Sabah işe gitmek için yolda giderken arkamdan “hanım efendi!... hanım efendi “ diye birisi seslendi. Durdum ve sesin geldiği yöne doğru baktım. Yanıma doğru lila renkli bir gömlek ve siyah bir pantolon giymiş bir beyefendi gelmeye başladı. Ben ; “yine bir vatandaş sigara ile ilgili ya bir şey soracak ve ya bir şey isteyecek herhalde” diye düşünürken, beyefendi bana doğru yaklaşmaya devam etti. Yaklaşırken gözlerimin içine bakmaya başladı. Hem yaklaşıyor hem bakmaya devam ediyor. Bu bakışlar hiç de normal değil! Yanıma geldiğinde durdu ve bakmaya devam etti. Bir iki saniye bakmış olmasına rağmen sanki saatlerce gözlerimin içine bakmış gibi hissettim. Bakma süresi uzadıkça gözlerimle adama “ne oldu? neden durdurdun?” sorularını sözsüz iletişimle sorup adamı konuşmaya zorladım. Beyefendi:
“Kusura bakmayın. Ben sizi sürekli yolda görüyorum” deyip bir süre sustu ve gözlerime bakmaya devam etti. Ben; “eee başka?” anlamında bir bakış daha attıktan sonra: “ sizinle tanışabilir miyiz?” diye sordu. Ben: “Siz kimsiniz?” diye sordum. İsmini vermedi. Eliyle ileri doğru gösterip “Ben şurada çalışıyorum” dedi. "Şurada" diyerek nereyi kastdettiğini ve kim olduğunu anlamadım. Bende: “Kusura bakmayın, yolda aldığım böyle tekliflere kapalıyım” deyip döndüm yoluma ve yürümeye devam ettim. Bu arada arkamdan “Kusura bakmayın” dediğini duydum ancak ona cevap vermeden yoluma devam ettim…
“Sabah sabah bu olayda neydi? Bu adam da kim? Şurada dediği yer neresi?” sorularını kendime sorup kendim cevap vermeye çalışırken, trafik ışıklarının oraya doğru yaklaştığımda hergünden farklı bir şeylerin olduğunu sezinliyordum ancak olaya bir anlam veremiyordum. Yürümeye devam ettim. Görüş mesafemi kapatan duvarı geçtiğimde bir transitin, bir kamyona çarptığı büyük bir trafik kazasının olduğunu gördüm. Polisler yolu kesmiş, ambulanslar yaralıları taşıyor, herkesin yüzünde acı ve hüzün dolu bir ifade var. Felaketlerde ellerinden hiçbir şey gelmesede orada “ah vah!, tüh tüh!” sözleriyle olaya aksiyon katan, yetkililerin işlerine engel olmakla kalmayıp, başka kazalarında yaşanmasına neden olan kuru kalabalığın bir parçası olmak istemediğimden yoluma devam ettim. Trafik kurallarına uymama konusunda ısrar ettikçe, acele edip, ayağımızla gaza basmakla kendimizi muhteşem! ölümsüz! sanmaya devam ettikçe bu kazalar yaşanmaya devam edecek. Üzüldüğüm şey, araçlarda ki suçu günahı olmayan insanların, şoförlerin hatasının bedellerini ödemesi. Bu trafik kazasında ki araçta tüm insanların yara almasına rağmen, 2-3 yaşlarında ki bir bebeğin burnu bile kanamadan kazadan 45 dakika sonra araç koltuğunun altında farkedilmesi ise anlayanlara çok şey anlatıyor. Tabi anlayana….
….
