Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

2 Haziran 2011 Perşembe

Türkçe Ezan



Karadeniz'in Facebookta yayınladığı 1932-1950 Yılları Arasında Türkiye'de Ezan Böyle Okundu ! adlı video ile yaşanan diyaloglar...

Karadeniz'in arkadaşı 1: Bir zamanlar ezanın Türkçe okunması taraftarıydım ama bu videodan sonra düşündüm ki Arapça daha iyiymiş. Şimdiki hali daha estetik. Paylaşımın için sağol ayna tuttun.

Karadeniz: Biz ona kulak alışkanlığı diyoruz...Birde okuyan insanın içten ve samimi okuması da önemli... Düşünsene farsça daha güzel ve ahenkli diyerek türkülerin farsça yada başka bir dilde okunduğunu...

Karadeniz'in Arkadaşı 2: Arap islamının Türk islamı içinde yayıp yaygınlaştırılması örneğidir Arapça ezan. Ana dilimde duyulmasına imkan verilmeyen ezanın Türkçesinin hem daha vicdani hem de daha manidar duyumu vardır.

Haccecan: Arapça veya Türkçe ezanın kulağa daha hoş geldiği düşüncesi kişiye özeldir... Türkçe ezan benimde kulağıma hoş gelmedi... Bir başkasının kulağına hoşgelmiştir o ayrı.. Onuda hoşgörürüm.
Çoğunluğun rızası ve isteği yokken azınlığın isteğiyle ezanın farklı dillerde okunması fikrini doğru bulmuyorum. Bu fikir insanlara zorla dayatılırsa bunun adı değişir..
Günümüzde şarkılar, türküler başka dillerede çevrilip okunuyor. Benim türkümün başka dillerdede okunması konusuna üzülmem aksine sevinirim.. Benim türkülerimin anlamını, derinliğini, güzelliğini başka insanlarda anlayacak diye sevinirim...
Güzel, özü derin olan herşey hangi dilde yazılmış, çizilmiş, okunmuş, yapılmış olursa olsun geniş kitleler tarafından anlaşılmasa bile beğenilir, dinlenilir, izlenilir, seyredilir...

Karadeniz'in Arkadaşı 2: Çoğunluk ve azınlık... Teklik ve çokluklarına kimlerin kararıyla varılmış kavramlardır, burada önemli olan bu. Benim ezanı Türkçe duymak istemem ne bir dayatma olabilir, ne de kimsenin hoşgörüsüne muhtaç.

Haccecan :Çoğunluktan kast ettiğim; halk, ezanın Türkçe okunmasına bir zamanlar karar veren yöneticiler ise azınlık... Görev yaptığım yerde ki insanlar o yılları kendilerine yapılan haksızlık olarak anlatmaktalar... Ben olayın şahidi veya doğru-yanlış olarak hüküm verme yetkisine sahip değilim. Ancak düşündüğümü söyleme yetkisine sahibim...
Söylediklerim şahsınızla kesinlikle bir ilgisi yoktur. Ben Karadeniz'e cevaben yazmıştım ve genel yazmıştım. Şahsınıza alınmanıza yönelik bir şey yazmadığımı düşünsemde yanlış anlaşılmaya sebep olduysam kusura bakmayın... Niyetim o yönde değildi...

Karadeniz: Benim din hakkında görüşlerim kesin ve katidir..Bence gerek ezan gerek Kuran önce anlaşılmaya muhtaç hükümler içerir...Ayrıca hiçbir dilin diğerinden daha kutsal olması söz konusu olmadığı gibi kişinin anadilinden daha ahenkli ve hoş bir dil yoktur...
Tüm bu verilerin ışığıda eğer toplum ana dilinde okunan ezanı yadırgıyorsa bunun suçlusu doğruyu yapmaya çalışan uzak görüşlü bir kaç iyi adam değildir..
Doktor cerrah hastanın gövdesine yerleşmiş bir habisi almak için nasıl neşter ve ameliyat aletleri kullanarak onun vücuduna zarar vermek pahasına müdahale ediyorsa.. Kimi zaman liderlerde toplumlarına aynı şeyi uygularlar...Cumhuriyet ve laiklik gibi ...
Aynı şeyi Muhammed te peygamber sıfatı altında arap toplumuna yapmıştır...Hatırlayınız...
Yorumlar için teşekkür ederim...Atatürkümüzün başaramadığı yada ömrünün vefa etmediği 3 konudan 2.sini tartışıyoruz.

Haccecan : Ameliyattan önce hastaya rıza belgesi imzalattırılıyor. Hastanın rızası olmadan onu ameliyat yapamazsınız....Çünkü bu imza ile ameliyatın bütün sorumluluğunu, bütün acısını, ameliyattan sonra oluşabilecek bütün diğer hastalıkları hastanın bilmesi ve kabul etmesi sağlanır...Hastanın rızası ve isteği olmadan ona yapılabilecek her türlü ameliyat suç ve hasta haklarını ihlal sayılıyor...
Başka konularda halkı cahil aptal yerine koyan idarecilere kızıyorken din konusunda idarecileri aydın halkı cahil yerine koyman halkın cahilliğinden değil senin din hakkındaki görüşlerinin kesin ve kati olmasından kaynaklanıyor diye düşünmekteyim... ki bunu kendinde söylüyorsun...
İdarecilerin din adına yapabileceği en doğru şey, gerçek hakiki din adamlarını görevlendirilip, halkın cahilce davrandığı konularda halkı bilgilendirip eğitim vermeleridir... İdarecilerin kendi siyasi düşüncelerine sahip din adamlarını görevlendirmeleri sonucu dinde idarecilerin tekelinde kullanılmaktadır...
Sertlik ve rıza dışında yapılan herşey savunmayı, öfkeyi, nefreti doğurur...

Karadeniz : İdarecilerin halkı din hakkında bilgilendirmeleri için halkın önce dinini anladığı ve kavradığı kendi dili öğrenmesi gerekir. Halka sanki efsunlu sözler gibi bilmediği bir dilde sözler ezberleterek garipleri tanrı huzurunda efsuncu, falcı yada büyücü konumuna itmezsin...Aynı şeyi kendinden önceki dönemleri cahiliye sayan (ki benim için hiç öyle değil..bağımsız kaynaklardan islam öncesi arap sosyal hayatını inceleyen herkes bilir..) kendisine peygamber diyen sosyal ve politik önderler ve liderlerde yapmıştır...:)
Hasta hasta olduğunun bilincindedir..Oysa toplum hastalığının bilincinde olmadığı için böyle bir ameliyatı kabul etmesi baştan mümkün değildir...:)) Onun için ameliyat çocuğuna zorla ilacını vermeye çalışan annenin durumu ile aynıdır.:))

Haccecan: İyi ve doğru bir amaç içinse zorla ve dayatmayı mübah görmemiz gerek diyorsun yani!!!!
Kesinlikle katılmıyorum... Ben hala doğru bir iletişim ve doğru bir eğitimden geçtiğine inanıyorum. Tütün konusunda bunun doğru olduğuna inandım. İnsanlara yasakla, baskıyla, dayatmayla kesinlikle bir şey yaptıramıyorsun. Aksine insanlar size karşı cephe alıyor ve sert bir muameyle karşılaşıyorsunuz. Yıllar geçse bile öfke ve nefretle anılıyorsunuz... İnsanların yanlış yaptığı konuda işin mantığını, zararlarını, görsel ve işitsel olarak insanlara anlatmanız gerekiyor.
İslam dininin yanlış yorumlandığını ve anlamadığımız arapça diliyle sürekli belirli kelimeleri tekrar edip durmanın kimseye faydası olduğunu düşünmüyorum. İslamın özünden uzaklaştırılmış olduğununda farkındayım..
Bu konuda hem fikiriz. Ben ezan konusunda arapça olarak dinlemenin kulağıma daha hoş geldiğini söyledim. Türkçe tercümesinin yapılmaması ve ezanı anlamamamız gerektiğini hiç vurgulamadım. İsteyen ezanı istediği gibi okur dinler. Kimseye o konuda bir kısıtlama getiremezsiniz..
Ezanı Türkçe dinlemek isteyenler sana göre hasta olduğunun farkına varıp iyileşmek isteyen insanlar ise ilk önce bu insanların iyileşip doğru ve mutlu bir hayata kavuşması gerek ki insanlarda size bakıp yanlışlığının ve hastalığının farkına varsınlar...
Birde şunu eklemek istiyorum. İnsanların doğru ve hak bildiklerini yanlış ve hurafe olduğunu yüzlerine vurursan ancak tepki toplarsın. Kimseyi doğruluğuna inandıramazsın...

Karadeniz : İnsanları zorla din değiştirmeye zorlayanlar belli iken ve bu inanç sahipleri de belli iken zorba yine ben oldum...olsun
peygamberim diyen adam eline kılıç alıp insanları öldürmek için cihad çağrısı yapar ve ben yine zorba olurum...o da olsun...
ama bu kadar haksızlık biraz fazla oluyor......
lütfen biraz daha yavaş ve sakin olur ve hakkı gözetirsek daha iyi olur...
lütfen biraz akıl, mantık ve vicdan...:((((


