Her anın ama her anın çok değerli olduğunu bilseydin,
bilmekte yetmiyor tabi bir de bunu deneyimleseydin… Anlardan oluşan ∞ luğun içinde
yüzdüğünü hissetseydin acıların diner miydi? Dünyaya yine de böyle küser miydin? Dünya’nın
sonu cennete çıkıyor. İnanmıyorsun değil mi? İnanmıyorsan bu deneyimi algılayacak
zamanın gelmemiştir. Zorlama kendini. İçinde yandığın azap eninde sonunda cennete
getirecek seni… DONA sözü.
Karşıda ki ile görüşmelerimiz son hız devam
ediyor. Şehirde yürüyoruz… Tarihi bilmiyorum. Günlerden bir gün işte. Yıllar
öncesini hatırlamam mümkün değil o kadar da zeki olamam ya!! Hayatında hiç
yürümediği kadar yol yürütmüştüm Karşıda
ki'ne. Ama bir kez şikayet bile etmemişti. Yanımda olduğu için mutlu görünüyordu. O kadar sıradan ki… Taraftarı olduğu takımın
maçına bilet bulamadı diye saha kenarlarında ki direklere çıkıp maç izliyormuş.
Okuduğu yüksek okulda ki geçirdiği günlerden bahsediyordu. Ne bir faaliyet, ne
kitap, ne başka bir şey… Başka ilden maç izlemek için gelip gidiyormuş. Avam ne olacak… Aman Allah’ım
benim her yanımdan sosyallik akıyordu. Sergiler, geziler, faaliyetler, denetimler… Karşımda ki asgari ücretli olarak
çalışıyormuş. Benim maaşımın yarısından az para kazanıyor. Ay ne kadar da az para kazanıyor. Maaşımla
ezerim lan seni… İsteseydin İstanbul Boğazının kenarında yalıda oturabileceğin
bir seçeneğinde vardı. Zenginlik isteseydin bu seçenek de çıktı karşına. Her şeyi
kıyaslayan sesi konuşturmayacaktım. Ben bir bok olduğumun farkına varmıştım.
Ben sadece o anda ne hissediyorsam onu doyasıya yaşayacaktım. İçimde ki herkese
karşı öfkeli Haccecan’ın onun yanında sesi çıkmıyordu. Bam tellerimin hiç
birine basmıyordu. Yürüyoruz. Dur bakalım bu yürüyüşün sonu nereye çıkacak?
Tanıdığımın
aracı olduğu birisiyle görüşmeye başladığım için güven duygusu vardı. Ses tonunda ki
o sakinlik, konuşurken yavaş ve neredeyse duymakta zorlandığım ses tonuyla,
ağırlığıyla beni sakinleştiriyordu. Yıllarca beni görürmüş yollarda. Hoşuna
gidermişim. Kafasında bir yerlerde hep varmışım. Karşıma tam zamanında ve olması gereken yerde çıkmıştı. Daha önce çıkmış olsaydı yanaşamazdı bile…
Hafta sonları
buluşuyorduk genelde. Bir hafta sonu değişiklik olsun diye ilçenin tenha
mahallerinde yürüyorduk. Mahalleleri geçmiş köylerde yürüyorduk. Meraklı
bakışlar arasında yürüdük yürüdük… En sonunda bir dereye gelmiştik. Dere
Haccecan’ın geçemeyeceği bir dere değildi. Ulan ben ne yollar, ne dağlar
geçmişim bu dereyi mi geçemicem be!! Karşıda
ki eğilmiş “sırtıma çık seni derenin karşısına geçireyim” dedi. Yok daha
neler? Bu sözleri birkaç kez tekrar etti. O kadar kesin konuştu ki hayır diyemedim. Çıktım
sırtına. Bir adım… İki adım derken ayağı kaydı Karşıda ki’nin. Hoppp .. Cuuppp
.. Senin kadar kilom var benim be!!! Karşıda ki belden aşağısı hep su içinde kalmıştı. Ben
ucuz atlatmıştım paçalarım ıslanmıştı sadece. Kahkahalarla gülüyordum. O hali o
kadar komikti ki… O kendini kurulamaya uğraşırken ben dakikalarca gülmüştüm.
Kurutmak için pantolonunu çıkardı. Deeesturrrr dedim. “Ben senden utanmıyorum ki”
dedi. Beni hangi ara bu kadar kabullenmişti inanın hiç farkında değildim.
Ama bu sözü ılık ılık içime akmıştı. (Burada gözlerim yaşardı yazarken) Karşımda ki yavaş yavaş yanımda ki yerini almaya başlıyordu.
Devam edecek…
Kendime not:
Yazdığım anlarda kendimle ilgili bir şey farkettim. Eski Haccecan’ın ruh
hallerinin hepsi içimde duruyormuş. Ben hangisini ortaya çıkartsam veya hangisi
çıkmak isterse fışkırır gibi dışarı çıkıyor. Yaşamak tam olarak da buydu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı Bekliyorum