Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

12 Ekim 2010 Salı

Likya Yolu (22.10. 2009)


Gözümü açtığımda aklıma ilk gelen saçlarım oldu. Dün esen sert rüzgar denizden getirdiği tuzlu su damlacıklarıyla saçlarımı kazık gibi sert bir hale getirmişti. Karadeniz kalkana kadar bu işi halletsem iyi olacak. Kafamdaki  saç dışında her şeye benzeyen kirli, yağlı bu kılları yıkamalıydım.  Çadırımdan çıktığımda gün tam olarak aydınlanmamış, güneş dağların arkasında gökyüzüne yükselmek için uğraşıyordu. Ortalıkta kimsecikler yoktu.  Denizde yüzen turistlerin duş aldığı kabin gibi bir yer olmalıydı buralarda. Ama nerede? Sınırları içerisinde kamp kurduğumuz yediğimiz, içtiğimiz tesisin dışında ki bütün tesislerde duş alınacak yerler varken bu tesiste neden yoktu ki? Karadeniz yürümeye devam edelim deseydi bu su bolluğunu tekrar bulamayabilir, kirli kirli yürümek zorunda kalabilirdim. Tesisin önünde ki çiçekleri sulamak için kullanılan hortum ortalıktaydı. Şampuanımı ve sabunumu getirip hortumu çeşmeye taktım. Çömelip başımı aşağıya eğdim. Bir elimle hortumu tutuyor, bir elimle  saçlarımı yıkamaya çalışıyordum. Su soğuktu. İnşallah hasta olmam. Şampuan köpükleri çiçeklerin köküne gidiyordu. Ya çiçekler kuruyup burda saçımı yıkadığım anlaşılırsa! Ardımda iz bırakmak istemiyordum.  Her yer kuru, benim saçlarımı yıkadığım yer ise ıslaktı. Suyun bir yerde göllenip kalmaması için arada yerimi değiştirip, çiçekleri sulamış izlenimi vermeye çalışıyordum. Ne sahtekarmışım ben yav. Saçlarımı iki kere köpükleyip, duruladım. Soğuk su ile yıkanan saçlar pırıl pırıl olmasada bitlenmekten iyiydi. Üşüdüğümü hissediyor, içten içe titriyordum.  İşim bittiğinde çadırıma dönüp saçlarımı kurutmaya uğraştım. Kıyafetlerimi değiştirdikten sonra çadırımdan çıkmıştım. Karadeniz çadırından çıkmış şezlonga uzanmıştı. İlgisiz ve soğuktu. Bu tavırlarının beni etkilemesine, günümün kötü geçmesine izin vermeyecektim. Mp3 çalarımın tek kulağını onun kulağını takmıştım. Bir kaç şarkıdan sonra, "hep aynı şarkılar!"  diyerek kulaklığı çıkartmıştı. Kibirli! Ukala!  Dinlemezsen dinleme!!! Keyfin bilir...
Hava düne göre daha güzel ve sıcaktı. Rüzgar sert esmeyi bırakmış, ılık ılık okşuyordu insanı. Bir kaç saat öylece uzanmıştık. Tesisin sahipleri Ülker ve Bayram gelmiş yeni günde gelecek müşterileri için hazırlanmaya başlamışlardı. Bayram yemek ve mutfak işleriyle, Ülker ise müşterilerle ilgileniyor, garsonluk işleriyle uğraşıyordu. Ülker dün esen sert rüzgarın şezlonglardaki minderleri uçurmaması için minderlerin üzerine taş koymuş, şemsiyeleri aşağı yatırmıştı. Sabah olduğunda şezlongların üzerinde ki taşları indirmeye başladığında Karadeniz de Ülker'e yardım etmeye başlamıştı. Onları çalışırken gördüğümde bende yardım etmeye başladım. Ardından Bayram beyin kızarttığı bir tabak patatesi ve Büyük Çakıl'a gelmeden önce merkezden aldığımız kahvaltılıkları yemeye başlamıştık. Karadeniz ekşi tadı seviyordu. Cam kavanozda ki içi kırmızı biberle doldurulmuş yeşil zeytini iştahla yiyiyor, neredeyse bitirmişti.  Ortada bulunan patates kızartmasından çatalıma bir kaç tane patates alıp ağzıma götürüyordum ki patateslerden bir tanesi masanın üzerine düştü. Masanın üzerine düşen patates artık yenilmeye layık değildi! Çatalımı tekrar tekrar patates tabağına daldırıyor masaya düşen patatesi görmezden geliyordum. Karadeniz dönüp bakmadığım masaya düşen patatese çatalını batırıp almış, ağzına götürüp yemişti. Tek bir kelime bile etmemişti. Yaptığım yanlışı anlayıp mahçup olmuştum, bu mahçubiyetimin üstüne yere düşen patates hakkında bana iğneleyici tek kelime etseydi haklı Karadeniz gözümde haksız olup çıkacaktı. Çatala bir kaç patates alıp hepsini bir anda yemeye çalışmam ve masanın üzerine düşen patatesi sanki boka bulanmış gibi tenezzül etmemem benim aç gözlülüğüm ve kibirimden kaynaklanıyordu. Oysa yürüyüş boyunca ne kadar açlık ve susuzluk çekmiştim.
