyordu.

Devam edecek…

Kendime not: Yazdığım anlarda kendimle ilgili bir şey farkettim. Eski Haccecan’ın ruh hallerinin hepsi içimde duruyormuş. Ben hangisini ortaya çıkartsam veya hangisi çıkmak isterse fışkırır gibi dışarı çıkıyor. Yaşamak tam olarak da buydu…

23 Eylül 2021 Perşembe

Bilgisayara format attım bekliyorum...

 

İnsanlık, eski sürüm işletim sistemi yüklü bilgisayar gibi. Bu bilgisayarda o kadar çok virüs var ki. Hackerlar da sürekli iş başında. Bilgisayar sürekli hata veriyor. Çalışmıyor. Topyekûn format  atıp yepyeni bir işletim sistemi yüklememiz gerek. İsteyen istediği gibi programı yükleyip kendi hayatını istediği gibi yaşasın. Mümkün mü? Mümkün. Her şeyi sil baştan yazmalıyız. Her şeyi ama her şeyi… İnsanlığın sıkıntılarının baş nedeni batıl yani güncelliğini kaybetmiş virüs yüklü işletim sistemi. Bu bilgiler her alanda ama her alanda var. Batıl bilgiler görevini tamamladı. Onları geri dönüşüm kutusuna değil direkt  'luğa göndermemiz gerek. İnsanlığın bilgileri eski sürüm olduğu için karşılaştığımız olaylar hep aynı.  Kurban rolünü üstlenmiş insanlarla aynı kötü senaryoyu yaşayıp duruyorduk. Hakikat bilgilerine ihtiyaç vardı. İnsanlığı her alanda ama her alanda hazırlayacak, güncelleyecek bir işletim sistemi var mı? Cevap. Var.  Nerede mi? Cevap o kitap. 

Erciş depreminden sonra bir arkadaşımın aracılığıyla telefonla birisi aramıştı beni. Tanışmak için. Aynı meslekten birisi. Hayatımda duyduğum en sönük, durgun, anlaşılması zor sese sahipti karşıda ki. Sesi o kadar derinden geliyordu ki. Anlamak için "efendim anlamadım" diye tekrar tekrar soruyordum. Biraz konuşup kapattık. Senin de hiç şansın yoktu!!!  

 Artık cılız sesli olduğu için kimseyi red etmeye gücümde yoktu halimde… Ruhsal olarak o kadar açtım ki… Aradığım sadece huzur ve sevgi… Çok şey mi istiyorum? Bir yudum sevgiye o kadar muhtaç haldeydim ki… Birisi gelip o yangını söndürsün ne olur? Fırtınalardan, kendimle savaşmaktan yorulmuştum. Ön yargılı olmamaya kararlıydım. Artık akışa bırakacaktım. Yüz yüze görüşme fırsatı verecektim ona.   

Bir restoranda aracı arkadaş ve Karşıdaki ile  oturduk. Karşıda ki hiç konuşmadı. Utangaçlığından mı konuşamadı? Biz hep aracı arkadaşla konuşuyorduk. Aracı arkadaşın da çenesi maşallah. Susmak bilmiyor.  Sadece yemek yiyerek kalktık.  Yüz yüze verdiğim ilk fırsat fırsata dönüşemedi. Ne oldu şimdi? Ne konuştuk ne bi şey… Aç karnımızı doyurmuştuk. Ama ben ruhum aç olarak masadan kalktım. O güne ait hatırladığım bana hiç itici gelmediği, çekici de gelmemişti. 

Bir akşam yine telefonla aramıştı Karşıda ki. İş çıkışı ertesi gün yemeğe davet ediyordu beni. İtici gelmediyse ikinci şansı da vereyim bari. Herkesi itekleyen, red eden Haccecan’ı susturmaya kararlıydım. Yüz yüze ikinci fırsat mı bu? Vay be… Bu bir devrim…Özden gelen ruhuna bakacaktım artık. Bunun için gereken zamanı verecektim. 

Ertesi gün iş çıkışı akşam benim Kaf Dağının tepesinde ki  evimin oraya arabayla gelip beni almıştı. Aynı restorana yine gitmiştik. İtici gelmiyordu karşıda ki. Sessiz, uyumlu, ağır bir mizacı vardı. Çekimserdi. Bütün karşıma çıkanları rakip olarak görürken onu görmemiştim. İçimde ki mücadeleci Haccecan’ı ortaya çıkartan tek kelime bile etmemişti. Etseydi hatırlardım. Ömür boyunca da yüzüne vururdum. Öyle pis bir huyum var. O akşamdan hatırladığım şey; koca tabakta ki salatanın suyunu “şifalı bu su” diyerek kafama dikip içmiştim. Şu an asla yapmam, o ana kadar da hiç öyle bir şey yapmamıştım.  O su gerçekten de şifalıydı da ondan mı içmiştim acep? Bu su sihirli bir iksir miydi?  Karşıdaki  çok sonra bu davranışımın çok hoşuna gittiğini söyleyecekti. 

