Ne kadar egosu olan, makam mevki düşkünü varsa beni mi bulur... Bu tip insanlardan kaçtıkça öyle yada böyle karşıma çıkarlar.. Yine gerim gerim gerdiler beni.... Ayy ayyy!!! Bir insanın gerçek yüzünü görmek için ya bir kurumda başa getireceksin ya onu zengin yapacaksın ya da onu şarhoş edeceksin...
Bizim kurumda yeni bir sisteme geçtiğimiz için izin alacak bir personelin izin konusunun nasıl olduğunu bilmediğimden yeni başkana sordum. Yeni başkan sorumun cevabını zaten bilmiyordu ama sonra "bana niye sormadın" demesin diye sorayım dedim. "Müdürlüğü ara sor" dedi, bende aradım. Her konuyu rahatça sorabildiğim müdürlükte ki bayan sorduğum sorunun cevabını bilmediğinden başka bir beyefendiye sormamı söyledi ve o beyefendinin telefon numarası verdi. Beyefendiyi başkanımız bir kaç kere aradı fakat telefona kimse cevap vermeyince başkan bana "sen ara sor öğren" deyip çıktı odadan. Bir kaç sefer numarayı aradım ama kimse cevap vermedi. Sonra izne ayrılacak personel gelip soru yağmuruna tuttu beni, bende bilmediğimi, öğrenmek için müdürlükle görüşmem gerektiğini ancak aradığım numaraya ulaşamadığımı, tekrar arayayım deyip o yanımdayken numarayı bir kaç kez daha aradım. Yine kimse cevap vermeyince bu sefer müdürlükteki rahat iletişim kurabildiğim hanfendiyi tekrar arayıp, "numarasını verdiği beyefendiye ulaşamadığımı, bu konuyu başka kime sorabileceği mi?" sordum. Oda başka bir beyefendinin numarasını bana verdi. Verdiği numarayı aradığımda beyefendiye kendimi tanıttım ve sorumu sordum. Beyefendi ise; neden başkanınız beni aramıyor, başkanınız beni arasın deyip telefonu yüzüme kapattı. Tabi ben bozuldum ve sap gibi kaldım. Yanımda bekleyen arkadaşlar da "benim telefonda gayet iyi konuştuğumu, bu muameleyi hak etmediğimi, beyefendinin tavrının haksız ve seviyesiz olduğunu ve kafama takmamı" söyleyip çıktılar odadan. Ama nafile ben bir kere takmıştım kafama. Hak etmediysem beyefendi bu şekilde benimle nasıl böyle konuşup telefonu yüzüme kapatabiliyordu? Yok onunla konuşmam doğru değilse müdürlükteki hanımefendi bana neden konuşmam için onun telefon numarasını vermişti? Yok başkanın araması gerekiyorsa bana neden başkan " sen ara, öğren" diyordu? Bu olayın üstüne 23 Nisan tatili girdi. Olayın etkisini üstümden atmıştım ki.... Telefonu yüzüme kapatan beyefendi bu sabah başkanı arayıp başkana; " neden soruları için kendisinin aramadığını, kendine özel sekreter mi tuttuğunu, bundan sonra başkanın araması gerektiğini" söyleyip bizim başkanı fırçalamış. Bizim başkanda konudan haberinin olmadığını, konunun yanlış anlaşılmış olabileceğini, arayan arkadaşın (yani benim!!) bir yanlışlık yapmış olduğunu” söyleyip özür dilemiş ve biraz gergin bu konuşmadan sonra kapatmış telefonu .
Bunun üstüne ise sabah başkan beni odasına çağırıyor, “neden o beyefendiyi aradığı mı?” soruyor bana. Bir saat olanları anlatıp, kendimi savunmak, hesap vermek zorunda kaldım. En nefret ettiğim konulardan biriside budur. Ben kötü niyetle veya isteyerek bir hata yapmam ama istemeden neden olduğum ufacık bir olayın bile hesabını vermek zorunda kalmışımdır. Hepte böyle olmuştur. Başım ne kadar büyük benim ya. Bu başımı ne etsem de küçültsem?…
Yani olanlara inanmıyorum valla billa ya.... Kaç aydır yediğim fırçanın haddi hesabı yok. Tüm iyi niyetime ve işlerin usulüne uygun yapmama çabalarıma rağmen fırçayı yiyip oturuyorum. Hemde o kadar basit ve boş konular ki… Yaptığım iyi işler için takdir edildiğimi hiç hatırlamam ama istemeden yaptığım en ufak hata için fırçalamayan insan kalmaz. Bu kadarda olmaz…
Geçen gün "başkanın arasın" deyip kapattın yüzüme telefonu, egonu tatmin ettin, bir insanı bozdun, yeniden arayıp olayı büyütmenin ne anlamı var? Hem Türkiye sosyal ve demokrasi ile yönetilen bir ülke değil miydi? Ne olmuş ast üstü aradıysa ki bilerek zaten aramadım, ona yönlendirdikleri için aradım. Diyelim yanlışlıkla aradım, yanlış olduğunu doğru bir şekilde izah etmen gerekmez mi? Bir insanın yüzüne telefon kapatmak daha büyük hakaret değil mi? Hele başkanın özür dilemesi ise olacak iş değil… Suçumuz neymiş ki özür diliyorsun? Ben olsam asla özür dilemezdim. Aksine o beyefendinin benden özür dilemesi gerekiyor…