Haccecan: Selam
Karadeniz : Kolay gelsin. İyi mesailer
Haccecan: Sağolasın sanada. Geçen bir şey soracaktım ama yoğundun.. Sormadım.. Şimdi müsait misin?
Karadeniz: Sor. Sorabilirsin.
Haccecan: Türkçe ezanla ilgili facebookta ki videona en son yorum yapmıştım. Onu sen mi silmiştin?
Karadeniz: Evet
Haccecan: Tamam
Karadeniz: Tmm
Haccecan: Peki neden?
Karadeniz: Konu çok uzamıştı hep aynı nakaratlar etrafında dönen sağırlar diyaloğuna dönmüştü.
Haccecan: Son sözü söyleyen olmak istedin, orda akıllı mantıklı davranın diye yazdın bende mantıksızlığımı akılsızlığımı kabul edip susmuş oldum!!!!  Aynı konu etrafında dönüp durmuyorduk.
Karadeniz: Ben öyle düşünmüyorum. Aynı argümanlar yukarıda zaten dile getirilmiş. Son söz diye bir kavram yoktur... Doğru söz vardır...Söz doğru ise ortada sonda yada başta olmuş olmamış hiç fark etmez
Haccecan: Farklı düşüncelere tahammül edemiyorsunuz, olayı kişiselleştirip bitirtin tartışmayı...
Karadeniz : Farklı düşünce ürettiğinde yazarsın. Düşüncen zaten yazıyor yukarda.
Haccecn: Kendin gibi düşünen insanlarla doğruya vardığınızda doğru oluyor tabi..
Karadeniz: Doğru olan tarafta olduğumdandır...Yeni bir çağa ve yeni hayata hazır olmak gerekir... O zaman insan çağını yakalar ve onu aşma kudreti bulur. Çağını kapatmış düşüncelerde ve duygularda bu kadar ısrarını anlayabilmiş değilim. Üstelik nihilist yazarların ve felsefecilerin düşüncelerini paylaşıyorsun. Bu tamamen bir çelişki...
Haccecan: SENİNLE AYNI DİLİ KONUŞMUYORUZ.... Anlattıklarımı değil anlamak istediklerini anlıyorsun...
Karadeniz : Sadece dil değil. Aynı duyguyu aynı dünya dünya görüşünü aynı kültürü de paylaşmıyoruz Arada benim bile tahminlerimin üzerinde büyük bir mesafe var. Senin ilerleyeme niyetin kalmaldı. Benim zaten geldiğim yerlere aştığım topraklara geri dönmem mümkün değil...
Haccecan: Bu tartışmayı hep genel yapmaya çalıştım ama tartışmanın sonundaki cümlelerinde ve şu anda da olayı kişiselleştirdin...
Karadeniz: Aynı dili konuşmamaya verilen cevap genel olamaz ayrıca anlaşamadığımız da ortaya çıktı
Haccecan: Aynı dili konuşmadığımızı ilk söyleyen sendin...Ben bu tartışmada artık yokum... Sadece yaptığım yorumun bir hata sonucu mu yoksa senin tarafından silindiğinimi anlamaya çalışıyordum...
Karadeniz: Bu bir tartışma değil sadece konu ile fikirlerimi açıkladım. İçimde bir duygu gün geçtikçe sesinin daha uzaktan geldiğini söylüyor...
Haccecan: Zıt olduğumuz ve farklı düşüncelerimizi paylaştığımız en başından belliydi... İlk gün sesim nasılsa şimdiki sesimde ordan geliyor.... İlk gün sesim uzaktan gelmişse şimdiki sesimde uzaktır... Nasıl ve nereden duymak istiyorsan sesim ordan geliyor...
Karadeniz : Olduğun yerde saydığını biliyordum ama... Bunu kasıtlı yaptığını bilmiyordum. Bunu da öğrenmiş oldum. Teşekkürler.
Haccecan: Amacın kırmak ise ve bunu da kasıtlı yapıyorsan başarıyorsun.
Karadeniz: Kırmak gibi bir gayretim olamaz.. Sadece hayretler içindeyim... Nerede yanılgı içine düştüm acaba diye kendi kendime sürekli soruyorum... Önyargılar genel içindir.. Özel örnekleri kapsamaz diyerek bir kenara attığım anmıydı...yoksa senin gücünü ve azmini fazla mı abarttım...şu an bulamıyorum...Ya bir yerde kaybettik yolu...yada baştan beri yanlış rotadayız..!!!
Haccecan: Bilmem... Olaylar ve durumlar karşısında düşüncelerimi uzun uzun hep yazardım, sen ise genelde susardın... Şu anki konuşmalarına hiç şahit olmadığım için şu an canımı felaket derece yakıyor sözlerin... keşke sözlerini birden böyle yakarak söylemek yerine ben düşüncelerimi yazdığında sende yazsaydın... ben bu kadar açık ve net iken hala benim hakkında yanılıyorsan evet yanlış yoldasın...
31 Mayıs 2010

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Dünyanın Bilinmeyen Harikaları



Dünyanın bilinmeyen harikaları adlı Karadeniz'e gönderdiğim mail üzerine aramızda yaşanan diyalog...

Karadeniz: Ne garip ki içlerinde ne İslami mimarinin ne de Türk dünyasının bir eseri var.. :((((

Haccecan: Sence neden?

Karadeniz: BİR DİN DÜŞÜN...RESİM YASAK..HEYKEL GÜNAH...MÜZİK ŞEYTAN EĞLENCESİ NEDEN OLABİLİR?...

Haccecan: Bir Türkiye düşün... Yüzbinlerin kanıyla kurulsun. Temelinde, Tam Bağımsızlık, Demokrasi, Özgürlük, Eşitlik Olsun... Şu an ki durumumuz ise ortada... Bunun suçlusu yüzbinlerin ve Atatürk'ün suçumu? 
 Şu an ki durumumuzun faturasını Atatürk'e kesen insanlardan bir farkını göremiyorum....
İslam dini kız çocuklarını diri diri toprağa gömen kavme indirildi... İndirildiği topluma birçok yenilik getirdi... Kadınlara haklar sağladı...
 Dine önceki bakış açımla şu an ki bakış açım farklı... Bakış açısını değiştirmeyen, tutucu, Allah'ı,  Dini kendi tekeline koyan, yasakları, kuralları koyma yetkisini kendinde bulan insanlar yüzünden İslam dini gerici olarak görülüyor... Sadece din konusunda değil bu tip insanlar günlük hayatın her alanında yolumuza engel olmaktan başka bir işe yaramıyorlar... Tutuculuk konusunda bazen din konusunda tutucu olan insanlarla aranda bir fark göremiyorum... Tutunduğunuz dallar farklı olsada sonuçta bir dala asılıp kalmışsınız... Zikrettiğiniz şeyler ise hep aynı....

Karadeniz: DİNLERİN İNSANLIĞA GETİRDİĞİ GÖZ YAŞI VE KAN VE DEHŞETİ HİÇ BİR DOGMA GETİMEMİŞTİR...DİN TARİHİ HAKKINDA BİLGİN İSLAMİ KAYNAKLARA DAYANIYOR...VE OLAYA TEK TARAFLI BAKIYORSUN....KAFANI ÇEVİR VE ETRAFINA BAK BU İNSANLAR O DİNİN ESERİ...SEÇ BEĞEN BEĞENEBİLİRSEN...:(((

Haccecan: Herşeyin suçlusu olarak dini kabul edelim... Bende artık senin gibi düşünmeye başladım varsayalım... Eline ne geçecek...? Neden her konuyu dine bağlıyorsun...? Hepimiz dini terkettik varsayalım.. O zaman bu kan, bu kargaşa duracak mı?
 Şu durumda dinin olmadığı, hiç bir dine bağımlı olmayan insanların olduğu mutluluk ve refahın olduğu kan dökülmeyen bir yeri örnek göster bana...
 Tutucu ister bir dine mensup olsun, ister bütün dinleri yok saysın... Benim gözümde hepsi aynı... Kendisinin kabul ettiği değerler dışında ki tüm değerlere yanlış, kötü, gereksiz olarak bakan insan gözümde kibirlidir.... Asıl sorunda bu noktada başlıyor...
Bir değere inanmak ve inandığı güzel değerleri yerine getirmeye çalışan, sorumluluk sahibi insanlar gözümde çok daha değerli...

Karadeniz: Din dinadamların elllerinde yönetim aracından başka birşey değil iken ve insanları yönetmek ve yönlendirmek için daha küçücük yaşlarda onlara belli bir dogmanın ki bu dogma çağının insanlarının kavgalarını kinlerini ahlak anlayışına göre yetiştirirler iken...Kalkıp din kalkınca göz yaşı kan dinecek mi?...
Evet dinecek...O vakit insanlar diğerine öteki gözü ile bakmayı bırakacak...Daha bebek iken sen Müslümansın senin dinin onun dininden daha büyük... O Yahudi bu Hıristiyan anlayışı kalmayacak...
 Bunları anlatmak ki sen zeki bir insansın bana inan boş geliyor..
Tartışmak için yazıyor gibisin.. Lütfen...Biraz samimiyet...  :(((

Haccecan: Off Karadeniz offfffff Tartışmak için yazmadığımı göstermek için bu konuda seninle bir daha konuşmayacağımı bilmeni istiyorum....  Gönderdiğim bir çok maili din konusuna bağlayıp tartışmaya başlatan sensin... Tartışmak için tartışan kişi olarak ilan edilen ben oluyorum....  At gözlüğünü gözünden çıkartıp, birde benim baktığım gözle baksaydın ne demek istediğimi anlardın...Lütfen biraz daha geniş bakış açısı.... :(((((

Karadeniz: Eğer gerçeği göremiyorsan at gözlüğü olanın kim olduğu yorumunu sana bırakıyorum.. Bundan gayri miras kalan dinin ile mutluluklar dilerim... Ama şunu unutma bir insanın iyi olması için onun iyi yetiştirilmesi gerekir. Bu iyiliğin evrenselleştirilebilmesi içinde her türlü kimlikten arındırılmış bir kişilik gerekir...
 Benden bu kadar...

Haccecan: Benim inandığım din sevgi, hoşgörü dini.. Benim örnek aldığım peygamber sevgi, ilim, saygı peygamberi... Ben onun ve onun gibi olan insanların yolundan gitmeye çalışıyorum... Tutucu insanlar ister Hristiyan, ister Müslüman, ister Yahudi ister Hindu olsun. Ne olursa olsun... Kendisi dışında ki her türlü düşünceye sahip olan insanları istemez, sevmez, kendi düşüncesini karşıya kabul ettirme çabasına girer...
Bende ve inandığım dinde diyor ki... Hoşgör, sev, say... Adaletli ol diyor... Sana zararı dokunmayana dokunma. Sen sadece iyilik yap... Gerektiğinde savaş ve öl ama davandan vazgeçme... Korkak ve esir yaşamaktansa ölmek daha iyidir ve şehitlikle mükafatlandırılırsın diyor...
 Sen Hiçsin ben İslam... Hoşgörüde ve sevgide benden daha ileride olduğunu düşünmüyorum... Daha iyi olduğunu düşünseydim "hiç" olurdum...
 Senin kimliksizleştirme dediğin benim gözümde islamla aynı... İyi olanları yapmamı söyleyen İslam dini varken neden yok sayayım...?

Karadeniz: Aynı plağı sürekli başa sarmaktan bıkıp usanmadın gitti ne deyim....Sığ suların sıcaklığını terk edemeyecek kadar zayıf olmak böyle birşey... Yanlışlara doğru, doğrulara yanlış diyerek ve aslı olmayan kabuller ile kendi hayal dünyanda yaşıyorsun... Ne senin dediğin peygamber öyle biri ne de o dediğin din öyle bir din...Hayal dünyasında ki Alice gibisin...Umarın evin yolunu bulursun...

Haccecan: Şu ana kadar bende dahil kaç kişiyle bu tartışmaları yaptın?
Karadeniz: ....
Haccecan: Tartıştığın kişi sayısını yazamadığına göre çok kişiyle tartışmış olmalısın. Değil mi?  Peki tartışmalarından bir sonuç elde edebildin mi? Kaç kişi artık senin bildiklerini biliyor? Kaç kişi senin gibi düşünmeye başladı ve ya kaç kişinin sahip olduğu düşüncelere artık sende sahipsin????????
Karadeniz: ....
Haccecan:  Farklı bir plağı takayım dedim ama bu seferde plağı takıp çalmama sen engel oluyorsun... Böyle yaparsan kaybettiğim evimin yolunu nasıl bulurum ben... Sorularıma cevap bekliyorum....
Karadeniz: Çook eskiden bu tür tartışmaları sadece bilgimi yada bilmediklerimi sınamak için tartışırdım...Ama artık sadece değer verdiğim insanlar ile tartışıyorum...Onların gelişmesine ve dünya görüşlerine katkı sağlamak için. Bir gün gerçekten yaşadığın hayatın ve aldığın kararların iyi yada kötü sorumluluğunu üstlenmeye hazır olduğunda...( ki olursan) beni daha iyi anlayacağını sanıyorum...