Devam edecek...  

22 Eylül 2021 Çarşamba

Kendini arıyorsan bu yazıyı okumalısın...

 


 Şurada bahsettiğim kafamda ki aşkın tanımı değiştikten sonra bende değişmeye başladım. Karşıma çıkan herkesin bir amacı vardı ve bana aynalık yapıyordu aslında. Aşka yüklediğim anlam o kadar büyüktü ki. Bu büyük anlamı taşıyıp taşıyamadığımı test edildiğim olayları yaşamıştım Karadeniz’le. Kalabalık ortamlarda çevresinde bir sürü erkek olan Haccecan özel konulara sıra geldiğinde kimsenin yüzüne bakamazdı. Yaklaşmaya çalışandan kaçardım.  Zordum ben uğraşsın dursun!… Yüz yüze görüştüklerimin hiç birisiyle de olmuyordu. Erkeklerle bilgisayar üzerinden konuşabiliyordum sadece. Karadeniz’den önce kırdığım bütün kalpler için de bir bedel ödenmeliydi. Ödüyordum işte. Bedel yasasından kaçış yoktu. Yaşattığım bütün acılar üzerine hepinizden özür diliyorum. Ancak biliyorum ki sayemde yaşadığınız acılar sizi bambaşka yerlere getirdi. Aşk acısı berbat bir şeydi. Yaşamayan bilmez. Kafamda geçmişten gelen bana yüklenen ne varsa hepsini analiz etmeye, düşünce dünyamı baştan oluşturmaya başladım. . Bu bir anda ve çok kolay olmadı tabi…  Bunun için hayatımın temeline aldığım o kitabın katkısı unutmamak gerek. Düşüncelerim değiştikçe bende değişiyordum, ben değiştikçe karşılaştığım benzer olaylarda değişiyordu. Ama kendimi arayışım devam ediyordu.

Yeni bir eve taşınmıştım. Eve internet bağlatmamıştım. O zamanlar akıllı cep telefonları da yoktu. Gündüz işten fırsat bulamadığımız için sohbet etme fırsatımız iyice azalmıştı Karadeniz’le. Ondan uzaklaşmak iyi gelmişti. Ekran karşısında iletişim kurmak artık bana hitap etmemeye başlamıştı. Sınırsız olduğumu öğrendikten sonra sınırlı iletişim artık bana yetmiyordu.  Candan, kandan yaratılmıştım. Bir makinanın karşısına geçerek iletişim kurmak, insan tanımaya çalışmak o kadar saçma gelmeye başlamıştı ki… Bunu o kadar çok kişiyle ve o kadar farklı kişilik tipleriyle yapmıştım ki…  Tamam tanıyorum, biliyorum peki sonra? Bu ne ya… Çıkmaz yol işte… Hepsinin bana kattığı her şey için şükranlarımı sunuyorum. Ancak artık bu yol bana hitap etmiyordu. Gerçek bir ilişki için hazır olduğumu hissediyordum.  Bu düşünceler bende oluştukça kader ağlarını da örüyordu.  

Erciş depremi…  2011 yılında görevli olarak gittiğim deprem.  Orada deneyimlediğim çok büyük acıların etkisiyle  hayatımda her şeyi daha hızlı gözden geçirir olmuştum. Bu acıları insanlar neden yaşıyor ki? Aslında acıyı neden yaşadığımızı o kitaptan öğrenmiştim. Bilgi öğretmekle yetinmeyen hayat, karşıma deneyimlemeyi de çıkarıyordu. Bu deprem hayatımda deprem etkisi yapmıştı. O kitapta ki anlatılanları bire bir deneyimliyordum.  

Yaptığım çoğu şey, o yollar, o koşuşturmacalar, kendimden kaçmak içindi. Kendimle baş başa kaldığımda içimde ki azapla baş başa kalıyordum çünkü. Yaptığım onca şey de kendimi bulmama adım adım yaklaştırıyordu. Her şey o kadar iç içe ki… Bulmak için kaybolmak gerekiyordu. Kaybettiğim beni bulmam gerekiyordu...(Devam edecek)

20 Eylül 2021 Pazartesi

Ruhsal Acı Çekiyorum Diyorsan Okumalısın...

