Erkek kardeşimle vedalaştım on beş dakika kadar önce... Gözlerim sulandı, bir kaç damla yaş döküldü, içimden bir parça koptu onun ardından bakarken... Aslında bugün iki kez vedalaştık. Sabah iş yerime beraber geldik. Ona doktor raporunu aldık sonra geldik benim odama. Vedalaşma zamanı gelmişti ama odamda (babası vefat eden bir vatandaş rapor almak için beklediğinden), ne kardeşime doya doya sarılabildim ne de doğru dürüst içimdeki hüznü gözyaşlarıyla dışarıya akıtabildim... Yabancı insanların yanında davranışlarım nasılda değişiyor. Zayıflığımı ve gözyaşlarımı yabancı birisinin görmesini istememiştim fakat oda ölen babası için bir kanadı kırılmış kuş gibi yarım ve eksik oturuyordu bir köşesi yırtık deri kaplamalı koltukta.. Bavul elinde giden kardeşimin arkasından bakakaldım ve saldım gözyaşlarımı. Odanın dışında bir kaç tur atıp biraz gözyaşı döktükten sonra odama gelip oturdum daktilo başına. Aklım kardeşimdeydi, doğru yazmak ne mümkün! Tak! tak! basıyorum daktilonun tuşlarına ama neye nasıl basıyorum bilmiyorum... Raporu yazıp vatandaşı gönderdiğimde içime bir hüzün oturdu. Kardeşimi belkide bir daha göremeyecektim! "Gidipte dönmemek, dönüpte bulmamak vardı" Ve ben bu uzun, belkide dönmeyeceği, döndüğünde bulamayacağı yolculuğuna gerektiği gibi veda edememiştim. İçimde bunun pişmanlığını bir-iki saat kadar yaşamıştım ki, kapı çaldı ve karşımda erkek kardeşim (odun(um)) duruyordu. Meğersem bir belge daha alınması gerekiyormuş onu unutmuş. İçimden iyiki unutmuş diyorum ama yüzüne yine bilmiş bilmiş laflar ediyorum. "Oğlum her işi başından düşüneceksin demiyormuyum her zaman sana, akılsız başın cezasını ayaklar çeker, çek cezanı bak o kadar gittiğin yolu geri döndün. Şimdi doktora ne diyeceğim ben, kardeşim diğer belgeyi unutmuş onumu almaya geldik diyeceğim. En başından niye her şeyi düşünmüyorsun, hep ben mi düşüneceğim." diye sözleri ardı ardına sıralıyorum. Erkek kardeşim;" of ablaaaa tamammmm, bugün benden kurtuluyorsun, son kez benim işlerim için uğraş" dedi ve ben söylediklerime pişman olup sustum. Halbuki ben onun düşünceli, kendi işini kendi yapan, kendi kararlarını alabilen, becerikli birisi olsun diye uğraşıp duruyorum, o ise bunları düşünebilmesi için bile çok büyemeye (ruhen) ihtiyacı vardı. İçim cayır cayır yanıyor, bilinmezliğe doğru onu yolcu etmek kontrolcü bir kişiliğe sahip olan bana acayip dokunuyordu.
Öğle yemeğini beraber yedik ve tekrar arkadaşlarıyla toplanıp beraber Kıbrıs'a gitmesi için okuluna gönderdim odunumu. Bu sefer ağlamadım ama!! Bir kere ağladım yeter da.. Abartmayalım... (Yalan yine bir iki damla gözyaşı kadar ağladım, ama sabahki kadar değil)
İki saat kadar sonra ne göreyim... Msn de erkek kardeşim... Okuluna gönderdiğim erkek kardeşim okulda beklemekten sıkılıp internet kafeye gitmiş. Yine...Kapıdan kovduğum kardeşim bacadan girip karşıma dikiliyor ya. Akşam 9'da uçağa binip gidecekleri için gevşek gevşek davranıyorlar. Gider ayak dominantlık yapmayayım diye birşey demedim. Artık o özgür, kanatlarımın altından çıktı ve kendi kararlarını alacak!! ne diyim... Ama o uçağı kaçırıpta karşıma geçerse benden çekeceği var... Eve almam... Naparsa yapsın...