 Biten çaylarımızı kendimiz alıp koyuyorduk. Şu an aklıma geldi. Hiçte öyle olmadı. Çayım bitmiş, Karadenizin çayının bitmesini bekliyordum. Şimdiye kadar hep ben çaylarımızı doldurmuştum. İkimizin bardağıda boşaldığında kalkıp çaylarımızı doldururmuydu acaba!!! Doldurmadı, aksine çayları doldurmamı beklediğimi biliyor bekletip duruyordu. Bu durumdanda haz aldığı yüzünden anlaşılıyordu.  İnatçı, aksi ve ters bir tarafı vardı. O inatlaştığı ve beklettiği için bende kalkıp çayları doldurmuyordum. Kahvaltı keyfi bir inatlık yüzünden uçup gidecekti. Ramazan bey çayları doldurmak için kalkmaya yeltendiğinde ondan önce çayı koymak için mutfağa gidip çaydanlığı getirdim. İnatlaşmanın galibi belli olmuştu. Bir tesiste değilde bir misafirlikteymiş gibi davranıyorduk. Kahvaltıdan sonra masayı toplamalarına yardım ettim. Bu işlerde Karadenizin çok yardımcı olduğunu söyleyemem. Evde kızkardeşi ve annesiyle yaşayan Karadenizin ev işlerine el sürmediği, bu işleri yapan birileri belli oluyordu. Masa kurma, toplama işleri otomatikmen üstüme kalmıştı. Kahvaltıdan sonra tekrar şezlonglarımıza geldik.
Dün şezlonga uzanmış Rus kadın ve küçük kızı da gelmişti. İki gündür aynı ortamda bulunmaktan dolayı aşina olmuştuk. Küçük kızla aramızda ki buzlarda erimiş, defter kağıdına yaptığı resimlerden bir tanesini bana hediye etmişti. Bu Rus kadın ne kadarda şanslıydı. Sabahtan akşama kadar burda kızıyla birlikte vakit geçiriyor, ne bulaşık, ne yemek, ne ev işi, ne koca derdi vardı. Dün askılı bir bikini giymiş, bugün boyundan bağlamalı farklı bir bikini giymişti. Bikini askının altında kalan teninin bronzlaşması için askılarını indirmiş, güneşe göre vücudunu evirip çeviriyordu. Ne kadarda rahattı yarabbim! Mahrem yerlerini açmış güneşte bronzlaştırıyordu.
Dünkü rüzgarlı hava ve dalga denizdeki çöplerin kıyıya vurmasını sağlamış, plajı çöplüğe çevirmişti. Sigara izmaritleri, odun parçaları, kağıt, naylon.... Bu vücudunu sergilemekten sakınmayan cıbıl Rus kadın eline bir poşet almış, deniz kenarında ki çöpleri tek tek toplamaya başlamıştı. Bak sen şu münafığa, bak sen şu gavura!!!! Şekili bırakıp öze bakmak gerekiyordu ama henüz özü göremiyor şekile takılıp kalmıştım. Elin Rus kadının çöp topladığını gördükten sonra Karadeniz ve bende çöp toplamaya başladık. 
Büyük Çakıl'da cep telefonumu şarj edecek elektrik bulunduğundan cep telefonum sürekli açıktı. Arkadaşlarla birlikte tatil yaptığımı sanan Kardeşçalan (Kızkardeşimin eşi) aramış ne yaptığımı soruyordu. 