Haccecan: Seni anlamadığımı nereden çıkarttın? Dünya görüşlerimizin farklılığın en başından beri farkındayım... İlk konuşmalarımızda bile senin inançsızlığını hoşgördüğümü ancak senin bildiklerinle, inandıklarınla beni yargılamana, eleştirmene sana gösterdiğim hoşgörüyü senin bana göstermemene kızdığımı söylemiştim. Senin bildiklerinle ve inandıklarınla kendi düşüncelerini savunmanı hoşgörüyorum ancak benim kendi bildiğim ve inandıklarımla kendi düşüncemi savunmanı boş ve zayıflıkla suçlamanı anlayamıyorum bu duruma kızıyorum...
Senden sonra; sorgusuz sualsiz inandığım Allah'ı sorgulamaya başladım. Bunu daha önce hiç yapmamıştım. Sorguladığımda başıma ne taş yağdı, ne de hep var dediğim Allah'a yoksun dediğim için beni cezalandırdı... Ben büyütülürken bana empoze edilenleri sorgulamamanın asıl eksiklik olduğunun farkına vardım. Sayende bir eksikliğimi tamamladım... Sorgulamamın sonucunda yine Ona vardım...
 Plağı tekrar başa almış olacağım fakat bu sefer beni anlarsın diye düşünüyorum. Beni anlayacağın umudunu kaybetmiyorum. Olaki o umudu kaybedersem seninle konuşacak bir konumun kalacağını düşünmüyorum...
 Bildiğin veya inandığın konuların değeri insanlar tarafından belirleniyor. Bir bilim adamı için çöldeki bir kum tanesi inanılmaz değer taşıyabiliyorken normal bir insan için hiç bir anlam-değer ifade etmeyebilir... Rahmetli babanın kolunda taşıdığının saatinin değerini ancak sen biliyorsun ve ona paha biçilmez bir değer veriyorsun. Başkalarına göre sıradan bir saat iken sana göre değeri ise ifade edilemeyecek kadar büyük değeri var... Birisi gelip o saatin çirkinliğinden, basitliğinden, o saati koluna takmanın boş ve anlamsız olduğundan, babanı hiç bir şeyin geri getirmeyeceğinden, senin ve daha önce o saati kullananında böyle basit bir saati nasıl kullandığını aklının almadığını gibisinden sana sözler söylese eminim çok kırılır incinirsin ve öfkelenirsin. İşte Karadeniz sen bana en başından beri bu acıyı yaşatıyorsun. Nasıl ve neden geldiğimi bilmediğim bu dünyada herkesin bir dala tutanmaya, bir şeylere inanmaya, aslında hiç olan hayatı çekilebilir olması için bir şeylere değer yüklemesi, kendine "ha gayret!!" dedirtecek değerlere inanması gerekiyor. Kimi bu değeri bir heykele verir karşısına geçer tapınır, kimi bir saate verir kolunda taşır, kimi hiç bir şekle şemale koyamaz aklında taşır... Kim neye inanırsa, güvenirse, dayanırsa hoş görüyorum. Kimseyi yadırgamıyorum, inancından dolayı küçük görmüyorum. Herkes bir merdiven basamağından tepeye çıkmaya uğraşıyor. Kimin basamağı yüksek kimin ki alçak bilmiyorum, ben hakem heyetinin bir üyesi de değilim kimseyi değerlendirmiyorumda... Şu yaşıma kadar birçok şeyin üstesinden gelmek zorunda kaldım. Yanımda kimse yokken hep O vardı. O bana yol gösterdi, o beni sevdi, O beni korudu... Benim Ona yüklediğim değer ve kıymet sen yokkende olacak, olmaya devam edecek...
Sen diyorsun ki, DİNLERİN İNSANLIĞA GETİRDİĞİ GÖZ YAŞI VE KAN VE DEHŞETİ HİÇ BİR DOGMA GETİMEMİŞTİR...DİN TARİHİ HAKKINDA BİLGİN İSLAMİ KAYNAKLARA DAYANIYOR...VE OLAYA TEK TARAFLI BAKIYORSUN....KAFANI ÇEVİR VE ETRAFINA BAK BU İNSANLAR O DİNİN ESERİ...SEÇ BEĞEN BEĞENEBİLİRSEN...:(((
Bende diyorum ki, bütün bu katliamlar TUTUCU İNSAN OLMAKLA BAĞIMSIZ İNSAN OLMAK ARASINDA Kİ FARKIN BİR SONUCUDUR. Tutucu insanlar ister Hristiyan, ster Müslüman, ister Yahudi ister Hindu olsun ne olursa olsun... Kendisi dışında ki her türlü düşünceye sahip olan insanları istemez, sevmez, kendi düşüncesini karşıya kabul ettirme çabasına girer...
 İnsanlar katliam yapacaksa, kendi çıkarları için insan öldürmesi gerekecekse bunu meşru hale getirmek için dini sebebe bağlamalarına gerek bile kalmıyor. Tarihte kan dökülme sebebi bir tek din değil ki... Derisinin renginden dolayı zenciler katledildi, Kızıldereliler katledildi, Namus davası için kadınlar katledildi, Karşı takımı tutuyor diye karşı takımın taraftarları katledildi. Sağ solu sevmez. Türk- kürdü sevmez. Alevi Sunniyi sevmez. Bizim kurumda bile erkek personel kadın personeli sevmez... İslam adınada insanlar öldürülüyor, hristiyanlar adına da insanlar öldürülüyor, namus adına da insanlar öldürülüyor, ekonomik gerekçelerlede insanlar öldürülüyor...
 Din ortadan kaldırılsa bile fesatçılar insanları birbirine düşürmek için kullanacak başka malzemeler mutlaka bulacaktır. İnsanlar arasında her zaman farklılık olacaktır... Her insan bir dünyadır. Her dünya farklı farklıdır.. Bu farklılığı din ile kısıtlamak insanın doğasına aykırı.... Kimse ne ruhen ne bedenen ne düşünce olarak birbirine benziyor. İnsanlar arasında ki tartışmaların son buldurmak için dinsizliği seçmek ve insanları bu yola sürüklemeye çalışmak kolaycılıktan başka bir şey değil... İnsanlar farklıdır, farklı düşünürler, farklı farklı inanırlar... İnsanların kimi değeri bir çiçeğe verir, kimi bir çocuğa verir, kimi bir saate verir, kimi hayali bir kahramana verir, kimi Allah'a verir...
Şunuda söylemeliyim ki... Dinsizliğin bir temsilcisi olsan, dinsizliği yaymak gibi bir amacın olsa kendine bir tek taraftar bile bulabileceğini sanmıyorum.. Çünkü bende dahil insanlara yaklaşımın çok sert ve acımasız... Senin bana sert ve acımasız yaklaşmandan dolayı eşitlik ilkem yüzünden çoğu zaman bende sana sert ve acımasızca cevap veriyorum...
Sevgi, saygı, hoşgörü, bilgi ilim kelimeleri dilinden düşmüyor ancak davranışlarında aynı şeyleri göremiyorum.
 Benim gelişmem ve ilerlemem için yaptığın genel tartışmalardan kendin adına bir sonuç alabileceğini düşünmüyorum... Bu tartışmalar belki benim ilerlemem adına bana birşeyler kazandıracak ancak sana bir katkısının olacağını düşünmüyorum... Senin genel konulardan çok özel konularını konuşarak kendi aşamadığın konularının üstesinden gelmen gerektiğini düşünüyorum...Özel konularında aşamadığın dağları aşamadıkça genel konularda ufacık bir tepeyi bile aşamayacaksın... Genel konuları çözmeye ve insanları kendin gibi düşünmeye ikna etmeye senin gücün kuvvetin yetmez... Senin tek gücünü yetirebileceğin konu kendinin aşamadığın dağları aşmak... Özel konularında aşamadığın engellerin olduğunu biliyorken seni genel konularda aşılamayan dağları aşmak için peşine düşülebilecek bir insan olarak göremiyorum...

Karadeniz: Ben seni senin beni anlamadığın kadar hatta daha fazlasıyla anlıyorum..!! Son gönderdiğin mesaj zaten açık bir şekilde bunu ifade ediyor... Fakat, belirtmeliyim ki; Anlamak onaylamak değildir...Zaten, benim seni anlayamamam gibi bir durum söz konusu değil...Zira, ben o ülkeden geliyorum... Din hakkında hiç birşeyi hoş görmemem sürekli olarak kitlelerin din ve Allah adına sürü gibi güdülmesindendir...Sivas, Çorum, Maraşta kimsenin kimsenin toprağında gözü yok iken daha dün komşu olan insanlar Din Allah Peygamber denilerek vahşi bir hayvana dönüşebiliyorsa...bu inanç biçiminde bir sakınca vardır...Birileri birilerini onun adına kışkırtırken o tahtında hiç birşey yapmadan oturuyorsa bu durumun sorgulanmasında fayda vardır.. Neyse tartışacak değilim.. Ancak gerek zencilere gerekse kızılderililere yapılanlarda Hristiyan misyonerlerin büyük etkisi var... Kafir oldukları için akla hayala gelmedik işgenceler ile katledilmişlerdir..:((
birey için ise emin ol ki bu sakınca o dogmaya inan her insanın bir diğerine olan bakışını ve davranışını değiştirdiği sürece aynı sakıncalar vardır...
Sen sen olarak güçlü yada güçsüzsündür.. Her ikisinide bilerek yaşarsan hayatta fazla zorluk çekmezsin. Tüm zorlukları kendi gücün ile aştın ve aşmaktasın...Tanrı nasıl biri diğerini öldürürken yada kendi adına dolduruşa getirirken suskunsa senin de acılarına ve zorluklarına aynı kayıtsızlıktadır...
BENDE BİRGÜN BENİ ANLAYACAĞIM UMUDUNU KAYBETMİYORUM...ZİRA, DURUMU HOŞ GÖRMEK ANLAMIŞ OLMAK DEMEK DEĞİLDİR...

Çocuğun Bakış Açısı



Yılmaz Özdil'in Beyaz Showda yaptığı konuşmayı facebookta yayınlamam üzerine bir arkadaşın  yaptığı yorum ve üzerine yaşanılan diyaloglar...

Arkadaş: Liberalizm penceresinden bakıyorum ve söylenmesi gerekenleri buraya yazmıyorum... Kurnaz hürriyet gazetesi yazarı! Not: Tatlı kurnazı; tuzlu suda yemez!
Karadeniz: Doğru söze doğru demek bu kadar zor yani.. Peki sormak gerek liberal hangi suyun kurnazı?  Musluk suyunun olmasın! Halkı soymak adına her yolu mübah sayan bir sisteme inanç için önce banka hesabının çok kabarık olması lazım. Yoksa sen de liberalizmin krallarının kölesinden ötesi değilsin. :(((

Karadeniz ve Haccecan Arasında Mesajlaşma
Haccecan: Karadeniz yukarda ki yoruma Arkadaş cevap yazarsa sen yazma olur mu? Arkadaşın yapısı biraz farklıdır... Aranızda ki diyaloğa karışmak istemezdim ama polemiğe girmenizi ve arada kalmış hissetmek istemiyorum...
Karadeniz: Yok öyle dava. Devletin kanatlarının altına girip boş atıp dolu tutmak kolay... Çıksın piyasaya da görelim Arkadaş beyimizin çapı kaç santim acaba..? Liberalizm miş... L sinden anlıyorsa ne olayım.. :(
Haccecan: Haydaaa Karadeniz... Tanımazsın bilmezsin... Her konuşana cevap verme zorunluğun mu var senin?
Karadeniz: Liberalizmin tarihsel süreci boyunca aldığı canlar ve harcadığı hayatlardan bir haber kimi tipler cahil cahil konuşurken sen de beni susturmaya çalışıyorsun ya sana da aşk olsun diyorum... Başka birşey demiyorum... Ne diyeyim çarşın pazar ola...:)
Haccecan: Ömrümü yedin Karadeniz ömrümü... Sen ilk önce kendi çevrendeki liberalizmden anlamayıp cır cır konuşanlara cevap ver... Buralara sıra gelmedi daha... Senin hakkında ters bir laf etse bu sefer ben kötü olacam...
Karadeniz: Artık istesende cevap vermem. Ne haliniz varsa öyle olsun...
Haccecan:  :((((
02 Mayıs 2010

