2004 yılı.. Doğuya ilk atandım. Bekar bir uzman
doktorla ve meslektaşım olan arkadaşla aynı eve çıkmıştım. Meslektaşım arkadaş
evlenip alt katımıza taşınınca ben uzman doktorla kalmaya başlamıştım. Evli bir
adama aşık olduğundan aşk acısı çeken arkadaş depresif bir ruh haline girdi.
Her güne lanetler okuyarak gözlerini açıyordu. Benim yaptığım her şeyi
eleştirmeye de başlamıştı. Agrasif ruh hali zamanla beni inanılmaz yormaya
başlamıştı. Babadan yaralı Haccecan, ilk görev yerinde mutlu olmayı beklerken,
mutsuz bir ruhla tekrar karşılaşmıştı.
Yıllar yılı “okuda kendini kurtar” nasihatları ile büyümüş
Anadolu gülüydüm. Atandığımda sandım ki hayat bundan sonra çok kolay olacak,
artık mutlu olacaktım. Nasıl bir hayal dünyasın da yaşıyorsam artık. Bir gün
zırıl zırıl ağlamaya başladım, apartman boşluğuna bakan odamda. Nasıl bir
ağlama, mutlu değilim diye zırıl zırıl ağlıyordum. Uzman doktor arkadaş geldi, benim yüzümden mi
ağlıyorsun? diye sordu. Sorusuna cevap veremiyor sadece ağlıyordum. Ağlama
sebepleri arasında oda vardı tabi. Onun bu agresif ruh halinin temeli de babasıydı.
Otoriter, dediğim dedik bir babanın kızı olarak hayatta hiç seçme ve seçilme
hakkı olmayan arkadaş, ilk girdiği üniversite sınavında tıbbı kazanmıştı. 6
senenin sonunda girdiği TUS sınavında ise uzman doktorluğu kazanmış o bölümü
bitirdikten sonra atandığı ilçede göreve başlamıştık. O uzmanlığı okuyup
geldiği için yaşı bizden baya büyüktü. Hem büyüğümüz hem ablamızdı. Ama mesleğinden
nefret ediyordu. “Keşke evlenip, çoluk çocuğa karışsaydım, daha mutlu olurdum”
diyordu. Seçmediği, istemediği bir hayatı umutsuz aşk acısıyla birlikte yaşayıp
gidiyordu. İçin için yandığından çevresini de yakıyordu. (Toplumsal Mesaj:
Çocuklarınızın hayatlarıyla ilgili kararlarını kendilerinin almasını sağlayın.
Sonunda böyle iyi kariyerli ama mutsuz çocuklar olmasını istemiyorsanız nasıl
doğru karar alınır, insan kendini nasıl tanır bunun eğitimini verin sadece. O
kendisi için doğruyu bulacaktır. Mesaj bitti.) Onunla artık yaşamak istemediğimi, taşınmak
istediğimi söylemek benim açımdan hiç kolay olmadı. Bize ilk günlerde evini açan,
eşyalarını paylaşan, ablalık yapan bu insana sırtımı dönüyormuşum hissinin
üstesinden gelmem çok zor olmuştu. Nihayet söyleyebildiğimde kişiliğimde büyük
bir dağı aşabilmiştim. Bekar iki arkadaşla anlaşıp onların evine taşındım. Özgürlüğe
attığım ilk adımlardan birisi buydu. Özgürlük… Off ben bu duyguyu istiyordum
işte. Taşındıktan sonra olaylar beni bıraktı mı? Hayır tabi ki. Bu olay başka
yazı konusu. Belki hiç yazmam.
Bir çekyatım, kıyafetlerim vardı. Kızların evinde ki eksik
eşyaları da ben almaya başlamıştım. Uzman doktorun evinin bütün eşyası tamam
olduğundan onun evinde kendime ait hiçbir şey yoktu. O evde sığıntı gibi
hissetmemin nedenlerinden biride buydu. Evde ki onun eşyaları zarar görecek diye
rahat hareket edemezdim. Oda bunu hep hissettirirdi sağ olsun.
Kırmızı bir leğen,
mavi bir kirli sepeti, bir ütü masası, çekyat kanepe, evde az sayıda ki
çatal, kaşık ne eksikse almıştım… (Bu yazının ana kahramanı olan kırmızı leğene nihayet gelebildim.
Bir şeyi uzatmadan neden yazamıyorum ben ya… )
Hem çamaşır selesi, hem leğen … İki ayrı eşyayı almak bana
mantıklı gelmiyordu. Hem fuzuli masraf hem de evde boşuna yer kaplayan eşya. Ne
gerek var ki? Bazen çamaşır yıkadığımız, bazen çamaşır sepeti olarak
kullandığımız bu kırmızı leğen ilk aldığım eşyalar arasındaydı…
İlk görev yerimden 1,5 yıl sonra şu an ki çalıştığım iş
yerine atandığımda bütün eşyalarımı güzelce paketleyip kargo ile önden gönderdim. Benimle birlikte tayini çıkan arkadaşın evine götürmediği çekyatı da ben aldım. Onu da arkada bırakamadım. Kargoya verirken herkes gülmüştü bana. Çamaşır sepetini de geride bırakmıyor
diye. Bırakır mıyım bee? O kadar para
vermişim. Birilerinin gülmesi yapacağım işte vazgeçmeme neden olmuyor ki benim.