Likya yolu yürüyüşüne çıkmadan önce yürüyüş için gerekli eksikleri almak için alış veriş yapmaya çıktığım gün Kızkardeşim ve Kardeşçalanla bir aradaydık.  Ben mayo almak için kızkardeşim ve eşinden başka bir işimin olduğunu söyleyerek ayrılmıştım. Girdiğim büyük bir mağazada mayoları elime tek tek alıp inceliyor, "bu balina gibi vücudu hangisi örtebilir ki?" diye düşünüyordum. Ekim ayı olduğu için mayo ve bikiniler sezon sonu indirimine girmiş, 100 küsürlük mayoyu yarısının yarısı bir fiyata alacağım için sevinçten kuduruyordum. Elime bir mayoyu alıp inceliyorken hiç yoktan arkama dönüp bakma gereği hissettiğimde Kardeşçalanla gözgöze geldik. Ben ve mayo zina yaparken yakalanmış gibi bir mahçubiyet yaşayıp hemen başımı çevirdim. Koca şehirde koca mağazada karşılaşmaktan doğal ne olabilir di ki? Bu doğanın kanunuydu. Gizlediğin, sakladığın ve çekindiğin herşeyin er yada geç ortaya çıkma ve bununla yüzleşme kanunu... Ben o mayoyu almıştım. Kardeşçalan ise mayoyu aldığımı bildiği halde bilmiyormuş gibi davranmış, bu konu üstüne konuşmamıştık. Hem onane? Ne karışıyor ki? Onun kocalığı kardeşime söker ama bana sökmez!!! Biricik kardeşimi benden çaldı o. Suçlu o....
Kardeşçalan'a telefonda hava atıyordum. "Büyükçakılda deniz, güneş, kum ve ben. Çok güzel bir tatil geçiriyorum." Ne kumu?  Büyükçakıl adı üstünde çakıl ve kafam kadar kayalarla doluydu. Kumdan eser yok!!!  "Baldız denize ne giyip giriyorsun? diye sordu Kardeşçalan. Likya yolu boyunca hiç denize girmemiştim. Mayomu bir iki kere giymiş o zamanda üzerine şortumu giymiştim. Şu andada üzerimde mayo değil şort vardı. Kardeşçalanın sorusu karşısında suçluluk hissediyormuşta cevap veremiyormuş gibi susmuş bir duruma düştüm. Suskunluğumu "mayo giydim" cevabı olarak varsayan Kardeşçalan bana "Cehennem odunu!" dedi. Aramızda hatırlayamadığım bir kaç cümlelik daha diyalog yaşandıktan sonra telefonu kapatmıştık. Konuştuklarımızı Karadeniz'de duymuştu. Telefonda konuştuğum kişinin dediklerini anlayabilmem için sesini en yüksek seviyeye getirdiğimden telefonda kiminle konuşursam konuşayım yanımda ki kişi konuştuklarımızı duyabiliyordu. Kulağım ağır işitiyor galiba...   Kardeşçalan benimle böyle konuştuğu için rahatsız olmuşken birde konuştuklarımızı Karadenizin duyması ve yaptığı yorumlar hoşuma gitmemişti. Karadenizin "Ne dedi telefonda?" sorusu karşısında Kardeşçalanın sorusu karşısında sustuğum gibi susmuştum. Bu suskunluğum Karadeniz'in duymak istediği cevabı almasını sağlamıştı. "Geri kafalı!!!!  Kendini bilip ona göre davrandıktan sonra mayo giymenin ne sakıncası var?" diye soruyordu. Karadeniz bikinili Rus kadınını kasdederek kadını görüyor musun?, çocuğuyla gelmiş yüzüyor, güneşleniyor, dinleniyor, gavur dediğin bu kadın benim ülkemde benim denizimde ki çöpleri topluyor.  Kendini biliyor. Nerede, nasıl davranması gerektiğini biliyor. Kendine güveniyor. Bizim kadınlarımıza bu fırsatlar verilmiyor? Herşey günah ve haram! Kadınlar düşünmekten aciz bırakılıyor ve kadınlar adına hep başkaları karar veriyor. Türkiye'nin her tarafı denizle çevrili. Her insanın yüzmeyi bilmesi gerekiyorken bizde kaç kadın yüzmeyi biliyor?" bu ve buna benzer cümleler söylemişti. Yobaz ve geri kafalı insanlara karşı hissettikleri ve onlara demek istediklerini bana söylüyor kadın haklarının sıkı savunucusuymuş gibi konuşuyordu.   