Haccecan: Bir zamanlar bana nezaket dersi veren Karadeniz... Aynı işyerinde çalışma arkadaşlarıyla boş sohbetlerin konusu olmayayım diye hakkımda konuşmayan Karadeniz...
Çalıştığım kurumdan tutda bütün tanıdığım insanlarla Facebookta arkadaşım... Facebookta yayınladığım bir video veya fotoğraf hakkında daha sonra gelip bana düşüncelerini söylüyorlar...
Bayan bir arkadaşımın hissettiği bir durum hakkında konuştuklarımızı da sana mail olarak göndermiştim. burada  Hissettiklerini dile getirip bana söylemeye cesaret etmişti. Kimlerin ne düşündüğünü bilmiyorum... Belki bu arkadaş gibi düşünen başkalarıda var ve başkalarının da dikkatini çektik. Kimbilir başka daha ne zaman sohbet konusu olacaksın...?
Seninle ilk Ankara da karşılaşmamızda arkadaşlarımla yaşadığım mücadeleyide biliyorsun... Seni burdaki bir çok kişi tanıyor, biliyor... Arada hala sohbet konusu oluyorsun...
Yakın zamanda Yürek ile yaşadığım olayı da biliyorsun. Yüreğin düşünmeden yaptığı süprizin! beni ne kadar yıprattığından haberin var.. Arkadaşım olduğu için insanlar onun hakkında düşündükleri kötü şeyleri hep bana söylediler. Yüreğin yerine ben ezildim, ben büzüldüm, ben üzüldüm.. Yürekle aramızda hiç bir kötü diyalog geçmediği halde birde haklıymış gibi facebooktan ve msn den beni sildi. Sohbeti de kesdi.. Yüreğin kızkardeşide öyle...Yürek olayı burada hala kapanmış değil... Arkasından hala konuşuluyor...
Arkadaşın liberalizm hakkında yaptığı yorumun doğruluğu veya yanlışlığı hakkında bir fikrim yok... O yüzden onun yorumuna düşüncemi yazmamıştım. Belki yanlış düşünüyor belkide çok kötü şeyler yazdı.. Belki cahilce konuştu... Ama o yorumuyla bir şahsa yönelik bir şey yazmadı. Sen yaptığın yorum ile direkt onun şahsına laf söyledin... Ve yaptığın yorum sertti... Haklı olsan bile verdiğin sert cevap ile haksız duruma düştün...
 Arkadaş gönüllü olarak yer aldığım yardım kuruluşunda bizim sorumlumuz.. Yakınen çok fazla tanımıyorum ancak senin hakkında ters bir cevap söylese ona cevap veremeyeceğim bir konumda... Cevap veremediğim konu ise içimde sıkıntı yaratacak.... Verdiğin sert cevap ile onuda zor duruma soktun... Yardım kuruluşunda ki diğer arkadaşlar ortak arkadaşımız... Yazdıklarınızı herkes görüyordu... Senin amacın cahilce konuştuğu konu hakkında onu bilgilendirip, aydınlatmak mı, yoksa kavga çıkartmak mı? Bu sert ortamda tartışmaya başlasaydınız ne olacaktı? Yazdıklarınızı silmeseydim ilk toplantıda konuşma konumuz sen olacaktın. Üzülecek yine ben olacaktım....
Aynı işyerinde boş sohbetlerin konusu olmayayım diye benden kimseye bahsetmeyen sen neden aynı konu hakkında bana anlayış görtermiyorsun...?
 Beni ezip geçmeden, tanıdığın bildiğin insanlarla fikir tartışmasına girseydin sesimi çıkartmazdım... Ancak benim arkadaşlarıma hele hele hiç tanımadığın insanlara haklıda olsan sert konuşmana izin vermem... Bu ancak tartışma doğurur, bu tartışmalarda da üzülecek taraf ben olacağım...
 Dün telefonda bunları söylemeyi düşünüyordum... Hepsi boğazımda kaldı...
Yazmasaydım patlardım... Artık ne halin varsa görebilirsin....

Karadeniz: İyi sana da çok teşekkürler o vakit..:((

04 Mayıs 2010

10 Mayıs 2011 Salı

Çizdiğimiz Sınırlar



Facebookta yazdığım aşağıda ki söz üstüne Karadeniz'le aramda yaşanan diyalog:

Kendimize çizdiğimiz sınırlar daha önce çektiğimiz acıları tekrar yaşamamak için kullandığımız kalkanlardır... Haccecan
Karadeniz: O zaman acıların olmadığı bir sınırlı ortam yaratmak gibi boşa bir çaba sarfederiz ki sınırlar zamanla o kadar daralır ki sınırların bizzat i kendisi acı olmaya başlar...
Haccecan: Yaşadığın bir acı ikinci kez karşına çıktığında ilki kadar sana acı vermez ki... Çekmeye alışılmış bir acı ne kadar acı olursa olsun çekilmesi en kolay acıdır... Bu seferde acıya o kadar aşina oluyoruz ki "benim acım bana yeter" diyerek başka acılara karşı duyarsız kalıyoruz...
Çevresine duvarlar örerek bir kalede tek başına yaşarak kendini korumaktan bahsetmiyorum, insanın elinde bir kalkanı olmalı ki savunmasız hayatın ortasındada kalmamalı insan...
Karadeniz: Bazen en iyi savunma kendini savunmamaktır...
Haccecan: Kendini savunurken ihtiyaç duyacağın her türlü savunma aracıda en iyi araçtır...
Karadeniz: Kendini savunma gereği duymazsan dünyayıda savaş alanı olarak görmekten vazgeçersin..
Haccecan: Söylediğim her söze, yazdığım her satıra muhalefetlik eden Karadeniz, yazdıklarımın karşısında değil yanında durursan haklılığımı sende görürsün...
Karadeniz: Acaba karşında duran ben miyim...Yoksa beni karşısında gören sen misin..?
Haccecan: Yanyana durmadığımız kesin... Cevabı kesin bilmiyorum ancak karşımda gören bensem; insanların bir çoğunun yanında iken seni karşımda neden göreyim?
Karadeniz: İnsanların bir çoğu yanımda derken her dediğimi onaylıyorlar, he deyip geçiştiriyorlar mı demek istiyorsun? Bence bu durumda yön ve yan konusunda biraz karışıklık var...
Haccecan: Herkesin herşeyine he diyen bir yapım yok, herkesinde benim herşeyime he diyen bir yapısı yok...
Bu anlatılmaz yaşanır...
Karadeniz: Ama beni karşında gören bir yapın var. Bu da anlaşılmaz yaşanır.
Haccecan: Muhalefetlik, inatçı yapını yok sayıp beni seni karşında gören yapımı gören yapına ne demeli? (Ne cümle yazmışım bee!!)
Karadeniz: Ne diyeyim yapı konusuna o kadar taktın ki yakında mütahhit olursan hiiiç şaşmam.
Haccecan: Takana değil taktırana bak sen!!!! Şaşıracağın günler daha henüz gelmedi....
Karadeniz: Hangi günlermiş o günler...
Haccecan: Söylersem şaşırmazsın...
Karadeniz: Hayatın yada bir ademoğlunun veya kızının beni şaşırttığı dönemleri artık çok geride bıraktım. Şaşırmam zaten mümkün değil. Dolayısıyla ben şaşırmazsan sen de şaşırma...
Haccecan: Seninle ilgili hiç birşeye bende şaşırmıyorum... Ancak bu senin hiç bir şeye hiç bir zaman şaşırmayacağın anlamına gelmez.. Dönemini yaşadığına ve geride bıraktığına göre emeklilik ne zaman?
Karadeniz: Aynı filmi birden fazla kere görüp her seferinde aynı tepkiye veriyorsan ya hafızan zayıf yada. Ben doğuştan emekliyim. Ne bu oyunu beğendim ne de sahneyi...
Haccecan: Aynı filmi izliyoruz. Aynı filmde hem figuranız hem izleyeci.. Sen ayrıca eleştirmenlikte yapıyorsun. 
Sahnede ağaçların, kuşların da vardı... Beğenmedim deyip onlara haksızlık yapmıyormusun?
Oyunu kendinde oynadın...

Geldikleri gibi giderler...



Buradaki video üstüne Karadeniz'le aramızda yaşanan diyalog :

Karadeniz : (Videoda ki öğretmenin) Ses tonu çok güzel...:D 2 yıl sonra ellerini kolarını sallayarak İstanbul' a girdiler...Üstelik padişahıda zırhlılarına bindirip gittiler...:(
Haccecan: Bu vatan için canını hiçe sayıp şehit olmayı tercih eden yüzbinlerin ruhunun büyüklüğünü karşısında yaşamayı tercih eden fanilerin küçüklüğüne takılmamak gerek....
Karadeniz: Çanakkale de ölen yüzbinler gerçekten yurt savunması için öldüler... Fakat, savaşın asıl nedeni Osmalıyı işgal değil. Rusya ya askeri yardım yapmak böylece Almanyayla batı doğu cephesinde savaşan Rusya'nın savaştan çekilmesini geçiktirmeki. Zira; Rusya da ekim devrimi rüzgarları çarı ve monarşiyi bitirecek kadar sert esiyordu. Çanakkale'nin savunma tahkimatları ve tabyaları bizathi Alman generallerce yapılmıştır. Almanya da devrimin olmasını böylece rusların savaştan çekilmelerini istiyordu...
İşte bu iki emperyalist blog arasında savaşta her zaman olduğu gibi ölüm ve kahramanlık bize düştü. İngiliz, Fransız vs'e karşı elimizde Alman silahları başımızda Alman generaller savaştık, yurt savunması yaptık ya da öyle sandık...
Haccecan: Devletler arasındaki ilişkiler ile insanlar arasında ki ilişkiler arasında hiç bir fark yok aslında. Bir işyerinde çıkar çatışmasına giren iki insanın arasında ezilen ve mağdur olan uzlaşmacı bir kişiliğe sahip olan iyimser üçüncü bir kişidir. Bu üçüncü iyimser, uzlaşmacı, mağdur ben oluyorum bu arada :)))
Karadeniz: Budha'nın lafı burda araya giriyor sanırım. HERŞEYE VE HERKESE KARŞI İSTİSNASIZ BİR SEVGİ DUYULMALDIKÇA KURTULUŞ MÜMKÜN DEĞİLDİR. 
Eğer ki uzlaşma işine girişmişsen. Her iki tarafla da düşman olmayı göze almış demektir. :(( Yapacak birşey yok..:(( Onlar iyi olacak sen kötü...
Haccecan: Ben ne olduğumu biliyorum. Sevgi, saygı, empati ve doğru iletişimin olmadığı her yerde sorun var.
Karadeniz: Sorun her zaman olacak...
Haccecan: Yedin ömrümü yedin.
Karadeniz: Sen ömrünü bozukluk gibi harca sonra hesabı bana havale et. Ohhhh ne alaaa memleket. Suyundan koy barii. :)
Haccecan: Kararı değerli halkımıza bırakıyorum. Ömrümü ben mi yemişim, sen mi yemişsin aha şu satırlardan ortaya çıkar...
Bu videeoda asıl alınması gereken ders tarihi olayları değerlendirmek değil bence. Asıl anlaşılması gereken, esaret altında yaşamaktansa ölmeyi tercih etmek gerektiği, şu anki özgürlüğümüzün bedelini daha önce birilerinin canları ile ödediğini, bunu bilerek yaşamamız gerektiğini, atalarımızın nasıl bir ruha sahip olduğunu, aynı ruhu taşıdığımızı bilmemiz gerektiğini anlamalıyız. Yoksa tarihi olayların seyrini bu saatten sonra kimse değiştiremez...
Karadeniz: Bilerek yaşamak derken..???
Haccecan: "Bilerek yaşamak derken..???" derken????
Karadeniz: Bilerek yaşamak derken ne kast ediyorsun? Bilerek yaşayınca bilmeyerek yaşamaktan fark ne :?????
Haccecan: Bilgi güç ise bilerek yaşamakta güçtür...
Karadeniz: Ya bırak bu işleri Haccecan. Somut birşeyler söyle. Somuuuut. Ne olacak bilerek yaşasan ne değişecek?:(((
Haccecan: Bunlar senin sözlerin... Kendi laflarını bile beğenmiyon cık cık... Şimdiye kadar somutmu konuşmuşun ki benden somut laf bekliyon. Somutda konuşsam soyutda konuşsam, doğruda konuşsam yanlışda konuşsam itiraz edecen... Ne diye yoruyon ki insanı bu kadar...
Karadeniz: Yaşadığımızdan gayri bildiğimiz bir şekil yok deyiverde anlayalım. Beylik konuşmak kolay. Ama iş düşünmeye gelince birilerinden duyduklarını birilerine satmanın ötesine geçmek yok. Anlaşıldı... anlaşıldı...  Uzatmaya gerek yok..:((
Haccecan: He Karadeniz he...