O zamanlar kar zarar hesabı da yapamıyordum. İnşallah peşimden buralara kadar
getirmem kargo parasına değmiştir.
Sonra burada ki ilk bekar evimde çift amaçlı kullanmaya
devam ettim o leğeni yıllarca. 6 yıl sonra Kaf dağının ardında ki evime taşındım. Tabi
ki leğenim ve kirli sepetimde benimle… Arkadaşın almadığı çekyatı da taşınırken başka bir arkadaşa verdim. Sonra oda onu yaptırıp yeni gibi kullandı. Hala kullanılıyor.
Taşındıktan 2 yıl kadar sonra 2012 yılında evlendim. Evlendikten sonra iki çekyatımı gri renkli yeni döşeme ile kaplattırdım. Döşemeci de eşimle bulduğumuz iki eski tekli koltuğu da siyah-kırmızı çiçek desenli kumaşla kaplattık. Yeni oturma grubu aldık diye millete duyurdum. Gururumdan asla vazgeçmem… Onun sayesinde böyle dimdik duruyorum. Eskiyi yaptırdım diye sonraları dedim ama. Çokta gururlu değilim canım.. O zamanın parasıyla 750 TL verdim. Yeni oturma grupları 2000 TL civarıydı o zaman. İyi ki böyle yapmışız. Çocuklu evde yeni eşyaya gerek yokmuş. Çocuklar kanepelerin kenarlarını dişlediler, kalemle karaladılar, yeri geldi hastalanıp üzerine kustular, kirli ellerini silmek için el bezi niyetine kullandılar, altı bezsiz dursun azcık hava alsın dediğimde üzerine işediler, kakalarını yaptılar, trombolin olarak kullan(ıyor)dılar... Yeni eşya almak için ödeyemediği borcun altına girip sonra karı-koca kavgası yapmanın hiç bir anlamı olmadığını en başından biliyordum. Aklımı seveyim.
Televizyonum zaten vardı. Tüplü televizyonu hala evimizde kullanıyoruz. 17 sene oldu onu alalı. Buzdolabı da 18 yıllık. Kız kardeşim ilk atandığında almıştı. Bir aralar bir arada beraber kalmıştık. Evlenip evimden giderken buzdolabı ondan hatıra kaldı. O yeni bir buzdolabı aldı evlendiğinde. Ben kıyamadım yenisini almaya. Çamaşır makinası da bekarlıktan. Onu almam ise tam bir olaydı. Bozulan çamaşır makinası parasıyla almıştım. Yanında el blendırı, su ısıtıcısı ve meyve sıkacağı hediyesi ile. Burada yazmıştım. Çamaşır Makinası bu hafta bozuldu. Tamirciyi bekliyoruz. Bozulmadıkları sürece birlikte daha nice yılları birlikte devirme niyetindeyim. Çocukların odasında da bekarlıktan kalan eşyalar var. Bekarlıktan ne kadar eşyam varsa hala kullanıyorum. Eskiyenleri gözyaşları arasında emekliye ayırıyorum. O kırmızı leğeni evlenince de kullanmaya devam ettim. Taş gibi duruyordu. Kargo parasını çıkartana kadar bırakmaya hiç niyetim yok. Hiç bırakmadı beni, çok vefalı çıktı. Canım benim… Sonra gülüm doğdu sonra oğlum... Çamaşır leğeni ve sepeti olarak çift amaçlı kullandığım leğenimin iş yükü daha da arttı. Hem çocuk küveti hem de oyuncak olarak da kullanılmaya devam etti. İki çocuğun üzerinde zıplamalarına daha fazla dayanamadı, kenarlarından yırtıldı. 18 yıl kullandığım leğenimi bu hafta sonu emekliye ayırdım. Mavi kirli sepetinin içerisinde beklemeye aldım. Başka bir amaç için kullanılabilir mi bakacağım. Yırtık yerlerini elimle diktikten sonra bahçede saksı olarak kullanılabilir. Eşim içine çilek diker belki. Mavi kirli sepeti daha sağlam, çocukların oyuncağı ve kirli sepeti olarak iki amaç olarak kullanılıyor şu an. Kullanım amacını arttırıp çok yormayı düşünmüyorum onu. Daha uzun yıllar bizimle kalsın o.
İç ses : Bir leğen için başka yazı yazan var mıdır acaba!! Rezil
ettin yine kendini Haccecan.
Diğer İç ses: Çok ta tın…
İç ses: Senin gibi pinti bir kadınla evlendiği için ne kadar
pişmandır eşin.
Diğer İç ses: Yok valla.. Kıymetimi iyi biliyor. Başına hiç masraf çıkartmayan bu kadının öneminin farkında. Hele şu ekonomik krizin içinde…
İç ses : Önceden benim her dediğimi çok dikkate alırdın. Günlerce kafanda kurar dururdun.
Diğer İç ses: Yok artık kafama takmıyorum seni ses. İstediğin kadar konuşmakta özgürsün. Seni de seviyorum ben.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı Bekliyorum