Köylere su verilen kaynak su deposunun kirli olduğu – kapalı bir mekanda tütün tüketildiği hakkında aldığımız ihbarları değerlendirmek amacıyla bugün yaylaya gittik. Su kaynağına ulaşmak hiç de kolay değildi. Araba yolu olmadığı için yürüdüğümüz yol kesilmiş ağaçlarla kaplı olduğu için hem yokuş tırmanıyor, hem koca ağaçların üstünden geçmeye çalışıyorduk. Su depolarını yapan inşaat işçilerinin nereli olduğu depolarının üstüne yazdıkları yazı ile anlaşılıyordu. Bitlis-Mutki.... Orada gerekli denetimleri yaptıktan sonra bay marifet abim, “biz çocukken kızlar bu otla ellerine kına yakardı” diyerek elime bir otu parçalayıp koydu. Bir elimle kına otunu tutuyorum, bir elimle fotoğraf makinasını. Zorla çıktığım yolu, daha zor indim…
Dönüş yolunda bir yayla evinde üzüm, karpuz, peynir, ekmekle karnımızı doyurduk. Bizi hazırlıksız yakalandığı halde evinde ağırlayan kadın; evine bizimle birlikte girmişdi. Otlattığı 5 ineğine ilk önce suyunu verip hepsini ahıra soktuktan sonra bizim karnımızı doyurdu. Eee misafir ineklerinden sonra geliyor tabi. Biz gidiciyiz, ekmek teknesi olan inekleri ise hem kalıcı hem yoldaşı…
Yol üstünde namaz kılmak için bir mescide giden Hocalı abim, mescitden cübbe ve fes giyerek çıktığında hepimiz gülmekten öldük. Üzerinde ki cübbe ve fes ile onun o halini ölümsüzleştirmek için fotoğrafını çektim ardından o cübbe ve fesi ben giyinip fotoğraf çekindim. Hoca Haccecan tarihe geçti böylelikle.. Öhöm öhöm…
Şoförümüzün 12-13 yaşlarında ki oğluda bizimle geldi. Arabaya binerken-inerken kapımı açıp-kapatan, fotoğraflarımı çeken bu çocuğu melek ilan ettim. Diğer beylere “bu çocuğu örnek alın” diye sıkı sıkı tembihledim. Kimse sözlerimi kaile almadı ama olsun. Çocukta olsa bir erkekte saflık, iyi niyetlik, kibarlık, saygı, masumluk, gözlerine baktığımda tebessüm etmesi, hörmetkar olması…Harika şeyler… Büyüdüğünde özünden ayrılıp klasik bir erkek olacak… Yazık…
“Kusura bakmayın. Ben sizi sürekli yolda görüyorum” deyip bir süre sustu ve gözlerime bakmaya devam etti. Ben; “eee başka?” anlamında bir bakış daha attıktan sonra: “ sizinle tanışabilir miyiz?” diye sordu. Ben: “Siz kimsiniz?” diye sordum. İsmini vermedi. Eliyle ileri doğru gösterip “Ben şurada çalışıyorum” dedi. "Şurada" diyerek nereyi kastdettiğini ve kim olduğunu anlamadım. Bende: “Kusura bakmayın, yolda aldığım böyle tekliflere kapalıyım” deyip döndüm yoluma ve yürümeye devam ettim. Bu arada arkamdan “Kusura bakmayın” dediğini duydum ancak ona cevap vermeden yoluma devam ettim…
“Sabah sabah bu olayda neydi? Bu adam da kim? Şurada dediği yer neresi?” sorularını kendime sorup kendim cevap vermeye çalışırken, trafik ışıklarının oraya doğru yaklaştığımda hergünden farklı bir şeylerin olduğunu sezinliyordum ancak olaya bir anlam veremiyordum. Yürümeye devam ettim. Görüş mesafemi kapatan duvarı geçtiğimde bir transitin, bir kamyona çarptığı büyük bir trafik kazasının olduğunu gördüm. Polisler yolu kesmiş, ambulanslar yaralıları taşıyor, herkesin yüzünde acı ve hüzün dolu bir ifade var. Felaketlerde ellerinden hiçbir şey gelmesede orada “ah vah!, tüh tüh!” sözleriyle olaya aksiyon katan, yetkililerin işlerine engel olmakla kalmayıp, başka kazalarında yaşanmasına neden olan kuru kalabalığın bir parçası olmak istemediğimden yoluma devam ettim. Trafik kurallarına uymama konusunda ısrar ettikçe, acele edip, ayağımızla gaza basmakla kendimizi muhteşem! ölümsüz! sanmaya devam ettikçe bu kazalar yaşanmaya devam edecek. Üzüldüğüm şey, araçlarda ki suçu günahı olmayan insanların, şoförlerin hatasının bedellerini ödemesi. Bu trafik kazasında ki araçta tüm insanların yara almasına rağmen, 2-3 yaşlarında ki bir bebeğin burnu bile kanamadan kazadan 45 dakika sonra araç koltuğunun altında farkedilmesi ise anlayanlara çok şey anlatıyor. Tabi anlayana….
….