3 Mayıs 2011 Salı

Düşünmek üzerine...

Karadeniz'in facebookta profilinde yayınladığı aşağıda ki söz üstüne yaptığım yorum :

" Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister.... Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu... "
-SARTRE-

Haccecan: Düşünmek isteyenlere zaman vermemek gerekiyormuş demek ki :)))) Çok düşündüğümüz için engelleri aşamıyormuşuz meğer....
Hayat hergün yeni şeyler öğretiyor insana....

Binbir Yüzlü Karadeniz...

Facebookta arkadaşımın paylaştığı sözü beğenerek profilimde yayınlamam üzerine yaşanan diyaloglar ...

İranlı bir şair: ''aşka uçarsan kanadın yanar''  Mevlana: ''aşka uçmazsan kanat neye yarar'' Yunus Emre:''aşka vardıktan sonra kanadı kim arar? '' Demet Akalın :'' aşkın açamadığı kapı , kanatlanıp uçamadığı yer mi var '' Arkadaş 3: "müdür naptın?"


Arkadaş 1 : Asıl sen naptın Haccecan.. Yunus Emre kısmına kadar yeterdi be bacım:)
Haccecan: :) Aşk üstüne herkesin bir çift lafı var Arkadaşım... Demet Akalının neyi eksik? :))))
Arkadaş 2 : "AŞIK OLUNCA KANATLANIRSIN" demiş
Karadeniz: Bir tane de benden olsun...Aşkın binbir çeşit yüzü var..Baktım hiçbiri benim değil...:( ( Uleenn ben yüzsüzmüyüm yoksa..:D ))
Arkadaş 1 : Eksiklerini saymayalım da senin yorumunu alalım aşkın üsüne?:) 
Haccecan: Aşkın üstüne benim yorumum; Aşk her çeşit ruh halinin yaşanabildiği, kafanda bir mitolojik kahraman yaratıp her türlü iyi özelliği bir faniye yüklediğin, kötü özelliklerini görmezden geldiğin, kahramanın kötülüğünü gördüğünde sert tepki verdiğin anlatılamaz bir ruh halidir.... Yaşanması gerekir. Bir çokları ham olarak göçüp giderken aşkın nasip olduğu kulların ruh ve yürekleri aşk ile olgunlaşır... Bir çokları da aşk ile olgunlaştığını düşünürken çürüdüğünün farkına bile varamaz...
Haccecan: Karadeniz; Seninde binbir çeşit yüzün olduğundan aşk ile uyum sağlayamamış olabilir misin ? Bir tek yüzün olsaydı aşk sana uygun yüzünü gösterebilirdi. Garibim aşkta sana karşı ne yapacağını şaşırmış galiba :)))

22 Şubat 2011 Salı

Yaşamın Yankısı


Yaşamın yankısı adlı Karadeniz'e mail attığım okuma parçası üzerine aramızda yaşanan diyaloğ...

Yaşamın Yankısı
Bir adam ve oğlu ormanda yürüyüş yapıyorlarmış. Birden çocuk ayağı takılıp düşüyor ve cani yanıp 'AHHHHH' diye bağırıyor. İleride bir dağın tepesinden 'AHHHHH' diye bir ses duyuyor ve şaşırıyor. Merak ediyor ve  - ''Sen kimsin?'' diye bağırıyor. Aldığı cevap 'Sen kimsin?' oluyor. Aldığı cevaba kızıp - ''Sen bir korkaksın!'' diye tekrar bağırıyor. Dağdan gelen ses 'Sen bir korkaksın!' diye cevap veriyor. Çocuk babasına dönüp  - ''Baba ne oluyor böyle?'' diye soruyor.  - ''Oğlum'' der babası, ''Dinle ve öğren!'' ve dağa dönüp ''Sana hayranım!'' diye bağırıyor. Gelen cevap ''Sana hayranım!'' oluyor. Baba tekrar bağırıyor, ''Sen muhteşemsin!''Gelen cevap; ''Sen muhteşemsin!'. Çocuk çok şaşırıyor, ama halen ne olduğunu anlayamıyor. Babası açıklamasını yapıyor:  - ''İnsanlar buna yankı derler, ama aslında bu yaşamdır. Yaşam daima sana senin verdiklerini geri verir. Yaşam yaptığımız davranışların aynasıdır. Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev! Daha fazla Şefkat istediğinde, daha şefkatli ol! Saygı istiyorsan insanlara daha çok saygı duy. İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan sen de daha sabırlı olmayı öğren. Bu kural yaşamımızın bir parçasıdır, her kesiti için geçerlidir.'' Yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarınızın aynada bir yansımasıdır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Karadeniz:
Aslında bu temel bir kuraldır. Hayatta ne verirsen karşılığında da onu alırsın. Ama bu iyilik bulmak için iyilik, şefkat bulmak için şefkat şeklinde değildir. Eğer bu şekilde davranırsan sonuç beklentiden dolayı hep hayal kırıklığı olacaktır. Asıl formül yıllar önce BUDHA tarafında dile getirilmiştir...
HERŞEYE VE HERKESE KARŞI İSTİSNASIZ BİR SEVGİ DUYULMALDIKÇA KURTULUŞ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Gerisi lafı gürzaf :)
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Haccecan:
Hayat bir tek sevgi duygusundan ibaret olsaydı Budha haklı olabilirdi. Ancak hayatın içinde olumlu, olumsuz her duygu ve davranış var. Zulüm yapanı hoşgörmek onun zulmünü artırmaktan başka bir şeye neden olmaz. Zalimi -zulüme maruz kalan insanların yaşadığı acıları ve duygu yıkımını anlamasını sağlarak, zulüm yapmasına neden olan olan faktörleri ortadan kaldırarak- zulümden vazgeçirmek gerek. İçinde sevgi ve hoşgörüden başka duygu taşımayan insanları da zulüm ve haksızlığa karşı nasıl davranılması gerektiği öğretilerek zulüme karşı korumalı...
Dünyada iyiliğin, sevginin ve hoşgörünün hakim olması için iyi, sevgi yüklü ve hoşgörülü insan sayısının artması gerektiği bilinmeli...
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Karadeniz:
Ah hatice bilmediğin o kadar çok şey var ki. En azından Budha yı eleştirmeye başlamadan önce sözün üzerinde biraz düşünseydin. Bence Budha'yı hafife alıyorsun. :(
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Haccecan:
Bilmediğim çok şey olduğunu biliyorum. Bildiklerimle Budha'yı da eleştirebilirim senide. Bu beni bilgi ve öğrenmeye götürür. Cahilliğimin yüzüme vurulması ve eleştirdiğim için suçlanmak bilgiye ulaşmam önünde ki engeller. Engeller ise aşılmak için varlar.
Budha senden daha hoşgörülü.  Onu eleştirdim diye hiç sesi çıkmamıştı :))) 
 Budha'yı eleştirmek, onun düşüncesi üstüne fikrimi beyan etmek; Budha'nın söylediklerini düşündüğüm anlamına gelmiyor mu? Yazdıklarım hakkında fikrini söylememen ve bilmediğimi beyan etmen yazdıklarım üstüne düşünmediğinin kanıtı. 
Ben Budha'yı değil, sen beni hafife alıyorsun...
------------------------------------------------------------------------------------------------------------ 

Karadeniz:
Yüzyılların bilgeliği karşısında hemencecik yoruma varılmaz. Öyle herşeye ve herkese karşı aklında eseni dile getirmek bilgi arayışı da değildir. Öğrenmek için önce iyi dinlemeli sonra dinlediğini harmanlamalı ve hayat ile yüzleştirmelidir. Ayrıca ben kimseye cahil demedim. Sürekli demediğim şeyler yüzünden ima ediyormuşum bir anlam çıkartarak itham edilmekte hoş olmuyor. :(((
Benim ima etmek bir huyum yoktur. Bunu en iyi sen bilirsin. Birşey diyeceksem derim. Birisinin cahil olduğunu düşünüyorsam ona cahil derim.
Ve benim lügatımda; öğrenilmesi gerekilen şeylerin çok oluşu o kişinin cahil olduğu anlamına gelmez. :((
Zira; herkesin bilgili ve bilgisiz olduğu konular vardır. Herkes her konu hakkında herşeyi bilemez zaten.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Haccecan:
Aynı dili konuşmamanın sonuçları bunlar.
Senin imâ etmek gibi bir huyun var o konuda yanılıyorsun.  Bunu en iyi ben bilirim. Genel konularda imada bulunmuyorsun, genel konularda çok okuduğun ve araştırdığın için bilgi seviyen bir çok insana göre bir hayli fazla. Genel konularda imâya gerek duymuyorsun bu yüzden. Bilgin çok olduğu için kendine olan güveninde çok fazla.  Kendine güvendiğin için bu konuları konuşmayı başlatıp bitirmek senin elinde oluyor. Genel konularda iddalısın ve gözükara tartışmaya girebilirsin. 
Özel konularında ise kendine güven ve rahatlık konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Özel konularda rahat değilsin, genelde susmayı tercih ediyorsun. Konuştuğunda ise imâ dilini kullanıyorsun. Özel konularına genel cevaplar veriyorsun.  Özelde ben, biz kelimelerini bile söyleyemiyorsun.
İşin tuhaf tarafı ne biliyor musun? Yaptığımı söylediğin her şeyi kendinde yapıyorsun. Sende söylemediklerimi söylemişim gibi imâ ediyorsun. İmâ dilini kullanıyorsun ama imâ dilinden anlamıyorsun. İma dilini kullandığın için demek istemiş olabilirsin diye demediğin şeyleri söylemişsin gibi varsayıp ona göre cevap veriyorum. Kısaca bulmaca çözmek zorunda kalıyorum. Sana göre yanlış cevap verdiğimde (bulmacayı yanlış çözdüğümde) ise (kendime göre hep doğru cevap veriyorum sen yanlış düşünüyorsun dediğinde içimde bir hayal kırıklığı yaşamama neden oluyorsun) seni yanlış şeylerle ithâm ettiğimi veya o konuda yanlış olduğumu söyleyerek sert bir tepki veriyorsun. Bu seferde sana karşı haksız ve yanlış davranmışım gibi hissetmeme neden olup suçluluk hissetmeme neden oluyorsun. Suçluluğun devamında ise içimde bir çatışma başlıyor. Kendimi cahil, bilgisiz hissediyor sana karşı aşırı tepki vermişim duyguları sarıp sarmalıyor beni. (Bana cahil demedin ama cahil dediğini ben nereden çıkarttım açıkça anlatabildim mi :)))))) Devamında ise kendimle çatışmama neden oluyorsun; kendimle sürekli savaşamayacağıma göre bu sefer Mitolojik kahraman Karadeniz'le tartışmaya başlıyorum :)))) (Bayanların alakasız şeylere sert tepki vermesinin temelinde ne yatıyor umarım bunuda açık anlatabilmişimdir, daha öncesinde bir konuya ya kırılmış yada gücenmiştir yada onu anlamadığını düşündüğünden huysuzlanmıştır Bkz BUKÇE dili.)
İletişim konusunda zorlandığım insanların başındasın. Seninle iletişim kuramamak şu an için önümde büyük bir engel. Bu engeli öyle yada böyle aşacağım, aşamazsam kendimle yine çatışacağım :))))
Tabi bu içimde yaşadıklarımın seninle hiç bir alakası yok. Sonuçta ise kendim yazıyorum, kendim çiziyorum kendim oynuyorum. Karadeniz ise haklı ben haksız oluyorum :)))))
İşin özeti bu :))))
Biliyorum benimle bir konu üzerinde sabit konuşmak, dallandırıp budaklandırmadan konuşmak çok zor. Biliyorum kafama sert bir cisim vurup seni benimle uğraşmak zorunda bırakmamam gerek. Ama henüz zamanı değil.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------
06 Nisan 2010