 


(Yeryüzü nasıl insan tarafından doldurulan fiziksel çöplerle doldurulduysa, fikir dünyamız da çöplerle dol(duruld)u… İnsanın fikir dünyası çöple dolu olduğu için her yanımız ızdırap dolu. Ruhun acı çekiyorsa bil ki bir sebebi vardı. Ama sürekli acı içinde yaşamak zorunda değilsin. Piştiğin yeter!!! Zaman artık temizlik ve arınma zamanı… Çöplere şikayet ederek ne kadar daha zaman harcayacaksın? Acılarından çıkış yolu bulamayan bütün canlara şifa olmak ve bu yolda kanal olmak niyetiyle başlıyorum.)

 Hayatının miladı ne diye ? sorsanız (şurada da bahsettiğim)  kitap derdim. Karadeniz’le Likya yolu yürüyüşünün ardından ondan ayrıldıktan sonra tesadüfen elime aldığım ve Manavgat çayının kenarında 5-6 saat aralıksız okuduğum o kitap. Tarih 28 Ekim 2009. İlk okuduğumda ki o sevinç, o mutluluk, o huzur hali aklıma gelir hala sevinirim. İyi ki … İyi ki… İyi ki …   kere iyi ki karşıma çıktı. Karşıma çıkartana ve kitabı yazana selam olsun… Kitap tam olması gereken yerde ve zamanda karşıma çıkmıştı… Hiç bir şeyi boşuna yaşamadım. Kendi özümü- ruhumu arınarak bulmamı sağlayan, içimde yanan cehennemleri ben anlayıp, olgunlaştıkça yavaş yavaş söndürecek kitap. O zamanlar hiçbir şey ama hiçbir şeyin farkında değildim. Soruları kafamda oluşturan, dar kalıplarımı genişleten, dini sorgulamama neden olan Karadeniz’in hayatım da ki görevi tam olarak buydu. Soru yoksa cevap da yoktu. Soru sormaya niyeti olmayan birinde soru sordurmaya başlatmak tam bilge insanların yapacağı bir işti. Soru sorma ve araştırmaya başlamalarım, sorgulamalarım onun sayesinde oldu. İyi ki benim karşıma çıktı. İyiki, iyi ki, iyi ki…  kere iyi ki....  Yaşadığım acılara ahlanıp vahlamaktan başka bir şey yapmıyordum. Kurban rolünü benimsemiştim. Geçmişte yaşadığım kötü deneyimleri bana tekrar tekrar yaşatacak kişileri hayatıma sokuyordum. Karşımda ki iyi bir insan olsa bile geçmişten gelen acılar beni bırakmıyordu. İyi bir insan mı, nasıl biri?… Güvensizdim. Sorular çoktu ancak karşımdaki insanı değerlendirecek alt yapım da yoktu. Karadeniz’den çok önce başlayan yıllara varan ruhsal acılarım çok derindi. Sürekli hüzünlü müzik dinlerdim. Bu ruhsal acılara bedenim de tepki veriyordu artık. Geceleri uyurken sabaha kadar uyku ile uyanıklık arasında bedenimde ki ani ürpermeleri hissederdim. Karabasanlar çökerdi üzerime. Uyuyamazdım. Sabaha karşı uykuya dalar uyandığımda o dinlenmiş, huzurlu halde olmazdı üzerimde. İç çatışmaları içerisindeydim sürekli. Söylenen iyi şeyleri bile yanlış anlama, alınma hali… Hep olumsuz düşünür, çevremde olup biten olumlu olayları fark etmezdim. Olumsuz olanlara dikkat ederdim ve onları hayatıma alırdım. Huzurum yoktu. Mutlu değildim. Dahası neden mutsuz olduğumu da bilmiyordum. Arıyordum ama ne? Para kazandığım bir işim vardı. Geziyordum. Etrafım insan doluydu. Fotoğraf, dağcılık… Kendimi hiçbir yere ait hissetmiyordum. Bir de Feryal var. Ah Feryalim. Miniğim benim. Feryal, Haccecan’dan önce ki ben. O adla da kendimi yazmıştım. Bu acıları yaşadığımı kendime itiraf etmek bile yıllarımı aldı. Acıları itiraf etmem de tam olarak babamın ölümünden sonraydı. Ben alkolik bir babanın kızıydım. Yediğim dayaklar, tutarsız bir babanın hor görülmüş aşağılanmış kızıydım. Ama ona kötü diyemiyordum çünkü iyi tarafları da çoktu.  Neyin ne olduğunu, kötü neden kötü, bu olayları neden yaşadığımı anlamam yıllarımı alacaktı. 10 yıl uzaklıktan geçmişe baktığımda her şeyi o kadar net görüyorum ki… Hiç bir şeyi boşuna yaşamadım. Anda olmak, anı yaşamak, huzur bunlar önceden hayal edebileceğim şeyler değilken artık hayata tamamen bambaşka bir açıdan bakabiliyorum. En önemlisi artık huzurluydum… Acıları, kederi, hüznü tabi ki yaşıyorum ama bunlar ruhumda önceden sürekli olarak hissettiğim azaba dönüşmüyor artık. O azap ki cehennemle bir… (Cehennemde yandığım anlara da şükürler olsun. İyi ki yanmışım diyebiliyorum şu an…) Sorunun hep geçmişim olduğunu sanırken aslında sorunun hiç kimse olmadığını sadece ve sadece “ben” olduğunu artık biliyorum. Kaderimi yazmak benim ellerimde… Tıpkı herkesin kaderine vakıf olma gücü kendi içinde olduğu gibi…