Köylere su verilen kaynak su deposunun kirli olduğu – kapalı bir mekanda tütün tüketildiği hakkında aldığımız ihbarları değerlendirmek amacıyla bugün yaylaya gittik. Su kaynağına ulaşmak hiç de kolay değildi. Araba yolu olmadığı için yürüdüğümüz yol kesilmiş ağaçlarla kaplı olduğu için hem yokuş tırmanıyor, hem koca ağaçların üstünden geçmeye çalışıyorduk. Su depolarını yapan inşaat işçilerinin nereli olduğu depolarının üstüne yazdıkları yazı ile anlaşılıyordu. Bitlis-Mutki.... Orada gerekli denetimleri yaptıktan sonra bay marifet abim, “biz çocukken kızlar bu otla ellerine kına yakardı” diyerek elime bir otu parçalayıp koydu. Bir elimle kına otunu tutuyorum, bir elimle fotoğraf makinasını. Zorla çıktığım yolu, daha zor indim…
Dönüş yolunda bir yayla evinde üzüm, karpuz, peynir, ekmekle karnımızı doyurduk. Bizi hazırlıksız yakalandığı halde evinde ağırlayan kadın; evine bizimle birlikte girmişdi. Otlattığı 5 ineğine ilk önce suyunu verip hepsini ahıra soktuktan sonra bizim karnımızı doyurdu. Eee misafir ineklerinden sonra geliyor tabi. Biz gidiciyiz, ekmek teknesi olan inekleri ise hem kalıcı hem yoldaşı…
Yol üstünde namaz kılmak için bir mescide giden Hocalı abim, mescitden cübbe ve fes giyerek çıktığında hepimiz gülmekten öldük. Üzerinde ki cübbe ve fes ile onun o halini ölümsüzleştirmek için fotoğrafını çektim ardından o cübbe ve fesi ben giyinip fotoğraf çekindim. Hoca Haccecan tarihe geçti böylelikle.. Öhöm öhöm…
Şoförümüzün 12-13 yaşlarında ki oğluda bizimle geldi. Arabaya binerken-inerken kapımı açıp-kapatan, fotoğraflarımı çeken bu çocuğu melek ilan ettim. Diğer beylere “bu çocuğu örnek alın” diye sıkı sıkı tembihledim. Kimse sözlerimi kaile almadı ama olsun. Çocukta olsa bir erkekte saflık, iyi niyetlik, kibarlık, saygı, masumluk, gözlerine baktığımda tebessüm etmesi, hörmetkar olması…Harika şeyler… Büyüdüğünde özünden ayrılıp klasik bir erkek olacak… Yazık…
Kısacası bugün harika bir gündü…
…
Hangi gündü hatırlamıyorum ama iş yerinde odamda çalışırken hizmetlimiz kapıyı açıp “Haccecan hanım, sizi birisi soruyor” dedi. “Buyursun gelsin deyip” onu odama aldım. Bir beyefendi kardeş çalanın ismimi verip, muayene olurken kendisine yardımcı olmamı istedi. “Kendi işim için bile kimseye rica etmediğimi, sırasını alıp beklemesi gerektiğini, bir sorun yaşarsa burda olduğumu, geldiğinde ona yardımcı olabileceğimi” söyleyip onu gönderdim. Kardeş çalanla bir araya geldiğimizde de onu fırçalamıştım. “İnsanları işlerini yapmam için sen mi yanıma gönderiyorsun?, Kimseyi bir daha öyle gönderme” dediğimde kardeş çalan “olaydan haberinin olmadığını söylemişti”. Olayın aslı daha yeni ortaya çıktı. Meğer kendine eş arayan bu beyefendi, kardeş çalanın arkadaşının arkadaşıymış. Beni görmek için bir yardımcı olmam bahanesiyle beni görmeye yanıma gelmiş. Beni kendince kurduğu bu kumpas ile görüp beğenmiş ve benimle görüşmek istediğini kardeş çalana söyletmişdi. Bende böyle oyunlardan hoşlanmadığım için red cevabını gönderdim.
Yaptığımız fotoğraf gezilerinin birinde tanıştığımız başka bir beyefendi ise benimle evlenmek niyetinde olduğunu açıkca söyledi ve bu konuda çok ısrarcı davranıyor… “Beni bir günlük tanımayla evlilik kararını nasıl alabildi acaba?” diye ona da red cevabı verdim. Red cevabını duymamış gibi bu evlenme niyetinde ısrarcı olduğunu söylüyor…
Bu aralar kısmetlerim o kadar çok ki… Napacağımı şaşırdım… Evlenmek ve çocuk istediğimi yakın çevremde bilmeyen yok. Acaba erkekler bu düşüncemi alnımdan okumaya mı başladılar?
