Tanrı sırtına kolaylıkla taşıyabileceğin, ortalama yükler
bindirirse, sen bir hamal olursun küçüğüm. Bu dünyaya hayatın eşyalarını oradan
oraya taşımak için gelmedin. Sen tekamül etmek, çıtanı her geçen gün yükseltmek
için buradasın. Rab, kaldırabileceğinden daha ağır yükü bindirir sırtına. Sonra
sen kıvranmaya başlarsın tıpkı şu an olduğu gibi. Rab, yükü hafifleten değil
seni kuvvetlendirendir. Kaldıramayacağın
yükü vermez’in anlamı budur. Yüklerin en ağırını verir. Bunun yanında ruhun
kaldırma kuvvetini de… Acının döktürdüğü gözyaşlarını sildiğinde, sen
eskisinden daha güçlü birisindir. İnsan, saniyeler içinde gelişir. Lev-hi
Mahfuz – buRAK özDEMİR
İlk büyük kavgamızdan sonra beni
evime bırakıp ayrılmıştı Karşıda ki… Tartışma sonrası evde duygu fırtınalarına
teslim olmuş “ben ne yapıyorum, bu ilişki de ne şimdi, bu olayda neydi şimdi, neler oluyor diye düşünürken ilerleyen
saatlerde Karşıda ki telefonla arayıp bağırdığı için özür dilemişti benden.
Hayatımda en şaşırdığım anlardan birisiydi bu telefon görüşmesi. Bir erkek
hatası için özür dilemişti ki ona göre hata olmayan bir konu yüzünden hem de.
Ya olamaz ben ilişkiyi bitirmek için sebep ararken beni içine daha da
hapsedecek bir bahane daha vermişti bana. Kurtulmaya çalıştığım bataklığın içine daha da gömülüyordum sanki…
Böyle bir şey mümkün değil. Bir erkeğin kendi gururunu hiçe sayıp özür
dilediğine ilk defa şahit olmuştum. Çok büyük bir erdemdi bu sahip olduğu.
Kendisi bu erdeme sahip olduğunun farkında da değildi üstelik. Ama ben farkındaydım. Beni birisine bağlayabilecek tek şey sevgi ve
saygıydı. Karşıda ki’nde bu ikisi varken üstüne birde “gerektiğinde özür
dileyen, gururunu ayaklar alabilmesi huyu” yanında ikramiye olarak verilmişti…
Teslim olmam için bir gerekçe daha… Ben bu kişiyi hak edecek ne yaptım!!!
Hayaller…
Artık ilişkimizin üzerinden 6 ayı
geride bırakmıştık. Ona iyice alışmıştım. Varlığını benimsemiştim. Seviyordum
artık. Aşk gibi tutkulu değildi… Ama aşkı zaten istemiyordum. Aşk benim zihnime
acı olarak kazınmıştı. Bunca yıl acıyı yeterince deneyimlemiş biri olarak artık
onu istemiyordum. Aşk benim için saplantılı, güven duyulmayan bir fırtınaydı.
İçinde debelenip durduğum, boğulup kurtulamadığım bir fırtına. Sevginin ılık dalgalı suları beni ne boğuyor
ne de batırıyordu. Üzerinde hafifçe sürüklendiğim göl gibiydi sevgi. Ben ise
kayık. Bu kayık batmadan yolun sonuna varmak istiyorsa sakin suların üzerinde
yol alması gerektiğini artık öğrenmişti.
Mesajlaşmalar, gece yarılarına kadar
telefonda konuşmalar. Telefon başında uyuya kalmalar. İlk önce telefonu sen kapat muhabbetleri. Her
şey yerinde ve usulünce idi.
Evlensek nerede otururuz, hangi
eşyaları alırız, nasıl öderiz sohbetlerine başlamıştık. İki kanapem, bir
televizyonum, mutfak eşyalarım, kitaplık rafım, BİM’den aldığım çalışma masam,
halılarım, yatağım ve yatağın altına demir somyam, tek kişilik bir gardırobum
vardı. Bekar evine göre bir çok eşyam vardı. Onun hiçbir eşyası yoktu.
Olmasın.. Umurumda da değildi.. Ben Karşıda ki’ne “senden sadece huzur, saygı
ve sevgi istiyorum. Benim senden başka hiçbir beklentim yok diyordum her
seferinde.
Kaf dağının tepesinde ki evime gelip yerleşsin
yeter. Hiçbir şey istemem.. Bir erkek için bunlar gurur meselesi olur muydu?
Olur du… Kadının evine iç güveysi gibi gelip yerleşmek her erkeğin kaldırabileceği
bir durum değildi. O beni benim onu sevdiğimden daha çok sevdiği için buna da
eyvallah dedi. Dere’nin kenarında beni sırtına alıp taşıma cesaretini göstermiş
Karşıda ki beni her şeyimle taşımaya razı gelmişti. Kendimi taşıtacak bir
karakter değilsem de beni taşıyacak birinin karşımda olduğunu görmek egomu
acayip tatmin ediyordu. Hayatımda görmediğim ilgi, sevgi, alaka, hırpalanmış
gururuma nasılda iyi geliyordu. Birisinin
karşısında diz çökmem için onun karşımda başını eğmesi gerekiyordu. Karşıda ki'nden başını eğmesini
beklerken o diz çökmüştü karşımda. Ben bu adama köle olmayayım da ne yapayım
şimdi.. Ondan kaçmam mümkün değildi… Kaçamadım
da…
Devam edecek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı Bekliyorum