Yanımda ki’nin Karşıda ki olduğu zamanlar. Görüşmeye başlayalı
bir iki ay oldu. Görüşme sürecini uzatmayı çok düşünmüyordum. Yiğit bir Anadolu
delikanlısını oyalamak, duygularıyla oynamak racona ters düşerdi. Gönül ilişkilerin
mafya adamları gibi yaşanması gerektiğini Kurtlar vadisinden öğrenmiş
olmalıyım. İlişkinin nasıl yaşanması konusunda zerre bir fikrim ve tecrübem olmadığından
duyduğum, gördüğüm, izlediğim, okuduğum her şeyi kendi fikrim gibi sandığım zamanlardı.
İlişkiler konusunda yeteneğim hiç yok!! Her konuda bilmiş bilmiş konuşma yeteneğim var sadece… Nerede ne konuşulacağını tam beceremesem de iyi bir
yetenek!…Kaf dağının ardında ki evin, aylık ödemeleri yüzünden tayin talebimi geri
çekmiştim. Bir daha ki tayin döneminde kesin tayin isteyip gidecektim. Benim
hayallerim ve beklentilerimde çalıştığım bu ilçede kalmak yoktu. Hatta bu ilçeden bir an önce gitmek tek hayalimdi. O arada
nasıl olmuşsa Karşıda ki ile tanışmıştım. Bu ilişki bana göre bir arkadaşlıktı,
ona göre ise daha derin bir anlam ifade ettiği her halinden ve tavrından belli
oluyordu. O gün ona, bu arkadaşlığı çok uzatmayalım konulu konuşmayı yapmayı
planlıyordum. Akşam olmuş arabayla beni evime bırakacaktı. Ben bu arkadaşlığı
çok uzatmak istemiyorum, bitirelim dememe kalmadan Karşıda ki gaza yüklenmeye
başladı. 50…. 60…70…80…90… 100 km… Gittikçe hızlı gitmeye başladı. Diliyle
söyleyemediğini ayağıyla bastığı gaz ile söylüyordu. !!! Red edilmeyi sevmeyen,
bu ilişkiyi bitirmek istemeyen azman yanı ortaya çıkmıştı. Gazı köklüyordu. Korktum!.
Deli bir yanı varmış!!! Lan ne oluyor!!!! O hızla giderken yolda bir köpek
karşımıza çıktı. Karşıda ki ani frene bastı. Köpeğe çarpmamızla ben bir çığlık
attım. Benim çığlık atmamla Yanımda ki bana bir şey oldu sandı. Bir şey oldu mu
diye sordu. Yok dedim. Ancak o araba bana çarpmış gibi hissettim. Hayvancağız
inleye inleye, ağlaya ağlaya kaçtı karanlığa doğru. İnlemeleri hala kulağımda. Araçtan
indik, hayvanı arıyoruz. İnşaata kaçmıştır diye gece karanlığında moloz
yığınları arasında bakınıyoruz. Bulamadık. Moralim berbat bir halde. Yanımda ki’nin
hali benden beter.. Bu ilişkiyi ilk ve tek bitirme çabam böyle sonuçlanmıştı… Canımızdan
oluyorduk neredeyse… Bir şeyler bu ilişkiyi bitirmeme engel olmuştu. Geçenlerde
dışarı yemeğe çıktığımız bir gün, bu konu açıldı. "O gün bu ilişkiyi bitirmek
istedin ama olmadı. Sen bitirsen de ben seni bırakmazdım" dedi Yanımda ki.
Ne istediğimi bilmediğim, bilmediklerimin bende ne gibi
etkisi olduğunun farkında bile olmadığım zamanlarımdı… Yoğun bir sevme ve
sevilme ihtiyacı içerisindeydim. Sevilmeyi Karşıda ki’nde bulmuştum. Sevmem ise
o kadar kolay ki. Bir gülsün, azcık tebessüm, azcık ilgi. Tav olmam 2x2=4
formülü kadar basit. Ne beni fazla ilgiyle boğan ne de ilgisiz bırakan bir adamdı. Dengeliydi.
Dengimdi. Ama işte herkesin içinde bir yerlerde uhde gibi yapışıp duran “daha
iyi, daha mutlu bir hayat başka yerlerde,
başka kişide, o hayal bir adım ötede beni bekliyor. Daha iyi hayat hayali, bu
evlilik ile son bulacak, o uhde hep bir yerlerde kalacak” düşüncesi bir yanımı
esir almıştı. O yanımdan azat olmak için ise henüz erkendi. Azat olmak ise
teslim olmam demekti. Teslimiyet ise mağlubiyeti kabul etmekti. O uhde, evlendikten
uzun bir süre sonra da beni özgür bırakmadı… Yumru gibi durdu. Bu uhdeden azat
olmadan da iç huzurumu yakalayamayacağım kesindi.