Ne yapmam gerektiğini, nasıl yaklaşmam gerektiğini de bilmiyorum. “Açık sözlü olsun, erkek dediğin çıkacak karşıma ne istediğini açıkca söyleyecek” diyordum. Bu ara taliplerimin hepsi böyle… Böyle açık sözlü olup, isteklerini yüzüme söylediklerinde ister istemez geri adım atmak zorunda kalıyorum. Öyle ya… Kimsin, nesin? Kendini tanıt hele, beni de tanı… Güven ver…
Aman ya ne desem boş… Gönlüm bir şey dese mantığım susuyor… Mantığım bir şey dese gönlüm susuyor… Gönlümün ve mantığımın konuştuğu, ikisininde tamam dediği eş adayı lazım bana. Aha bak! Beklentilerim, isteklerim biraz daha da büyüdü, eş bulmam ise imkansızlaştı… Önceden gönlüm sevse yeter diyordum. Şu anda da gönlüm birisini seviyor ancak o da hayal... Gönlümün ve mantığımın "evet" dediği bir eşi nereden bulacam ben… Yoksa böyle düşünmeyi bırakıp uygulamaya mı geçmeliyim? En son bahsettiğim beyefendiyle görüşmeye mi başlamalıyım?
…
Hangi gündü hatırlamıyorum ama iş yerinde odamda çalışırken hizmetlimiz kapıyı açıp “Haccecan hanım, sizi birisi soruyor” dedi. “Buyursun gelsin deyip” onu odama aldım. Bir beyefendi kardeş çalanın ismimi verip, muayene olurken kendisine yardımcı olmamı istedi. “Kendi işim için bile kimseye rica etmediğimi, sırasını alıp beklemesi gerektiğini, bir sorun yaşarsa burda olduğumu, geldiğinde ona yardımcı olabileceğimi” söyleyip onu gönderdim. Kardeş çalanla bir araya geldiğimizde de onu fırçalamıştım. “İnsanları işlerini yapmam için sen mi yanıma gönderiyorsun?, Kimseyi bir daha öyle gönderme” dediğimde kardeş çalan “olaydan haberinin olmadığını söylemişti”. Olayın aslı daha yeni ortaya çıktı. Meğer kendine eş arayan bu beyefendi, kardeş çalanın arkadaşının arkadaşıymış. Beni görmek için bir yardımcı olmam bahanesiyle beni görmeye yanıma gelmiş. Beni kendince kurduğu bu kumpas ile görüp beğenmiş ve benimle görüşmek istediğini kardeş çalana söyletmişdi. Bende böyle oyunlardan hoşlanmadığım için red cevabını gönderdim.
Yaptığımız fotoğraf gezilerinin birinde tanıştığımız başka bir beyefendi ise benimle evlenmek niyetinde olduğunu açıkca söyledi ve bu konuda çok ısrarcı davranıyor… “Beni bir günlük tanımayla evlilik kararını nasıl alabildi acaba?” diye ona da red cevabı verdim. Red cevabını duymamış gibi bu evlenme niyetinde ısrarcı olduğunu söylüyor…
Bu aralar kısmetlerim o kadar çok ki… Napacağımı şaşırdım… Evlenmek ve çocuk istediğimi yakın çevremde bilmeyen yok. Acaba erkekler bu düşüncemi alnımdan okumaya mı başladılar?
Ne yapmam gerektiğini, nasıl yaklaşmam gerektiğini de bilmiyorum. “Açık sözlü olsun, erkek dediğin çıkacak karşıma ne istediğini açıkca söyleyecek” diyordum. Bu ara taliplerimin hepsi böyle… Böyle açık sözlü olup, isteklerini yüzüme söylediklerinde ister istemez geri adım atmak zorunda kalıyorum. Öyle ya… Kimsin, nesin? Kendini tanıt hele, beni de tanı… Güven ver…
Aman ya ne desem boş… Gönlüm bir şey dese mantığım susuyor… Mantığım bir şey dese gönlüm susuyor… Gönlümün ve mantığımın konuştuğu, ikisininde tamam dediği eş adayı lazım bana. Aha bak! Beklentilerim, isteklerim biraz daha da büyüdü, eş bulmam ise imkansızlaştı… Önceden gönlüm sevse yeter diyordum. Şu anda da gönlüm birisini seviyor ancak o da hayal... Gönlümün ve mantığımın "evet" dediği bir eşi nereden bulacam ben… Yoksa böyle düşünmeyi bırakıp uygulamaya mı geçmeliyim? En son bahsettiğim beyefendiyle görüşmeye mi başlamalıyım?
haccecan,hayırdır neler oluyor böyle:)Allah gönlüne göre versin ama bu evlilik tekliflerini sunan erkekler senin zor biri olduğunu farkettilerde gözlerini hırs mı bürüdü?diye düşündüm:)hayırdır inşallah...
YanıtlaSil