Bundan sonra yazacaklarım temelinde o kitap var. Bir kitaba nasıl böyle kolay teslim oldun diyen sen bil ki, o kitabı ilk okumamın üzerinden 12 yıl geçti… Sürekli okuyorum… Yıllar boyunca elimden de asla düşmeyecek…  Bazı şeyleri idrak edip anlamam ve harekete geçmem için yaşamam gereken şeyleri yaşıyordum. Yaşıyorum ve yaşayacağım. Hayat konusunda sadece ve sadece öğrenciyim, herkes gibi… Yolun sonunun nereye çıkacağını bende bilmiyorum. Gelecekle ilgili önsezilerim var ama. Bu öngörüler kesinlikle ama kesinlikle olumsuz değil. Gelecek o kadar çok güzelliklere gebe ki. Bunu bütün ruhumla hissediyorum. Bunları zamanı geldiğince paylaşacağım. İnsanlığın çektiği acılar katlanarak artıyor… Bunları neden yaşıyor insanlık? İnsanlığı daha iyi noktaya getirecek elimden gelen her şeyi yapmak benim boynumun borcu…  Bu acılar yaşanırken benim iç huzurumla birlikte bir köşe de rahat yaşamam mümkün değil. Bu dünya artık daha fazla acıyı kaldıracak durumda değil. 2 çocuğum var. Şu anki hayatları için her şeyi yapmaya çalışan ben gelecekleri için de boş durmamalıyım.              2 çocuk büyüttükten sonra hiç bir çocuğun bir farkının olmadığını, dünyayı daha yaşanılır kılmak için milyonlarca daha sebebin (çocuğun) olduğunu anlıyorum.  Hissettiklerimin, öğrendiklerimin beni değiştirdiğine, ben değiştikçe de çevremin değiştiğini gözlemliyorum. Yeni doğan her ruh insanlığın en son en olgun sürümü…  Artık acı ile negatif ortamda büyümemeli hiçbir çocuk. İnsanlık binlerce yıl zalim, cahil ve ham haliyle zaten savaşı, acıyı, gözyaşını deneyimledi. Korku çağını yaşadığımız yeter artık. Yeni açılacak sevgi çağında ki yerimizi almamız gerek.  

Kötülük bu kadar yaygınken ve  yayılma hızı birkaç saniye iken  iyi enerjinin sayısı ve yayılma hızı o kadar az ki… Tüm iyiler iyi şeyler yazmalı, video çekmeli ve paylaşmalı. İyiliği çoğaltmalı. Hiçbir şey yapamıyorsa kötü olanları yaymaya aracı olmamalı, beğenmemeli onları. Onlar kötü beğenilir mi hiç!.. Filmin sonunda hep iyiler kazanır ve kazanmalı da .   İyilerin artık ortaya çıkması ve gür sesle hakikati söyleme cesaretini kendinde bulma zamanı geldi de geçiyor. 

Hakikatleri yazı ile dile getirmeyi seçiyorum. Çünkü hakikat sessizce, yavaş ve derinden yayılıyor. Derinler de yaşayan iyi, benim çıktığım gibi artık sende çıkmalısın ortaya...  

14 Eylül 2021 Salı

10 Yıl Aradan Sonra

 



Vay be ... Bloğuma en son yazı yazmamın üzerinden tam 10 yıl 5 ay geçmiş... Çok ağır ve büyük bir aşk acısının üzerine bu defteri (bloğu) kapatmam. Ardından bir yıl sonra başka bir adamla evlenmem ve 2 çocuk.... Anlatacak o kadar çok şey var ki... Ben döndüm artık...  Buralardayım... Bu blog nasıl yazılırdı, nasıl ayarları yapılırdı onları bile unutmuşum.. Her şey ama her şey değişti.. Yazacağım konular da dahil... Kendime bir geleyim de yazmaya kaldığım yerden devam.... Dönem dönem geçmiş yazılarıma da bakacağım, beni kim bilir nerelere götürecek geçmiş.... 

İnsan olmanın çok zor olduğunu biliyorum. Bu zorluğun meyvelerinin de çok tatlı olacağına inancım sonsuz... Bu zor hayatın içinde denk geldiğim bütün canlara selamlar....

Hoşgeldin blogum... Bakalım yeni dönemde neler ortaya çıkacak....