Liseyi bütün ısrarlarımıza, nasihatlarımıza, babamın nasihatlarına, baskılarına ve dayatmalarına rağmen okumadı. Okuldan kaçıp internet kafelerde soluğu alan erkek kardeşimi babam, ilçedeki mevcut 25-30 internet kafenin her birini dolaşarak arıyor, onu bulduktan sonra okula gitmesini sağlıyordu. Ergenlik çağları çok problemli geçti anlayacağınız. Asi bir gençti. Lise 1. sınıfı iki kere tekrar eden erkek kardeşimin okuldan kaçmalarının önünü alamayan babam bizede danışarak onu okuldan alıp motorsiklet tamircisinin yanına çırak olarak verdi. "Okuyup adam olamayacaksa kolunda bir bilezik olsun bari" diye düşündü(k)!. Bir seneye yakın çırak olarak çalışan erkek kardeşim; bu meslekte sonunun olmadığını, kimsenin kendisini adam yerine koymadığını görüyor, hayatın zorluklarını daha iyi anlıyordu. Kafasında bazı şeyler bu zor hayatı gördükten sonra şekillenmiş, baskıya, otoriteye, zor bir hayata tahammül edememeye başlamıştı ve kendince bazı kararlar almaya başlamıştı. Evden kaçacaktı!!! Bu fikirlerini benimlede paylaşıyor ama söylediklerini gerçekleştirecek gücünün olmadığını düşündüğüm kardeşimi bende adam! yerine koymuyordum. Ama söylemem gereken herşeyi de söylemekten çekinmiyordum. Her büyük gibi bende ona nasihat ediyor ama kendisi geliştirmesi için fırsat vermiyordum. Kardeşimi harekete geçirecek bir kıvılcım gerekiyordu. Bu kıvılcım ise çok geçikmedi. O kıvılcımı ise istemeden ben verecektim. Az sonra okuyacaksınız meraklanmayın...
Yanında çalıştığı bekar ustası; eş adayı olarak beni belirlediğini öğrendiğinde (daha doğrusu öğrendiğimizde bende bilmiyordum) bana "onunla evlenemezsin" restini çekti, kendiside ustasının yanına bir daha da gitmedi zaten. Evden kaçmıştı. Evden kaçma sebebi olarak ustasının bana görücü gelmesi bahane olmuştu ama altında çok daha başka sebepler yatıyordu. Odunum ortalarda yoktu, kimse nerede olduğunu bilmiyordu. Kızkardeşim gözyaşlarına boğulurken ben içten içe seviniyor, istemediği bir hayatı yaşamayı kabul etmeyip red ettiği için onunla gurur duymuştum. Heytt aslanım be kim tutar seni yürüü... Artık dönüşü yoktu. Yeni bir hayata gözü kapalı atlamayı tercih ettiğine göre her şeyi göze almıştı. Her şeyi göze aldığı için yanlış yola sapması ve insanlar tarafından her amaçla kullanılmasıda zor değildi. Ortadan kaybolduğundan bir veya iki gece sonra bir internet kafeye gelmiş, msn den benimle konuşmuştu. "Abla sen kabul edersen yanına geleceğim, yanına gelmemi kabul etmezsen İstanbul'a gidip çalışacağım" demişti. Nerede olduğunu ise sır gibi saklıyordu. Ben dünden razıydım yanımıza gelmesi için, istanbul onu yutardı mazallah ama ön şartlarımı kabul etmeden de yanıma gel demedim. Erkek çocuğunun kontrol altında tutulması çok zordu. Buraya geliyorsa benim kurallarımı ve şartlarımı kabul ederek gelmeliydi. Oda el mahkum kabul etti, başka bir seçenekde bırakmadım zaten. Hayatındaki seçenekleri kendisi belirleyip, bu seçeneklerden birini seçme hakkını elde edebilmesi için çalışması, uğraşması, zorlanması gerekiyordu, hayat bana bunu öğretmişti, bende ona öğretmeliydim. O akşam msn den kendime yakın gördüğüm başka bir tanıdığıma konuyu anlatıp derdimi paylaştığımda ise bambaşka bir yola gireceğimizi bile bilmiyordum. "Kendisinin görev yaptığı okula kardeşimi getirmemi" söylemişti. O adam artık gözümde bir ilah!!!