15 Şubat 2011 Salı

Milattan 11 gün sonra


Haccecan: Günaydın. Biraz vaktin var mı?  Bir şey söylemek istiyorum.
Karadeniz: Günaydın Haccecan.
Haccecan: Mail yazıyordum sana ancak geldiğine göre burdan yazayım dedim.
Karadeniz: Ne demek senin için her zaman var. 
Haccecan: Dün 5 satır yazdıysan bana bir satırı ulaştı. Konuşma geçmişi gmailde kayıt edilmiş ne dediklerini tam olarak şimdi gördüm.
Karadeniz: Genel de gmail yapar.
Haccecan: Yazdıklarının hepsini görebilseydim cevaplarım daha farklı olurdu. Genelde atmıyor bana. Birincisi; duygularımı açığa çıkartmayı hiç düşünmüyordum. Çünkü senin farklı hiç bir yaklaşımın olmamıştı o konuda hata ettim bunun pişmanlığını yaşıyorum.
Karadeniz: Pişmanlık duyacak bir şey yapmadın.
Haccecan: Ancak duygularımın tek taraflı olduğunu hiç hissedemedim. Hissettiklerim sayesinde içimde bu kadar büyüdü sanırım. Ben belki öyle algılamışım, yanlış algılamış olabilirim. Ancak iki kişiden de benzer şeyleri duyunca "acaba?" demeden de geçemedim...
Karadeniz: Sen pişmalık duyarsan bende duyarım.
Haccecan: Karadeniz bir şey yazma ilk önce ben içimdekileri yazayım. Şu konuşma aşamasına geçebilmek  bile bence büyük başarı.
Karadeniz: Tamam
Haccecan: Konuşabiliyoruz artık. Senaryo yazmıyorum. Seni tanıyorum bu konuda iddalıyım. Dünkü konuşmamızda arkadaş olarak yaklaştığım bayanlar sevgili arıyor, sevgili olamayacağımı hissettirdiğimde araya duvar çektiğimde ise arkadaşlıklarını bitiriyorlar kendilerine erkek arkadaş arıyorlar dedin. Ancak bu konular senin için açmaz, kişiliğinde aşamadığın bir konu. Bunu kendin söylemiştin. Kardeş ve arkadaş dışında karşı cinse yaklaşamıyorum demiştin. Bu konuyu kendi içinde açıklığa kavuşturman gerek bence.  Kızlara sevgili olarak yaklaşamıyormusun yoksa karşılıklı sevgili gibi hissettiğin kızlar senden arkadaşlık dışında bir tepki gelmediği için senden hayır gelmez düşüncesiyle başka erkek arkadaş bulup sende duygusal bir yıkımamı neden oluyorlar? İlk önce bunları açıklığa kavuşturman gerek. 
Kendimle ilgili bir kaç şeyde söylemeliyim. Günü birlik ilişkiler arayan bir insan değilim hiç bir zamanda olmadım. Erkeklerle iş ortamında olsun sosyal ortamda olsun daima ilişki içerisindeyim. Şimdiye kadar erkekleri gözleme ve tanıma şansımda oldu. Erkekleri az çok tanıyorum. Kadınlara yaklaşımlarını, olaylara karşı tepkilerini, davranışlarını, davranışlarının altında yatan sebepleri anlayabiliyorum. Kimin bana arkadaş olarak yaklaşıp kimin duygusal bir şeyler hissettiğinide anlayabiliyorum.
Karadeniz: Buradayım.
Haccecan: Tamam sen oku bir kaç şey daha yazmaya çalışıyorum. Kendimi tam olarak ifade etmeye çalışıyorum. Sonra sözü sana bırakacağım. Yetiştirilmemde ki eksiklikler yönünden ilişkiler yönünden hiç başarılı değilim. Kendime çizdiğim kurallar ve yaşadıklarımın etkisiyle duygularımı hiç bir zaman açığa vuramadım. Açığa vuramadığım duygular ise beni daha kötü buhranlara sürükledi. Daha kötüye sürüklendiğim halde ise güçlü görünme çabamda hiç bir zaman değişiklik olmadı. Erkekler açısından hep ulaşılamaz ve zor kadın oldum. Senin dünkü beyanlarını göz önüne aldığımda senin arkadaşça yaklaşımlarını ben sevgili olarak algıladım ve duygularımı açmış bir konuma düştüm. Şu durumda senden yüz bulamayacağım içinde bu arkadaşlığı bitireceğim için daha çok üzüldüğünü beyan ettin. Olayı bir tek kendi bakış açımla değerlendirebilirim.  Sana karşı duygularımı ifade edebilmek benim kendi kişiliğimde aşamayacağım dağları aşmam anlamına geliyor. Hayat bundan sonra benim için daha kolay olacak. Senin açından değerlendirdiğimde ise kendi içinde çelişkiler yaşadığını söyleyebilirim. Sevgisini ilan edip yüz bulamayınca küsen bir arkadaş durumuna düşmeyeceğim. Arkadaşlığımızı bitirmeyeceğim bu konuda üzülmene gerek yok. Aksine kendi içimde bir sorunu halletmeme yardımcı olduğun için teşekkür ederim. Dinlediğin ve benimle konuştuğun için. Ama bir konuda hala ısrar ediyorum. Tek taraflı hissetmediğimi hissediyorum. Eğer bu konuda doğru düşünüyorsam, kendi içindekileri açığa çıkarmaman, içinde farklı şeyler hissedip dilinden farklı kelimeler çıkıyorsa kişiliğinde aşamadığın o dağı hiç aşamayacaksın.
Yukarda yazdıklarım benim hissettiklerim, yanılma ve hata payı var. Doğrunun ne olduğunu ancak sen biliyorsun. Bitti gözün aydın :) 
09:53 Karadeniz: Bir Dakika
10:10 Karadeniz: "Dünkü konuşmamızda arkadaş olarak yaklaştığım bayanlar sevgili arıyor, sevgili olamayacağımı hissettirdiğimde araya duvar çektiğimde ise arkadaşlıklarını bitiriyorlar kendilerine erkek arkadaş arıyorlar." İfade tam böyle değil ama böyle de denebilir. Ha ahmet kel, ha kel Ahmet... Aradaki fark ise duvarı ben değil onlar örüyor. Ben zaten hep seviyemi ve mesafemi arkadaşlık çerçevesinde koruyorum. Aslında korumuyorum da gerçekten arkadaşım. Arkadaş olarak arkadaş gibi davranmam doğal. Yani arkadaşlığı onlara ulaşmak için kullanmıyorum. Başkaları öyle yapıyor olabilir ama işte ben yapmıyorum. Hislerine gelince; hissettiklerin doğru. 10:14 Ben sevmediğim bir insanla zaten arkadaşlık etmem ki... Ve ne hissetiysen o doğru. Bu konuda yanılmıyorsun. Fakat bu hislerinin yanına benim davranışlarımı, sana yaklaşımımı da koyarsan yazdıklarımı daha iyi anlarsın. 10:17 Benim bayanlara karşı hislerimi arkadaşlık seviyesinden öteye taşımamak gibi bir sorunum olmadığı kanaatindeyim. Ama öyle görüyorsan bu konuda savunma yapmayacağım.
10:18Haccecan: Yazdıkların yine gelmiyor sanırım.
Karadeniz:  :( 10:19 Bu işi akşama ertelesek. Şu an çıkmak zorundayım.
Haccecan: En son ne yazdın?
Karadeniz: Burada bir sürü şey hem dikkatimi dağıtıyor hemde çıkmalıyım.
Haccecan: Yazdıklarını mail at. 10:20 Bir şey gelmedi ki bana hep çıkıyorum derken yazdıkların geliyor :(((
10:22 Bu gmail yakmalı, küllerini savurmalı. Bir şey yazıyormusun şu anda?
02.04.2010

*Kırmızı ile yazılmış diyaloglar bana ulaşmayan yazılar.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Milattan 10 gün sonra...


Duygularımı açıkladıktan 10 gün sonra Karadeniz'le aramızda geçen bir diyalog. Bu 10 gün süresince Karadeniz tek bir kelime bile konuşmadı benimle. 