Kardeşçalan ile Karadenizi kabalık ve beni gıcık edenin birinci olacağı juriliğini yaptığım  bir yarışmaya soksam  ikisini de birinciliğe layık görürdüm. İkiside benim ne düşündüğümü, ne yapmak istediğimi, nasıl giyinmek istediğimi sorma zahmetine girmiyordu. İkiside benim ne yapmam, nasıl düşünmem, ne olmam gerektiği konularında kendilerince  hüküm veriyor, kendi inandıkları, bildikleri doğru kalıplarına beni sokmaya uğraşıyor, bu kalıba girmek istemezsem beni yargılayıp, eleştiriyor, fırçalıyorlardı.  Kardeşçalan için din düşmanı, asi, yasak-kural tanımayan, kafasına estiği gibi davranan biriyken, Karadeniz için doğmatik düşüncelere sahip, geri kafalı, yobaz, dinci, boş ve saçma düşüncelerle doldurulmuş kalıbından çıkamayan birisiydim. Bana göre ise ikiside inatçı, nezaketten uzak, bencil, saygısız ve kabaydılar.  İkisinin savunduğu fikir ile düşünceler  doğu ve batı kadar farklı ve uzak olsada davranış olarak birbirlerinin aynıydılar. Kendi düşünce, fikir, inanç ve bildiklerinin dışındaki herkes kötüydü, yok olması veya göz önünde olmaması gerekiyordu. Farklılıklara tahammülleri yoktu. Karşı düşünüp, davrananları sert bir şekilde eleştirebilirler ve içinde biriktirdikleri (biri din adına, biri özgür düşünce ve bilim adına) kin öfke kusabilirlerdi, öyle de yapıyorlardı. Kıçıma ne giyeceğim kararını onlar mı verecek ben mi? Günahsada benim günahım, sevapsada benim sevabım, düşünceysede benim düşüncem. Bütün hayatım boyunca kendim olamamın acısını çekmiştim ben. Fikrime, düşünceme, bana saygısı olmayanın hayatımda yeri yok. S.ktirin gidin.... (Yazarken bile sinirlendim) 
Bu telefon görüşmesinden sonra Karadeniz bana yüzmeyi öğreteceğinden çadırıma gidip mayomu giyinmiş, belime ise püsküllü bir şal sarıp çıkmıştım. Kardeşçalanla yaptığım telefon görüşmesinden sonra yüzmeyi öğretme isteği artırmıştı. Belimde ki şalı çıkartıp denize doğru yürüdüğümde kendimi çırılçıplak kalmış gibi hissettim. Çok büyük utanma duygusu ve mahcubiyet yaşıyordum. İlk defa doğum masasına çıkıp bacaklarını açan, tüm mahremiyetini başkalarına gösteren kadınların düşünce ve hislerini bilirmisiniz? Hah işte öyle!!! Deniz suyunun içine bir an önce girip bu çıplaklık hissinden kurtulmak için hızlı hızlı suyun içine girdim. Su tenimin görünmesini engellediği için suyun içinde huzurluydum ancak yüzmeyi bilmediğimden korkuyordum.  Koltuğumun altında dünki dalgada kıyıya vurmuş suyun üzerinde kalmamı sağlayan makarna vardı. Karadenizde yanımdaydı, suyun üzerinde nasıl duracağımı, ne yapmam gerektiğini söylüyordu. Karadeniz "annem bile bu suda tek başına gidip gelebiliyor" diyerek bana gaz vermeye çalışıyordu. Annesiyle kıyaslanmaktan ve annesinin yapabildiği ama benim  beceremediğim konuyu yüzüme vurmasından hoşlanmamıştım. Beni gaza getirmek istiyorsa tatlı sözlerle ve benim egomu övecek iltifatlarla bunu yapmalıydı.  Ayağımın altında taş olmadığını hissettiğimde korkuyordum, suyun bütün vücuduma yaptığı basınç beni bunaltmıştı. Suyun içinde çırpınarak büyük bir enerji harcıyor, hareket etmeye çabalıyordum ancak başaramıyordum. Yolun çok başındaydım. Su burun seviyeme geldiğimde panikliyor, Karadenize tutunuyordum. Karadeniz "korkma, ben buradayım, suya direnme, suyu kendinden farklı görme, suyla bütün ol diyordu!" Suyu benim dışımda olan bir düşman olarak değilde bir dost gibi görüp kendimi suya teslim ettiğimde herşey daha iyi olmuştu. Artık su üzerinde durabiliyor, bir kaç metrede olsa suda ilerliyebiliyordum. Karadeniz yanımda değildi, tutunacak dalım çok uzaklara kadar yüzüp beni dalsız bırakmıştı. Uzaklaşarak kendi başına öğrenmelisin ve bana değil artık kendine güvenmelisin mesajını vermişti.
