
İftar saati yaklaştığında üzerimde ki bu halsizlik, yorgunluk yerini; terk edilmişliğe, yalnızlığa ve herkesin acıyarak baktığı sahip çıkılması gereken zavallı bir insanmışım gibi hissetmeme bıraktı.
Oruç tutmadan bir gün önce kız kardeşim telefonda,”İlk iftarını bende yaparsın” dediğinde; Ben; “Bakarız, başka yere gitmezsem sana gelirim” demiştim. Halbu ki gidecek hiçbir yerim yok, nereye gideyim? Gurur yapıyorum kendimce. Ramazanın ilk günü ise iki kez kız kardeşimi arayıp, ne yapıyorsun? diye aramama rağmen bir kez bile “Akşama iftara geliyorsun değil mi veya ne zaman geliyorsun?” diye sormadığı için dünkü yaptığı iftar yemeği davetini alenen yaptığını düşündüm. Onun öylesine yaptığı iftar yemeğini ciddiye aldığım için yıkılan ben oldum tabi. Ramazanın ilk günü evimde tek başıma iftar yapma düşüncesi nasılda koydu bana. Kız kardeşimle yaptığım iftar yemeğinin lafını etmediği ikinci telefon görüşmesinden sonra yalnızların yalnızı, bahtsızların bahtsızı Haccecan zırıl zırıl ağlamaya başladı. (Açlık bana yaramıyor anlaşıldı…) İş yerinde beraber çalıştığım Hüthüt ; “ Ah arkadaşım… Kardeşin el kızı oldu tabi, belki eşi senin gelmeni istemiyordur, kız kardeşinde ne yapsın?, Seneye seni böyle görmek istemiyorum, seneye kadar evlen ” dediğinde bir yandan ağlıyorum bir yandan haykırıyorum. “Kiminle evlenecemmmmmm?” Göz yaşları içinde sorduğum bu soruya cevap veremedi. İçten içe de kardeş çalana kızıyorum. “O benim kardeşim, benimmmmm…”
Ardından iş yerinde ki abim; “Akşama iftara ne yapıyorsun?” diye sorduğunda “Bakalım kız kardeşime giderim belki” diye cevap verdim. “Akşama bir yere gitmezsen mutlaka bize gel” dediğinde, “Tamam gelirim.” cevabını verdim. Kız kardeşime gitmek için hala umudum var. Bu nasıl umutsa!!!
İş yerinden çıktığımda o acı gerçekle tekrar karşılaştım. Ben iftara nereye gideceğim? Kız kardeşimi son bir umut aradığımda telefona cevap vermedi. İftara davet eden abim “bana acıdığı, sahip çıkılması gereken, beni doyurarak sevap alarak mutlu olmayı düşündüğü!” için ona da gidemezdim. Ben kimsenin sevap kaynağı ve acınacak bir zavallı değilim!... Gideceğim yeri kendim belirlemeliydim.
Bu durum canımı fena halde sıkmaya başladı. Kendime güç verip de yalnızlığıma sığındığım zaman yalnızlık çok zor bir durum gibi gelmezken, insanların bana acıyarak muamele etmesi canımı yakmaktan başka bir işe yaramıyor. “Tek başına ne yapıyorsun? Tek başına sıkılmıyor musun? sorularını sorarak uyuyan devi uyandırıyorlar… Güllük gülistanlık yaşarken “herkes bana zavallı gözüyle bakıyor. Kendime acımalıyım. Evet evet.. Yalnızlık o kadar acınacak bir durum ki insanlar bana sorup duruyor bu yüzden. Acı kendine Haccecan. Acıııııııııı” deyip başlıyorum isyanları oynamaya…
Aradım bir arkadaşımı, “Nasılsın?” der demez, halimi anladı ve” atla gel bize” dedi. O akşam iftarı onlarda yaptım ve orada kaldım.
İftarı evlerinde yaptığım arkadaşımın teyzesi ise “sende mi yalnız yaşıyorsun?” diye konuşmaya başladı. “Senin yine bir koca bulup evlenip çocuk sahibi olma gibi bir umudun var. Benim o da yok !” dedi. Çocuğu olmayan bu kadın kocasını yıllar önce kaybetmiş. Kocasının emekli maaşıyla kiralık bir evde yaşamaya çalışıyordu. Kendimden daha iyileri görünce içimden halime oturup ağlamak , çevremde ki herkese bu durumu şikayet etmek gelirken ne hikmetse hep benden daha kötüler karşıma çıkmıştır.
Ramazan ayının 5. Gününde ise açlığa alışmış durumdayım, ruh halim ilk güne nispeten daha iyi. “Herkese beni ne zaman iftara davet edeceksiniz?” diye sorarak kendimi zorla davet ettiriyorum.
Yinede bu yalnızlık ve herkesin bana iyilik yaparak huzur duyduğu "mutluluk kaynağı" olma düşüncesi ağrıma gitmiyorda değil...
Yinede bu yalnızlık ve herkesin bana iyilik yaparak huzur duyduğu "mutluluk kaynağı" olma düşüncesi ağrıma gitmiyorda değil...
İç ses: Dünyada o kadar aç, yalnız, çaresiz, dermansız insan var ki Haccecan. Sadece insanlarda değil... Suya muhtaç ölen ağaçlar, yiyecek bulamayan hayvanlar bilem var. Senin bu çektiklerin ne ki?