16:29 Karadeniz: Haccecan nasılsın? Mesaj yazmışsın ama ben burada değildim.
16:30 Haccecan: Merhaba. İyiyim sağolasın. Bende yazmayınca susmak istiyor herhalde diye düşünmüştüm. Sen nasılsın?
Karadeniz: Yeni ofisin tadilat işleri için diğer taraftaydım. Yorgun ve bitkinim. Hiçç birşey yapasım yok ama bedeni sürüklüyorum işte.
Haccecan: herşey üst üste geliyor demi?! Bir şey olmaz aşarsın.
16:32 Karadeniz: Ay sonu ofis işleri. Bir kaç gece sabahlayınca sanırım cereyanda da kaldık, hırpaladı biraz. Neyse alçısını çektirdik, kağıt kaplanacak. Boya ve parkeden sonra mobilyalar gelecek. Elektrik alt yapısı montajı var. Ha bir de fayans derken bitecek gibi.
Haccecan: Biter biter... İşlerin tamamını düşünmek ağırlık yapar. Günlük yapılacak işleri düşünmek gerek. Kendim için öyle yapıyorum.
16:35Karadeniz: Ben onu da yapmıyorum ama bir güne yapılacak işler zor sığıyor. Sanırım yaşlandım artık! İhtiyarlık başa bela! Meydanı gençlere bırakıp jübile mi yapsam diyorum?
Haccecan: Olduğun yaşta değil hissettiğin yaştasın demişler. Öyle hissediyorsan yaşlısındır. Hissetme konusunda senden daha yaşlı hissediyorum.
16:37Karadeniz: Yaaa kesin öyledir. Bahar havası çarptı galiba. Bahar yorgunluğu mudur nedir?! Olduğum yere yığılacağım neredeyse! :(
Haccecan: Psikilojik olarak nasılsın? Asıl önemli soru o.
16:40Karadeniz: Yaşlı. İhtiyar. Bitmiş. Tükenmiş. Nasılsa öyleyim! Sanki dünyada herşeyi milyon defa yaşamış gibiyim.
Haccecan: Geçmiş hayatlarını hatırlayan insanlara ne diyorlardı? Yoksa sende öyle misin?
16:42Karadeniz: Daha öncesini sonrasını bilmiyorum. Ama bu kadarı bile yetti.
Haccecan: Bahar mevsiminden, inşaattan sorumlu değilim ama senin ruh halinden bende sorumluyum. Kendi adıma sebep olduklarım için özür dilerim arkadaşım. Yoksa sende biliyorsun ki sen ihtiyar da değilsin, bedenen çökmüşte değilsin. Ruhende içinde fırtınalar kopuyor. Benim dışımda şeyler bunlar. Kendini yaşlı ve yorgun görmek istiyorsan elimden bir şey gelmez. Ama öyle değilsin. Kendini o ruh haline sokmak istersen bu senin kararın.
16:47Karadeniz: Bilmiyorum. Bakacağım.
Haccecan: Biliyorsun. Her şeyin cevabını verebiliyorsun. Kendinle ilgili sorunlara ve sorulara nasıl böyle kayıtsız kalıyorsun anlamıyorum!
16:48Karadeniz: Çelişki cevabın olmaması değil. Cevaplar hep var. Mesele cevapların getirdiği duygusal yükler. Gelecek ile ilgili bağlayıcı kararlar vermeyi uzun zaman önce bıraktım. Şimdi bu saatten sonra aldığım kararı değiştirmek; geçmişle tekrar tekrar yüzleşmeme neden oluyor ve kendime yakıştıramadığım bazı sıfatlar üzerime yapıştırıyor.
16:53Haccecan: Ne gibi? Likya yolunda çadırda sohbet ederken bir söz söylemiştim sana. Bir tahta oturmuşsun, o tahtan inmen gerek! İçin dışın bir değil. İçim dışım aynı diyerek kendini kandırmayı bırakmalısın ilk önce. Karar vermekten ve verdiğin kararların sonuçlarına katlanmaktan da korkuyorsun. Bilmiyorum söylediklerinin yanlış bir tarafı yok gibi ancak genele baktığımda yalnış bir şeyler var. Şahsına eleştiri yapmak istemiyorum. Ancak ben niye hep yardıma ihtiyaç duyan Karadeniz'i görüyorum. Kendini ezip geçemeyen, gururlu, hata yapmayı göze alamayan, sert kabuklu bir Karadeniz. Aslında sert de değilsin. Mesafe koymak istediklerine böyle davranıyorsun.
16:58Karadeniz: Ben insanları gerçekten seviyorum. Doğayı, hayvanları da... Ama gerçekten seviyorum; dilin ucu ile değil... İçim dışım her şeyim olduğu gibi. Herkesin yardıma ihtiyacı vardır Haccecan. Ama ben yardım dilenmiyorum. Yardıma ihtiyacım bile olsa devam etmeyi prensip edinmişim. Çünkü herkesin yardıma ihtiyacı var.
17:00Haccecan: Biliyorum. Bunlar benim hissettiklerim. Yoksa seninle dile getirdiğimiz hiç bir şey yoktu.
Karadeniz: Bu ister istemez beni farklı kılıyor. Ama ben fark yaratmak için gayret içinde olan senin dediğin gibi tahta oturmuş birisi de değilim. Aksine kendim basit sıradan ve her an ölecek biri olarak görüyorum. Onun için telaşsız sakin ve dingin bir hayatı seçiyorum.
17:02Haccecan: Tahtan kasdettiğim şey kendini ezip geçememen. Yıllar önce aldığın kararları uyguluyorsun, bunları uygulamayı bırakırsan kendine ihanet etmiş gibi göreceksin kendini. Karşı geldiğinde ihanet ettiğin ve seni cezalandıracak bir kral Karadeniz var içinde. Ondan korkuyorsun.
17:03Karadeniz: Kendime değil sadece başkasına da ihanet etmiş olacağım.
Haccecan: Sakin ve dinginlik konusunda da haklısın. Bu sakinliği ve dinginliği bırakıp bilinmez bir hayatı da istemiyorsun. Bir yanın ise istiyor aşmak istiyor. Sen iki kişi olarak tanımlanabilirsin ancak. Birinci sen gözükara ikinci sen sakin ve dingin. Kendimle mücadeleyi bırakmak için sana itirafta bulundum. Kendinle mücadele edesin diye değil. Senin oturduğun taht gibi bende bir tahta oturuyordum. O tahtan indim artık. Kendime verdiğim sözler, kendime çizdiğim çizgiler ve kendime koyduğum kuralları yıktım.
Karadeniz:!!!
17:10Haccecan: Bundan sonrası benim için daha kolay. Senin için kolay olması içinde herşeyi yaparım. Hayatının içinde olma zorunluluğum yok. Beni kendine yük edinme sakın.
17:12 Karadeniz: Sana haksızlık yapmam istemem Haccecan. Değer verdiğim insanları yitirmek gibi acı bir kaderim var...:( Onun içim kimseye olduğum gibi davranmamaya hatta uzak durmaya çalışıyorum..! Bunlar kibirli kelimeler gibi gelebilir.
Haccecan: Hangi kelimeler?
17:14 Karadeniz: Hep yaşadıklarım aynı. Okulda üniversitede mahallede...
Haccecan: Gönül ilişkileri konusunda mı? Kızlar sana teklif ediyor ama sen mi pas vermiyorsun? :)
Karadeniz: Senin dediğin gibi kendimi herkül zannediyordum. 17:15 Benim gönül işim iki defa oldu...17:16 Birinde o beni sevmiyordu. O zaman çok gençtim. Diğerinde ben tam bir salaktım. Senin dediğin gibi kendimi herkül zannediyordum. 17:18 Arkadaşlarıma sevgili gözü ile bakamıyorum. Ama kızlar sevgili olabilecekleri erkeklerle arkadaşlık yapmak istiyorlar. :( Ben iki arada bir derede kalıyorum. Bunu böyle söyleyince
Haccecan: Çok yavaş yazıyorsun. Karadeniz hala rahat değilsin. Hala çekinerek yazıyorsun.
Karadeniz: O eski candan arkadaş gidip yerine mesafeli herkes gibi biri geliyor. Bunu o kadar çok yaşadım ki...17:19 Arkadaşımdan da oluyorum.
Haccecan: Tahmin ediyorum.
Karadeniz: Sonra o arkadaş gidip kendine bir erkek arkadaş buluyor. Artık selam bile vermez oluyor. Yani kızlar arkadaşlığı yatırım aracı gibi görüyor sanırım.
Haccecan: Kaçan kovalanır. İlk önce ilgi gösterip bayanların dikkatini çekiyorsun, sonra ilgilendiklerini anladıklarında araya mesafeyi koyuyorsun. Kibirli ve ulaşılamaz göründüğün için sana ulaşamayacaklarını anladıklarında kendilerine başkalarını buluyorlar.
Karadeniz: Öyle olmuyor ama!
Haccecan: Nasıl oluyor?
Karadeniz: Olsa bile insan arkadaşını kaybetmek ister mi?
Haccecan:?
?
?
Karadeniz yedin ömrümü...
Karadeniz: Belli bir yaştan sonra bu durum gittikçe daha ağır gelmeye başlıyor. Haccecan sana haksızlık yapmak istemem. Aynı şey şimdide olacak ve ben sevdiğim bir arkadaşımı kaybedeceğim. Belli bir yaştan sonra bu durum gittikçe daha ağır gelmeye başlıyor. 17:24 Haccecan sana haksızlık yapmak istemem.17:25 Mükemmel bir insansın. Fakat benim için artık gerçekten çok geç.
Haccecan: Nasıl bir haksızlık?
Karadeniz: Keşke sana istediğin cevabı verebilseydim.
Haccecan: Bana olumlu cevap ver diye bu konuşmaları yapmıyoruz. Rahat ol. Konuştuğun için sağol. Konuşmasaydın ömür boyu içimde bir sızı olarak kalacaktın ve en azından usülünce ve kırmadan söylüyorsun.
17:30 Karadeniz: Aslında kırmamak korkusu değil bu kaybetmek korkusu.
Haccecan: Varmı başka bir diyeceğin? Ben çıkıyorum Karadeniz.
 
*Kırmızı ile yazılmış diyaloglar bana ulaşmayan yazılar.
01.04.2010

12 Şubat 2011 Cumartesi

Milat'tan bir gün sonra...