Denizden çıkıp biraz dinlenmek için şezlonga uzanmıştık. Üzerimde ki mayo için artık çok fazla üzerimde baskı hissetmiyorum ancak püsküllü şalımıda belime sarmaktan geri durmadım.  Karadenizin daha kısa bir şortu varken uzun bir şort giyiyordu. Giydiğim mayoyu kasdederek "ooo açılmış saçılmışsın, keyfin yerinde, maşallah her şeyin meydanda!" diyerek bana takılmıştı. Bu şakayı ciddiye mi almalıydım yoksa gülüp geçmelimiydim bilmiyorum. Karadeniz özelde rahat iletişim kurabilen birisi değildi. Söylemek istediklerini imâ ederek söylüyor, ne demek istediğini anlama işi ise bana düşüyordu. Bu şakayla bir şey mi imâ etmek istemişti? Kendisi daha kısa bir şortu varken neden uzun olanı tercih etmişti? Ben böyle açık saçıkken o yanımda tesettürlü gibi kalmıştı. Çekinmediği, utanmadığı her halinden belli olan Rus kadının "bikini giymesinin ne sakıncası var?"  diyebiliyorken mayo giydiğim için üzerimde yoğun baskı hisseden bana bu şakayı yapmasında ki amaç neydi? Kalkan plajında kıyafetiyle denize girmiş Bayan Türk hakkında olumsuz konuşmuşken kendisi uzun şort giymişti. Neden? Bu soruların hiç birisini ona soramadım. Ama kendim sorup kendim cevap verdiğimde kendime şu cevabı verdim.  Kitaplardan öğrenmesi gereken bir çok bilgiyi öğrenmiş, bildikleriyle bir çok insanın önüne geçmiş olsada Karadeniz'de has bir Türk'tü. Genleri, kültürü, aldığı eğitim ve her ne kadar kabul etmek istemesede doğru diye ona öğretilenler bu topraklarda yetişmiş insanlara aitti. Kadın ile erkek arasında bulunması gereken mesafeye çok dikkat ediyor, yanlış anlaşılabilecek davranışlardan kaçınıyordu. Yanında ki kadını sahiplenici, kıskanan, herkesten sakınan bir yapısı olduğu halde ilgilenmiyormuş gibi davranacak kadar da gururluydu. 
Hayatımın bundan sonra ki safhasında artık mayomun üzerine şort giymeden yüzmeme kararı aldım. Bu çıplaklık ve utanma duygusu  benim yaşamak istemediğim ve baş edemeyeceğim bir duygu olduğundan, yüzmem gerekecekse şortla yüzecektim. Bu konuda ne Karadeniz ne Kardeşçalan ne de bir başkasının fikrini önemsiyorum.
Şezlongların üzerinde biraz dinlendikten sonra tekrar denize girmiştik. Artık suda daha rahat hareket edebiliyordum ancak koltuğumun altında ki makarnaya hala ihtiyaç duyuyordum.
Denizden çıktıktan sonra duş almak istediğimi ancak duş almak için yer bulunmadığını söylediğim Karadeniz hemen çadırlarımızın arkasında bulunan kocaman harflerle yazılmış SHOWER yazısını gösterdi. İnanmıyorum yaaa... Sabah ben kafamı yıkamak için boşunamı o kadar zahmet çekmişim. Körmüyüm neyim ben? Şampuanımı alıp soğuk suyla güzel bir duş aldım. Denizin tuzlu suyundan, kirinden, kumundan arınmak için alel acele yapılması gereken bu duş benim zaruri banyo ihtiyacına dönüşmüştü. Yıkan Haccecan yıkan.. Bu fırsatı bir daha bulamayabilirsin...
