İçinde yaşadığın o kuvvetli boşluk ve peşinden ettiğin o dua, çok büyük bir duaydı küçüğüm. Peşinden pek çok başka şeyi hayal/dua ettiğin için, o günkü büyük duanı ancak ben sana hatırlattığım için hatırlayabildin. Oysa, o günden bugüne kadar yaşadığın hayatın her aşamasının anafikrini, farketmemiş olsan da, o günkü o büyük dua oluşturdu. Yeni bir din yazdık birlikte… Yeni ama bir o kadar da eski. Eski ama bir o kadar da yeni bir din. Bu süreçte, benim rolüme gelince… O güne kadar seni o serzenişe götüren hayatı sana yaşatan benim. Ben sadece duayı kabul ya da reddeden olmadım. Sen o duayı edensin, ben ise aynı zamanda o duayı ettirenim. Ben ve sen… Biz’i birbirimizden ayırmak hiç ama hiç kolay değil… buRAK özDEMİR- Levhi Mahfuz
Yol kenarında yürüyorum. Karşıda'kini bekliyorum. Yürüyerek bekliyorum!! Yerinde duramayan ben için başka bir
şey mümkün görünmüyor. Arabayla beni alacak diye yol kenarında yürüyordum.
Yürürken gelip beni alırdı nasılsa. . Hava rüzgarlı, soğuk bir kış günü.. Yarım
saat oldu hala gelmemişti. Bekletiliyordum yine!! Kızmaya başlamıştım. Beklemek
benim kaderim mi!! İçimde ki bu
sabırsız, her şeye celallenen Haccecan’ı sakinleştirmeye uğraşıyorum. Baya bir
sonra geldi arabayla, yanımda durdu. Nerde kaldın diye sorduğumda bir işim vardı
geciktim demişti. Hay senin işine! Bu
soğuk havada beni yürüttün ya! Aslında iç sesim daha ağır konuşur da ben kamuya
açık alanda frenliyorum kendimi. Bir şey demedim. Bu içimde ki canavarı
konuşmaması için nasıl zapt ediyorum birde bana sorun. Bir süre sonra rüzgar da
saçım başım ne hale geldi diye arabanın önünde ki aynayı aşağıya indirmemle
birlikte araya sıkışmış bir şey kucağıma düştü… Elime aldım bakıyorum bu ne
diye.. Yaprağı olmayan bir sapı olan küçücük bir gül… Şaşkın şaşkın bakıyorum. Hiç
beklemiyordum. Karşıda'kine bakıyorum yola bakıyor bana hiç bakmıyor. O hali o
tavrı. Allah’ım sana geliyorum. Yüzümde şu anda da beliren şebek ifade, o günde yüzümde
belirmişti. Mahcubiyet, utangaçlık, sevinç.. Karışık bir duygu demeti... Civarda ki bütün ilçede ki çiçekçilere uğrayıp gül aradığından
gecikmiş meğersem. Normalde yüzüne bakılacak gibi olmayan kısa saplı,
yapraksız, küçücük bu gül için çok yer dolaşıp nihayet bunu bulabilmişti. Başka hiç bir gül kalmamıştı. O gül
ile benim kalbime de bir ok atmayı başarmıştı.
Çiçek, hediye ve sürpriz
konusunda beni hiçbir zaman aç bırakmadı Karşıda ki… Ama yine de beni gerçekten
sevdiğini burada bahsettiğim kulağımdan kiri eliyle aldığı, bu esnada beni mahcup etmeyen
tavrından sonra hissetmiştim. Ardından bana söylediği "ben senden iğrenmiyorum ki" sözüydü. Kadınlar genelde çiçekten böcekten hoşlanır
diyenler yanılıyor. Herkes kendi için doğru kişiyi bulduğunda suyun akıp yolunu
bulması gibi gerçekleşiyormuş her şey. Doğru kişiyi bulduğunuzda çiçeğe de,
böceğe de, elmaslara da, altınlara da ihtiyaç duymuyorsunuz. Sevgi size doğru aktığında sizde verici konuma
geliyormuşsunuz. İlişkiler dans gibi, karşılıklı ritmlere ayak uydurmakmış. Sizin için açılmayacak
kapıların ardında bekleyip durmak yerine size doğru açılmış kapılara yönelmek hayat yolunu çok daha kolay ve hasarsız atlatmanızı sağlıyormuş.
Artık bir sevgilim vardı 29 yaşında!!! Bu ilişkinin nereye
varacağı çok belliydi. Niyeti en başından beri evlilik olan Karşıda ki ile bu
sürece koşar adım gidiyorduk. Evlilik benim için ne anlama geliyordu? Korkunç bir azap. Hapis hayatı. Zulüm ve işkence. İçinde
doğduğum, büyüdüğüm evlilik tam bir cehennem azabıydı. Tutarsız bir baba, her
şeyi alttan alan iyi niyetli bir anne. Annem sürekli olarak babam tarafından aşağılanırdı. Her davranışını kafasına vura vura rencide ederdi. Kavganın, gürültünün, huzursuzluğun, mutsuzluğun eksik
olmadığı bir ortamda doğduğum için asla evlenmeyeceğim diye kendime sözler
vererek büyümüştüm. Bu ortamın dışında çocukluğumda yaşadığım bir çok travmada
vardı. Erkeklerin yüzüne bakamamamın, internet üzerinden sohbet edebilmemin
nedeni de bu travmalardan sadece birisiydi. Genç bir kızken alkol alan babam
beni başka bir odaya alıp “kaç kişiyle yaptın” diye vurmaya başlamıştı. Yüreğimde o kadar derin bir acı hissetmiştim ki o sözlerin ardından vurduğu
yerler hiç mi hiç acımamıştı bile. Babam tarafından orospu muamelesi görmek korkunç
bir yıkım yapmıştı kişiliğimde. O akşamdan sonra erkeklerle aramda ulaşılamaz
uçurumlar açılmıştı. Orospu olmadığımı ispat
etmek için erkeklerden uzak duruyordum. Konuşurken kekeleyen, kendine güvensiz,
yüzü gülmeyen bir ergenlik geçirmiştim.
Bu kadar travma dolu geçmişe sahip birisi evlenmeli mi? Ben evliliğe layık mıydım? Bilmiyordum…
devam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı Bekliyorum