Günaydın Karadeniz
Dün sana açıldıktan sonra omuzlarımdan bir sürü yük kalktı. Kendi kişiliğimde aşamayacağım bir dağı aştım. Kendimi çok özgür hissediyorum. Sıra seni özgürlüğe kavuşturmamız gerek Karadeniz. Sadece duygularımın bir karşılığı var mı yok mu onu bilmek istiyorum. Şu aşamada senden hiç bir beklentim yok.Senin omuzlarında ki yükünde farkındayım.
Düşünmek için istediğin zamanda içerisinde beraber düşünsek olmaz mı? Bütün korkularını, kaygılarını, içinde ne varsa yaz bana.
Dün sana açılmadan önce bir arkadaşımla aramızda bir sohbet geçti. Bu arkadaşla yaşanan sohbetten bazı kesitleri aşağıda yazılı. Bu sohbetten sonra sana duygularımı ifade edebildim. Bana etkili olursa sanada etkili olabilir diye düşündüm...
Arkadaş: S.A. Haccecan
Haccecan: Aleyküm selam. Nasılsın Arkadaşım?
Arkadaş: Sağol canım. İyi çok şükür. Sen nasılsın?
Haccecan: İyiyim çok şükür. Bildiğin gibi.
Arkadaş: Haddim değil belki ama sana facebook da ki hissettiğim bi durumu çıtlatayım. Sakın kızma ama bana.
Haccecan: Yok kızmam. İçinde ne varsa söyleyebilirsin?
Arkadaş: Karadeniz diye bi arkadaşın varya; evli mi?
Haccecan: Hayır bekar. Neden ?
Arkadaş: Sana karşı bişeyler var gibi sanki. Ya da ben öyle hissettim.
Haccecan: Bunu söyleyen ikinci kişisin.
Arkadaş: Ciddi mi?
Haccecan: Nerden öyle hissettin?
Karadeniz: O kadar farklı geldi ki. Çok dikkat çekici.
Haccecan: Nasıl anladın?
Arkadaş: Seni facebooka eklediğimden beri farkındayım. Ama sana söylesem mi söylemesem mi ikilemde kaldım?!
Haccecan: Arkadaş benim arkadaşlıklarımda dikkat ettiğim bir şey vardır o da samimiyet. İnsanlara karşı ne hissedersem ne düşünürsem bunu yüzlerine söylerim. İnsanlarında aynı şeyi yüzüme söylemesini beklerim. Arkamdan konuşulmasındansa yüzüme söylensin isterim ne kadar kötü olursa olsun. O yüzden yüzüme söylemekle en doğru şeyi yaptın.
Arkadaş: Zaten başkasına bahsetmem. Dikkatimi çekti. O yüzden söylemek istedim.
Haccecan: Nerden anladın, nasıl hissettin?
Arkadaş: Var bişeyler derin bişeyler gibi sanki.
Haccecan: Onun bana dile getirdiği hiç bir şey yok. Ne yazıyorsa orada yazıyor.
Arkadaş: Birşeyler var hem de farklı bi mesafe var. Tecrübe diyeyim. Bazı erkekler korkuyolar. Direk söylemekten. Ya da belli etmekten. Ne kadar mesafeli olsa da yazdıkları kendini ele veriyo bence. Sen daha iyi anlarsın ama. Yüz yüze olunca daha belli olur. Korkuyor belki de sana açılmaya.
Haccecan: Bilmiyorum. Benimde mizacım serttir biraz.
Arkadaş: O senden daha sert emin ol. Başka biride benim gibi düşündüyse mutlaka bişey vardır. Koruyucu bir kabukla kaplı gibi.  
Haccecan: Yani seni Allah konuşturuyor galiba. Bu sözleri söylemenin zamanını bir bilsen! Şu anda ve şu zamanda niye dile getirdin çok merak ettim.
Arkadaş: Valla. Hayatta tesadüf yoktur. Bir şeyler beni harekete geçirdi sanırım.
Haccecan: Galiba.
Arkadaş: Diyorum ya seni facebooka eklediğimden beri çok dikkatimi çekti. Öyle böyle değil bak bir sürü insan yorum yazıyo ama o mutlaka var ve farklı. Diğer yazanlar gibi değil. Öbür arkadaşın da aynı yorumu mu yaptı? Aynı mı hissetmiş?
Haccecan:  Benzer şeyler söyledi. Seninle açık konuştuğum gibi konuşamadım. Kestirmeden aldım. "Yo arkadaşız" dedim. Bende senin gibi düşünüyorum ancak ondan farklı bir yaklaşım gelmediği için arkadaşım diyorum.
Arkadaş: Onu çözmek lazım. Ama nasıl? Farklı bi tip.
Haccecan: Çok farklı.
Arkadaş: Kızma bana sakın diyorum ya haddimi aşacağım diye korkuyorum ama aslında ikinizde de aynı hisler var gibi. Sende ona karşı daha hassas gibisin. Herkese yazıyorsun ama ikiniz de farklı bi tılsım var gibi.
Ben sadece hissettiğim şeyi yazıyorum canım. Sakın kızma.
Haccecan: Kızmıyorum Arkadaş. Gerçekten.
Arkadaş: Strese girdim. Yazarken.
Haccecan: Ya saçmalama. Ne düşünürsen açıkca yaz. Rahat ol.
Arkadaş: Tamam relax. Bende böyle bişey yaşamıştım. Eğer bişey hissediyosan kaybedince çok kötü oluyor. Erkekler içine dönük olunca çok zor.
Haccecan: Sen ne yapmıştın?
Arkadaş: O da böyle mesafeliydi. Belli belirsizdi. Aslında belliydi ama ben yok canım diyodum hep. Ama bende ona karşı çok farklı hissetmiştim. O söylemeyince normal arkadaş gibi devam etmişti. Benim olduğum ilçe daha küçük ve daha dedikoducuydu. Herkes bizi tanıyordu. O yüzden çok dikkat ettim öylesine bişey olsun ve bitsin istemedim. Onun arkadaşı beni seviyordu, benim ev arkadaşım da onu. Aşk dörtgeni.
Haccecan: Oooo....
Arkadaş: O yüzden ikimizde bastırdık bi süre. Ama belli oluyo Haccecan. Hissettiklerim doğruymuş. O yüzden sana söylemek istedim. Karşı tarafın hisleri de bana karşı aynıymış. Sonra o arkadaşı üzülecek diye uzak durdu. Bende öyle yaptım. Küçük yerlerde biri atanır hemen bekarlar sahiplenir şu benim bakmayın diye
Benim talihsizliğim o noktada başladı.
Haccecan: Hiç dile getiremediniz mi yani?
Arkadaş: Dile geldi bi zaman sonra ama öbür arkadaşlar cesaretlendirmiş onu. Yoksa söyleyemezdi eminim. Sonra ben ev arkadaşım darılmasın diye kabul etmedim. Bir süre aynı ortamda hiç bulunmadık. Sonra dayanamadık ikimizde.
Haccecan: Ev arkadaşın çok mu seviyordu onu?
Arkadaş: Ya ev arkadaşım aşırı kiloluydu ve aynı yerde görev yapıyolardı. O platonik takılıyordu. Kilodan dolayı çok kompleksliydi. O arkadaş ondan hiç hoşlanmıyordu. Terbiyesinden birşeyde diyemiyordu.  Ev arkadaşım resmen gözle, sözle taciz ediyodu. Bir bayana da yakışmıyor aslında. Aralarında birşey olacak gibi değildi. 
Haccecan: Keşke arkadaşın üzülecek diye red etmeseydin...
Arkadaş: Bir de arkadaşım biriyle başlayayım da kim olursa olsun. O kafadaydı ama onun tipini beğeniyordu.  Sonradan çok pişman oldum. Amaaaaaaan.  Nasip değilmiş.
Haccecan: Şu an hala o pişmanlığı hissediyor musun?
Arkadaş: Uzun bir süre hissettim ama eşimi çok seviyorum.
Haccecan: Böyle gönül acısı çeken o kadar çok insan var ki... Ruh eşini bulupta kaybeden, gururdan, ebeveynlerin engellerinden, yetiştirilmedeki yanlışlarımızdan kaynaklanıyor hep.
Arkadaş: Evet hakkaten ruh eşimdi. Aynı düşünüyorduk, aynı hassasiyetteydik. Haccecan eşimden razıyım çok şükür. Seviyorum. Oğlum ve eşim benim herşeyim. Diğerinden sadece acı ve kırıklıklar kaldı. Sende seviyosun değil mi? 
Haccecan: Bunu kendime ilan edeli çok oldu. Ama bu işler tek taraflı olmuyor malesef. Ondan bir adım gelmeyince bende bir adım atamıyorum. 
Arkadaş: Karadeniz'in tavırlarını en iyi sen anlarsın. Beraberken anlarsın bakışından tavrından. Ne zamandır tanıyor seni? Acaba tanımak için biraz daha mı zamana ihtiyacı var?
Haccecan: İki senedir.
Arkadaş: Bayada olmuş.
Haccecan: Çözemiyorum onu.
Arkadaş: Ben sizi yanyana görsem kesin söylerim sana. Ama sanırım Ankara' da
Haccecan: Evet
Arkadaş: Gerçi görmeden de belli yazdıklarından.
Haccecan: Yazdıklarından hangi cümlesinden anladın bunu..
Arkadaş: Kabul etmeyeceğini mi düşünüyo acaba?! Yazdığı herşeyden belli bence. Hemen hemen tüm resimlerine yorum yapıyor ve dokundurmalar var. Diğer erkek arkadaşlarının yazdığı gibi değil. Yazdıklarına alınganlıklar yapıyor. Normal bi erkek böyle davranmaz.
Haccecan: Diğer arkadaşlarına da benzer yorumlar yapıyor. Bana çok tuhaf gibi de gelmiyor. 
Arkadaş: Çok ilgili. Bence senin tepkinden korkuyor. Ortak arkadaşın yokmu? Onu çözebilecek biri. 
Haccecan: Yok valla bu Ankara'ya gidişimde çalıştığı iş yerine gittim, çalıştığı arkadaşlarıyla arkadaş bile oldum. Hepsiyle facebookdada arkadaşız, kız kardeşiyle arkadaşız. Kimsenin bir şey dediği yok bana. Hani birine çıtlatsa,  aracı olsa; oda yok!
Arkadaş: Ama hayatında biri de yok di mi?
Haccecan: Bildiğim kadarı ile yok!
Arkadaş: Sadece facebookdan mı görüşüyor? Aramıyo mu? Ne bilim msn den yazmıyor mu?
Haccecan: Hayır. Ayda bir iki kere gelir, Türkiye'nin sorunlarından vs genel konuları konuşuruz.
Arkadaş: Buraya mı geliyo?
Haccecan: Msn ye...
Arkadaş: Oy bıraksın Türkiye'yi. Konuşarak çözsek ülkemizin halini... Seni çok mu ciddi buluyo acaba?!Şakaları bile temkinli. Ama seninde onunda hisleri aynı bence. Yazışmalarınızdan belli oluyor. Sende de onda da bişeyler olduğu. Karşılıklı latifeler. Ben sana benim yaşadığımı sende sonradan üzülme diye anlattım.  Yoksa benim için çok gerilerde kaldı.
Haccecan: Anladım teşekkürler..
Arkadaş: Bir fırsat elinden kaçınca ikincisi de kaçıyor. Yakalayamıyorsun. Devreye başka şeyler giriyo sonra nasip diyorsun. Görünce utandığım, içime bi sıcaklık düşüren, görmeyince duramadığım, karşılıklı hissedince ayrılmak acı oluyor. Eğer gerçekten seviyosan sen belli et. Gurur yapma  Olmazsa zaten olmaz. Direk söyleme belli et. Acaba çok sevdide unutamadı mı ya da tekrar kaybetmekten mi korkuyor?
Haccecan: Senin burcun ne Arkadaş?
Arkadaş: Yengeç
Haccecan: Önsezilerin çok kuvvetli.
Arkadaş: Hemde süzme. Bak seni anlar da teklif etmezse zaten kaybedeceğin bişey yok. Yoluna bakarsın. Belki başka birilerini erteleyeceksin. Hayat çok kısa. Sen kendini güzel ifade edebiliyorsun.
Haccecan: Arkadaş cuma günü bir şiir yazıp gönderdim ona. Üstüne bile alınmadı. Anlamıyor!
Arkadaş: Onun baş harfleriyle yaz. Anlamıyorsa anlatmak lazım demek ki. Daha açık. Cesaretsiz galiba. Korkak bu konuda. Pasif. Çok sevip ayrılmış mı anlattı mı bişeyler?
Haccecan: Bunu da ben kabul edemiyorum. Beni hiç mi tanımadı, hiç mi anlamadı? Sandığından çok daha fazla birbirimizi tanıyoruz, biliyoruz.
Arkadaş: Senin söylemeni mi kabul edemiyorsun?
Haccecan: Ömür boyu kendimi anlatamam.  
Arkadaş: Tabi canım. 
Haccecan: Sevseydi o fırsatı çok verdim.
Arkadaş: Beklemezsin ya insan mutlaka anlar. Gayet zeki birine benziyor.
Haccecan: Anlamazlıktan geliyorsa yapabileceğim bir şey yok! Çokkk. Tahmin ettiğinden çok daha zekidir. Bu konuşmalar aramızda kalacak değil mi?
Arkadaş: Tabi canım.
Haccecan: Özelimi herkesle paylaşmayı sevmiyorum.
Arkadaş: Diyorum ya ben sana ne söyleyip başlayacağımı bilemedim. Çünkü yazdıklarınızdan seninde onunda bişeyler hissettiğinizi anladım. Ama bunu sana nasıl ifade edeceğimi bilemedim. Çünkü tepki de gösterebilirsin. En doğal hakkın. Sana söyleyemezken başkasına nasıl söyleyeyim? Ben epeydir farkındayım ama benim bişeyler söylememin edepsizlik olur diye düşündüm önce.