Burada ki 1979 Uluslararası Çocuk yılı vesilesiyle Tahtacı
Fatma adıyla yapılan belgeselle ilgili görüşlerime ait yazıdır.
Belgeseli, “Tahtacı Fatma, Ben ve
Hakikat” düzlemlerinde ki bakış açılarıyla ayrı ayrı değerlendirmeye
çalışacağım.
Tahtacı Fatma… Acıdaşım. 1967
doğumlu Tahtacı Fatma’nın 12 yaşında ki döneminin gösterildiği film kesitinde,
kıyaslama içine girerek acılar içinde girdiğini görüyorum. Taşıma su ile
bulaşık yıkayan, sırtına bağladığı kardeşi ile ev işleri yapmaya çalışan, katır
üzerinde dağlara ağaç kesmeye giden Fatma, yerleşik hayata geçemediği için
eziklik içerisinde. Ormanda ağaç kesen işçilere o yıllarda tahtacı olarak
adlandırıldığını ifade ediyor. Abisi kendini aşan kat be kat ağır ağaç kesme
motorunu kullanırken, eğitim hayatına devam etmenin okuyan herkesin iş bulamayacağı
gerekçesiyle gereksiz olduğunu vurguluyor. O yıllarda da iş bulabilmek için
eğitimin yeterli olmadığını Fatma’nın abisinin yorumundan anlayabiliyoruz. Fatma
baltayla ağaçların dallarını, ağaç gövdesinin kabuklarını kesiyor. Yaşlarının
çok üzerinde beden ve zihinsel zorlukların üstesinden gelmek zorunda
bırakılıyorlar. Fatma’nın babası ise sosyal hakların yetersizliğinden, orman
işçilerinin devlet tarafından sayılmadığından, sahipsizlik ve çaresizlik
duyguları ile kuşanmış olarak üvey evlat muamelesi gördüklerinden bahsediyordu.
Ben … Tahtacı Fatma’dan 16 Yıl
sonra ben dünyaya gelmişim. Belgesel benim doğumumdan 4 yıl önce çekilmiş.
Tahtacı Fatma’nın yaşlarına geldiğimde ev işleri, kardeş bakımı ve bahçe
işlerini de üstlenmiş birisi olarak onunla birebir empati yapabiliyorum. O
yaşlarda işlerin ağırlığı ve yaşam koşulları hakkında ufkum dar olduğu için çok
kıyaslama yapamasam da bir şeylerin eksikliğini hissediyordum tabi. Bir çocuk
için olmazsa olmaz tek şey sevgi duygusuydu. Bazen aç yatmak, yırtık – eski giymek
çocukların çok umurlarında olduğu konular değildi. En azından benim açımdan
değildi. İnsan bedeni bu eksiklikleri bir şekilde telafi ediyorken, insan ruhu bir
tek sevginin eksikliğini telafi edemiyor(muş). Çocuğun yaşam koşullarının zor
bir ortamda yetişmesi onu çok daha güçlü yapıyor sadece sevgisi eksik olmasın
yeter. Neyin ne olduğunu büyüdükten sonra anlıyor insan. Çocuklukta sadece yaşadıklarınıza
ait deneyim, bilgi biriktirip, gözlem yapıyorsunuz.
Hakikat … Belgeselde şikayet
edebilmeleri, bunları dile getirmeleri (ki bu konuda çok iyi kelimeler kullanıp
kendilerini çok güzel ifade ediyorlar)
belirli bir bilinç düzeyine yükselebilmiş olduklarını gösteriyor. Bu büyük bir başarı. Bu başarının nedeni ise bence Atatürk’ ün önderliğinde kurulmuş
olan Cumhuriyet yönetimiydi. Lev-hi Mahfuz’da ne diyordu. İlk çağlarda insanlar
beklentisizken, bu çağda mutsuzluğu deneyimliyorduk. Mutsuzluğun farkında
olup, eksiklikleri dile getirebildiğimiz çağlara ulaştık.
Ayrıca belgeselde kullanılan ağaç
motorunun varlığından birkaç nesil öncesinin haberi bile yokken, bir çocuğun
onu tek başına kullanıp birkaç günlük işi birkaç saatte yapabiliyor olması da
bence insanlığın büyük bir başarısı. Kişisel tekamüllerin, yönetimlerden çok ileride olduğu çok açık. Bu böyle olmalı da. Bireyler aydınlanmalı ki,
yönetimlere aydınlık olanlar gelsin…
Kişisel bir tespitim de. Bu belgesel filmi yapan Suha Arın' ın belgesel için ödeneği kendi cebinden vermesi ve beklentisizlik içinde yaptığı filmden bir çok ödül almasıydı. Kişinin haberi olmasa bile doğru iş doğru niyet ile er ya da geç başarıya ulaşıyor.
Tahtacı Fatma hakkında yıllar
sonra yapılan haber burada…
Bu yazıyı yazmama sebep olan yazara sevgi ve selamlarımla….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı Bekliyorum