Kardeşçalana zina yaparken yakalandığım mayomla duş almıştım. Akşam üzeri olduğundan havada soğumuş, soğuk suyun etkisiyle iyice üşümüştüm.  Çadırıma gidip ıslak kıyafetlerimi çıkarttığımda mens olduğumu farkettim. Daha iki hafta vardı ancak bu hava değişiminden vücudum etkilenmiş olmalıydı. Hazırlıksız yakalanmıştım. Ped almam gerekiyordu ancak nasıl ve nereden alacağımı bilmiyordum. Üzerimi giyinip Karadenizin yanına gittim. Karnımda ağrı, şişlik vardı ve kendimi gergin, sinirli, çirkin bakımsız hissediyordum. Ah şu hormonlar!!! Nasıl hissedeceğimizi  hep onlar belirliyordu ancak hormonlarımızın nasıl salgılanacağını kim belirliyordu? Üşüdüğüm için tüylerim diken diken olduğunda çadırıma doğru üzerime kapşonumu almaya gidiyorken Karadeniz üzerinde ki montu çıkartıp giymem için bana vermişti. Karadeniz "tekrar yüzmek istermisin?" diye sorduğunda "benim için deniz sezonu artık kapandı!!" deyip ona olumsuz cevap vermiştim. Ne demek istediğimi anladı mı anlamadı mı bilmiyordum.
Akşam yemeği için Bayram bey bize yemek hazırlamıştı. Masayı kurarken Ülker hanımda ped olup olmadığını sorduğumda olumsuz yanıt aldım. Masada yemek yerken Karadeniz yarın Likya yolunu yürümeye devam edeceğimizi yürüyüşe çıkmadan önce eksik malzemeleri merkeze gidip almamız gerektiğini söylediğinde hemen lafa atladım. "Yarın sabah merkeze alış veriş yapmaya ben gideyim. Anneme kontör göndermem gerek" demiştim. Ped almam gerekiyordu ve bunu Karadeniz'e söyleyemezdim.  Merkeze ben gideyim sözünün üstüne Karadeniz bir şey dememişti.
Masadan henüz kalkmamıştık. Bayram Bey "merkeze alış veriş yapmaya gidiyorum, istediğimiz bir şey var mı?" diye sorduğunda Ülker hanımın gözlerine baktım. Ne istediğimi anlamıştı. Bayanların bir  kelime bile kullanmadan bir bakışla iletişim kurabilme özelliğine  hayranım. Gözlerimiz bile konuşuyor be... Ülker Hanım eşini mutfağa çağırıp beni mahçup etmeden ped almasını söylemişti. Bayram bey çarşıya gidip geldikten çok sonra Ülker hanım poşete sarılmış pedi kimseye farkettirmeden bana verdi. O akşam Bayram ve Ülker çiftinin küçük kızları ile de tanıştık. Ailecek bilgisayar ile akrabaları ile görüntülü konuşma yapıyorlarken Karadeniz çadırların yanına doğru gitmiş karanlıkta kaybolmuştu.Nereye gittiğini bilmiyordum, birazdan tekrar göründüğünde bana "daha burda durmayalım istersen" deyip oturduğum yerden kalkmamı sağlamıştı. Birlikte şezlongların üzerine uzanıp yıldızları seyrettik. Hava çok soğuktu, mens olduğum içinde daha çok üşümüş, sıcak bir şeylere sarılıp kıvrılmak istiyordum. Karadenize "üşüdüm çadırımdan montumu giyip geleyim" dediğinde "hayır çadıra gidelim" demişti. Karadenizin çadırı 3 kişilik, benim çadırım 2 kişilikti. Onun çadırı daha büyük olduğundan  hep onun çadırında oturuyorduk. Artık onun yanında kasılmış bir şekilde oturmuyor, çantasına yaslanıp uzanabiliyordum. Karadeniz mavi not defterine bir şeyler yazıyorken ben uyuyakalmışım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Karadeniz beni uyandırıp çadırıma gidip uyumamı söylemişti. O gece çadırımın sağında, solunda, üzerinde birşeyin hareket ettiğini farkettim ancak uyku sersemi buna pek anlam veremedim.Yılan mı, cin mi, peri mi? Korkmaya başlamıştım. Gerçek ile hayal arasında gidip gelirken çadırımın yağmurluğu ile iç tentesinin arasından bir kedinin çadırın tepesine tırmanmaya çalıştığını farkettim. Allahtan Karadeniz wc ye kalkmıştı.  Çadırımın üzerinde ki kediyi almasını söyledim. Karanlıkta araya sıkışmış kediyi  bulmakta zorlansada onu oradan çıkarmış, çadırımın içindeki sıcaklığa geldiğini söylemişti. Sıcakkanlılığım kediyi bile cezbetmiş ama kaya gibi sert Karadenizi birazcık bile yumuşatmamıştı. 

1 yorum:

  1. seni karın ağrısıyla daha zorlu bir yolculuk bekliyor olmalı!!..

    YanıtlaSil

Yorumlarınızı Bekliyorum