Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

26 Ekim 2021 Salı

Tahtacı Fatma

 

Burada ki 1979  Uluslararası Çocuk yılı vesilesiyle Tahtacı Fatma adıyla yapılan belgeselle ilgili görüşlerime ait yazıdır.

Belgeseli, “Tahtacı Fatma, Ben ve Hakikat” düzlemlerinde ki bakış açılarıyla ayrı ayrı değerlendirmeye çalışacağım.

Tahtacı Fatma… Acıdaşım. 1967 doğumlu Tahtacı Fatma’nın 12 yaşında ki döneminin gösterildiği film kesitinde, kıyaslama içine girerek acılar içinde girdiğini görüyorum. Taşıma su ile bulaşık yıkayan, sırtına bağladığı kardeşi ile ev işleri yapmaya çalışan, katır üzerinde dağlara ağaç kesmeye giden Fatma, yerleşik hayata geçemediği için eziklik içerisinde. Ormanda ağaç kesen işçilere o yıllarda tahtacı olarak adlandırıldığını ifade ediyor. Abisi kendini aşan kat be kat ağır ağaç kesme motorunu kullanırken, eğitim hayatına devam etmenin okuyan herkesin iş bulamayacağı gerekçesiyle gereksiz olduğunu vurguluyor. O yıllarda da iş bulabilmek için eğitimin yeterli olmadığını Fatma’nın abisinin yorumundan anlayabiliyoruz. Fatma baltayla ağaçların dallarını, ağaç gövdesinin kabuklarını kesiyor. Yaşlarının çok üzerinde beden ve zihinsel zorlukların üstesinden gelmek zorunda bırakılıyorlar. Fatma’nın babası ise sosyal hakların yetersizliğinden, orman işçilerinin devlet tarafından sayılmadığından, sahipsizlik ve çaresizlik duyguları ile kuşanmış olarak üvey evlat muamelesi gördüklerinden bahsediyordu.

Ben … Tahtacı Fatma’dan 16 Yıl sonra ben dünyaya gelmişim. Belgesel benim doğumumdan 4 yıl önce çekilmiş. Tahtacı Fatma’nın yaşlarına geldiğimde ev işleri, kardeş bakımı ve bahçe işlerini de üstlenmiş birisi olarak onunla birebir empati yapabiliyorum. O yaşlarda işlerin ağırlığı ve yaşam koşulları hakkında ufkum dar olduğu için çok kıyaslama yapamasam da bir şeylerin eksikliğini hissediyordum tabi. Bir çocuk için olmazsa olmaz tek şey sevgi duygusuydu. Bazen aç yatmak, yırtık – eski giymek çocukların çok umurlarında olduğu konular değildi. En azından benim açımdan değildi. İnsan bedeni bu eksiklikleri bir şekilde telafi ediyorken, insan ruhu bir tek sevginin eksikliğini telafi edemiyor(muş). Çocuğun yaşam koşullarının zor bir ortamda yetişmesi onu çok daha güçlü yapıyor sadece sevgisi eksik olmasın yeter. Neyin ne olduğunu büyüdükten sonra anlıyor insan. Çocuklukta sadece yaşadıklarınıza ait deneyim, bilgi biriktirip, gözlem yapıyorsunuz.   

Hakikat … Belgeselde şikayet edebilmeleri, bunları dile getirmeleri (ki bu konuda çok iyi kelimeler kullanıp kendilerini çok güzel ifade ediyorlar)  belirli bir bilinç düzeyine yükselebilmiş olduklarını gösteriyor. Bu büyük bir başarı. Bu başarının nedeni ise bence Atatürk’ ün önderliğinde kurulmuş olan Cumhuriyet yönetimiydi. Lev-hi Mahfuz’da ne diyordu. İlk çağlarda insanlar beklentisizken, bu çağda mutsuzluğu deneyimliyorduk. Mutsuzluğun farkında olup, eksiklikleri dile getirebildiğimiz çağlara ulaştık. 

Ayrıca belgeselde kullanılan ağaç motorunun varlığından birkaç nesil öncesinin haberi bile yokken, bir çocuğun onu tek başına kullanıp birkaç günlük işi birkaç saatte yapabiliyor olması da bence insanlığın büyük bir başarısı. Kişisel tekamüllerin, yönetimlerden çok ileride olduğu çok açık. Bu böyle olmalı da. Bireyler aydınlanmalı ki, yönetimlere aydınlık olanlar gelsin…

Kişisel bir tespitim de. Bu belgesel filmi yapan Suha Arın' ın belgesel için ödeneği kendi cebinden vermesi ve beklentisizlik içinde yaptığı filmden bir çok ödül almasıydı. Kişinin haberi olmasa bile doğru iş doğru niyet ile er ya da geç başarıya ulaşıyor. 

Tahtacı Fatma hakkında yıllar sonra yapılan haber burada… 

Bu yazıyı yazmama sebep olan yazara sevgi ve selamlarımla….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı Bekliyorum