Elimizde olanlarla yetinmek ile gelişim için
olmazsa olmaz hep daha iyisi için uğraşmak arasında ki denge nasıl sağlanır? Somut
örnek verirsem Karşıda ki mükemmel değildi. Bende değildim ama konu ben
değilim. Konu benim mükemmellik beklentim ile mükemmel olmayan gerçek arasında
dengeyi nasıl sağlayacağım konusuydu. Mükemmelliğe doğru evrilen mükemmel
olmayan canlılardık. Bir yanımız hep mükemmeli istiyordu. Mükemmel ise hep
olmayan bir ülkede, olmayan ama olmasını hayal ettiğin şeylerin bir adım
ötesindeydi hep. Mükemmel diye bir şey yok!! Bunu kesin olarak anlamış bulunuyorum.
Mükemmellik bu dünyanın konusu değildi.
Bir ilişkide daha çok isteyen ve seven taraf eğer siz değilseniz, çok isteyen tarafa bunun bedelini ödetmeniz gerekiyordu. Bende öyle yapıyordum. Evliliğimizin üzerinden yıllar geçmesine rağmen, zor zamanlarda, istenmeyen olaylar karşısında aklıma hep bu evliliği ben çok istemedim, o istedi düşüncesine sarılıp Yanımda ki' ne öfke duygusu besliyordum ve onu suçluyordum. "Ben niye evlendim ki, benim yurt dışına çıkma hayalim vardı, tayin isteyip gitme hayallerim vardı" diye söyleniyordum. O ise "evlenmeyip ne yapacaktın, gezip tozup sonunda ne olacaktı" derdi. Haklıydı ama ben daha haklıydım! (Bu haklı olma takıntımı da başka zaman yazarım.) Evlenmesem ne olacaktı? Marsa gidecek ilk insan kolonisinde mi yer alacaktım? Bol bol gezip tozduğum bir hayatım vardı zaten. O hayatta çok sıkıcı geliyordu. O hayatımda da bol bol entrika vardı. Herkeste bir tam olamama hali vardı. Ya da ben öyle sanıyordum. O zamanlar da kendimi tam hissetmiyordum, iç huzurum yoktu. Demek ki mutluluk gezme, ne tozmayla ilgili bir durum değildi. Evlilikte yarım beni tamamlamak için olması gereken şey değildi. Üstelik bir sülale ile evlenmiş olmanın ve çocuk sahibi olmanın bir çok sorumluluğu da üzerime binmişti. Kendim olacağımı sanacağım bir yolda bir dünya insan ile başlı başına kalmıştım ve o insanlarla ne yapacağımı, nasıl davranacağımı da bilmiyordum. İnsan kendisi gibi nasıl olurdu ki? Böyle böyle Yanımda ki’ ni içten içe suçlayarak yıllar geçti. Suçlu oda değildi biliyordum ama işte bu hayat denen karmaşadan ve bu içimde ki yarımlıktan biri sorumlu olmalıydı. En yakınımda o vardı ve beni sevmişti. Bunun sorumlusu o idi ve bir bedel ödemeliydi!!! Karşıda ki ile evlendikten sonra da bu tam olamama hali devam etti. Ancak evlilik ile olgunlaşma süreci arttığı için iç dengemi daha hızlı sağlar olmuştum. Bir gün yine böyle “ben niye evlendim ki diye söylenirken” Yanımda ki’den farklı bir atak geldi. Çocukları bırakıp istersem gidebileceğimi söyledi. Kapıyı ardına kadar açtı. Bu evde esir olmadığımı istersem gidebileceğini söylemesinin ardından şabalak gibi kaldım. Bensiz bir hayat yaşayabileceğini söylemesinin ardından aslında bana bağımlı olmadığını sadece sevdiği için yanımda olduğunu, seviyorsam ve istiyorsam kalmam gerektiğini hissettirmesi bende ters köşe yaptı. Ona daha çok bağlandım. Ama çocuklar konusunda tam ikna olamadım. Eğer gitmeyi tercih etseydim ben niye bırakıyormuşum ki çocukları?! Gidersem çocukları da alıp giderim! Onları ben doğurdum benn!!! Bu konuyu ona hiç sormadım. Ama bu yazıdan sonra soracağım bakalım ne diyecek?! Sosyal mesaj; eşinize arada böyle şoklar yaşatın, evliliğinizi monotonluktan kurtarın. Arada onsuzda yaşarım tehditleri savurun. Bende işe yaradı. Belki sizde de işe yarar. Kapının sonuna kadar açık olduğu bir evde esir hissetmeden, ama söylene söylene yaşamaya devam ediyorum. Söylenme huyumu bırakamıyorum napayım.
İnsan kendini tam nasıl hisseder konusunda birilerini
suçlayarak tam hissedemeyeceğim konusunu idrak etmiş durumdayım. Müjdeler olsun… ! Konu kimse değildi bendim. Sorun bendim. Ben değişmeden de hiç bir şey değişmeyecekti. Yıllar önce sadece
kendimi şekillendirebileceğimi anlamamı sağlayan yaşadığım milat olay
buydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı Bekliyorum