2008 yılı Ağustos ayında ben Antalya'ya gitmeden bir gün önce sabah 6 sularında eve gelen kardeşimi merakla, öfkeyle ve gözyaşları içinde karşıladık. Evden kaçtığında ise nereye gittiği hala muamma.
O geldikten sonra evimizde artık çatışmalar, birbirimize uyum sağlama çabaları, tartışmalarda başlamıştı. Kendi sorumluluğunu alması ve her konuda ablalarına güvenen kardeşimin kendi sorumluklarını almayı öğrenmesi için yurtta kalmasına karar verdim, hafta sonları ise evimize gelecekti. Yurtda bir kaç hafta kaldıktan sonra yurtta kalmamak için yurdun soğukluğundan, sesinden, gürültüsünden, çok konuşan arkadaşlarından dert yandı ama asla taviz vermedim. O yurtta kalacaktı!!! Kolaycı ve kaytarmayı seven bir yanı vardır kardeşimin. Yurda gitmeyip, bir gece fazla kalmak istediği her haftasonunda evde tartışmalar eksik olmadı. Kızkardeşimle daha fazla tartışmaya giren erkek kardeşimle aralarında barış elçiliği yaptığımda oldu. Evdeki bunca hengameye rağmen gezilere gitmekten kendimi alamadım. Ben gezideyken evin sorumluluğu kızkardeşime geçiyordu. Kızkardeşimin o konuda hakkını yiyemem...
Haftasonu izni için cuma günü eve geldiğinde ilk işi bilgisayarı açıp başına oturmak olan kardeşim haftasonu boyunca bilgisayar başından kalkmadı. Daha dün; bilgisayar başına oturup ocakta unuttup yaktığı nohutlar ile evi yanık kokusu altında bırakan erkek kardeşime gidecek diye bir şey diyemedim.
Odunumun evdeki köşesi belliydi. Bilgisayar başında oturduğu kanepenin sürekli oturduğu köşesi içe çökmüş vaziyette. Diğer kanapelerimde çökmesin bari diye diğerlerine oturtmadım odunumu :)))) O çöken kanapenin fotoğrafını çekip hatıra olarak saklayacağım. Birde erkek kardeşim komutsuz çalışmazdı. "Odunum hadi yemek yiyoruz sofraya gel, odunum oradan kalkta şu kanapenin örtüsünü silkeleyeyim, odunum hadi yardım ette evi temizleyelim, odunum hadi sobayı yak, odunum çayı demle, odunum....." 9 ay böyle gelip geçti. Bitti bile...
Saat 15:00'den beridir bu yazıyı yazmakla uğraşıyorum. Şu an saat 21.30 civarı. Odunum şu an uçakla Kıbrıs'a doğru uçuyor. İlk defa uçağa binen odunum ne hissediyor acaba? Acaba bundan sonra ne yapacak? Off aman Allah'ım odunumun ablası değilde annesi olsaydım şu an kalpten giderdim ama şu an zaten gitmek üzereyim...
Bir kelebek daha kozasından çıkmak için uğraşıyor.... Dua edin dostlar....
Okumanın ne kadar zor olduğu şu dönemlerde, böylesi bir okul sevdasına kazandırabilmek için elinden geleni yapmışın. Lise döneminde yaz tatilinde her çocuğun okumadığı takdirde çalışma hayatının nasıl olduğunu görebilmesi için belirli bir süre çalışması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü çalışma hayatı insana çok fazla kararlar aldırabiliyor. Hayatın zorluğu orada anlaşılabiliyor. Beni okuma sevdasına sürükleyen ustalarıma selam olsun. Yenilen her dayağın, her fırçanın ileride hayat tecrübesine dönüşmesine neden oluyor. Umarım kardeşin okuma gibi bir şansı elinden bırakmaz.
YanıtlaSilAllah kavuştursun.
Sevgili Odununa filizlenmesi çiçek açması ve meyva vermesi yolculuğunda başarılar diliyoruz.Senin gibi bir cadı ablanın nasihatleri olmadan da bir yerlere gelebilir belki.Hıı ne dersin?Sevgilerimle.
YanıtlaSil