Başkana artık hiç güvenmiyorum. Kendi personelini başkalarına karşı savunması gereken konularda savunacağına tutup birde özür diliyor. Arkamda kuvvet olarak göremiyorum onu, iş konusunda zaten kötüydü, her işini bize yaptırıyordu, onun adına da karar almaya bile başlamıştım. Sonumuzu hiç iyi görmüyorum…
Devlet kadrolarına personel alımı yapılırken dört şıklı bir sınavı kazanmaları yeterli görülmemeli bence. Bireyin kişisel özellikleri, insanlarla iletişimi güzel olan, çalışma azmi güçlü olan, vatan ve milletin çıkarlarını kendi çıkarlarına üstün tutma yetisine sahip olan, sabırlı, tutumlu, titiz, güler yüzlü, tatlı dilli, çalışkan insanları alsınlar işe. Hele amir, müdür, başkan, idarecilikle ilgili birimlere ise üstün vasıflı insanlar getirilmeli. Ne oldum delisi insanlar biraz makam, mevki görsün ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Bir kişiye emir verme yetkisi verilmiş olsa bile nasıl bir hava, nasıl bir ego, nasıl aşağısında ki insanı ezme isteği oluşuyor şaşılacak iş… “Devleti sen mi kurtaracaksın?” sözünü o kadar çok duyuyorum ki.. Bunu birde devletten maaşını alanların söylemesi ne kadar acı… Bu sözü söyleyenlerin yüzüne öfkeyle bakıp yanlarından hemen ayrılıyorum ama tepkimi anlayacak insan olsaydı bu lafı demezdi zaten. Kendim edip, kendim buluyorum yani…
Devlet kurumlarına gittiğimizde hepimiz şikayetçi değilmiyiz, sorduğumuz soruya düzgün cevap alamıyoruz, asık suratlı ve ters cevaplarla karşılaşıyoruz çoğu zaman. Ha personelin hepside haksız olamaz tabi, geçim sıkıntısı, işlerin yoğunluğu ve yaşam koşulları hepimizin belini büktü, bükmekten ziyade artık iki büklüm dolaşıyoruz ama yinede insanlığımızı kaybetmememiz gerekli… İletişimsizlikten, eleştiriden, anlamadan yargılamaktan, yüksek ses tonuyla konuşulmak hatta azar ve fırça yemekten bıktım inanın, bunu kendime yakıştıramıyorum. Türkiye'nin en büyük sorunları arasında iletişimsizlik ve empati yoksunluğu geliyor bence...
Bunun üstüne ise sabah başkan beni odasına çağırıyor, “neden o beyefendiyi aradığı mı?” soruyor bana. Bir saat olanları anlatıp, kendimi savunmak, hesap vermek zorunda kaldım. En nefret ettiğim konulardan biriside budur. Ben kötü niyetle veya isteyerek bir hata yapmam ama istemeden neden olduğum ufacık bir olayın bile hesabını vermek zorunda kalmışımdır. Hepte böyle olmuştur. Başım ne kadar büyük benim ya. Bu başımı ne etsem de küçültsem?…
Yani olanlara inanmıyorum valla billa ya.... Kaç aydır yediğim fırçanın haddi hesabı yok. Tüm iyi niyetime ve işlerin usulüne uygun yapmama çabalarıma rağmen fırçayı yiyip oturuyorum. Hemde o kadar basit ve boş konular ki… Yaptığım iyi işler için takdir edildiğimi hiç hatırlamam ama istemeden yaptığım en ufak hata için fırçalamayan insan kalmaz. Bu kadarda olmaz…
Geçen gün "başkanın arasın" deyip kapattın yüzüme telefonu, egonu tatmin ettin, bir insanı bozdun, yeniden arayıp olayı büyütmenin ne anlamı var? Hem Türkiye sosyal ve demokrasi ile yönetilen bir ülke değil miydi? Ne olmuş ast üstü aradıysa ki bilerek zaten aramadım, ona yönlendirdikleri için aradım. Diyelim yanlışlıkla aradım, yanlış olduğunu doğru bir şekilde izah etmen gerekmez mi? Bir insanın yüzüne telefon kapatmak daha büyük hakaret değil mi? Hele başkanın özür dilemesi ise olacak iş değil… Suçumuz neymiş ki özür diliyorsun? Ben olsam asla özür dilemezdim. Aksine o beyefendinin benden özür dilemesi gerekiyor…
Başkana artık hiç güvenmiyorum. Kendi personelini başkalarına karşı savunması gereken konularda savunacağına tutup birde özür diliyor. Arkamda kuvvet olarak göremiyorum onu, iş konusunda zaten kötüydü, her işini bize yaptırıyordu, onun adına da karar almaya bile başlamıştım. Sonumuzu hiç iyi görmüyorum…
Devlet kadrolarına personel alımı yapılırken dört şıklı bir sınavı kazanmaları yeterli görülmemeli bence. Bireyin kişisel özellikleri, insanlarla iletişimi güzel olan, çalışma azmi güçlü olan, vatan ve milletin çıkarlarını kendi çıkarlarına üstün tutma yetisine sahip olan, sabırlı, tutumlu, titiz, güler yüzlü, tatlı dilli, çalışkan insanları alsınlar işe. Hele amir, müdür, başkan, idarecilikle ilgili birimlere ise üstün vasıflı insanlar getirilmeli. Ne oldum delisi insanlar biraz makam, mevki görsün ne yapacaklarını şaşırıyorlar. Bir kişiye emir verme yetkisi verilmiş olsa bile nasıl bir hava, nasıl bir ego, nasıl aşağısında ki insanı ezme isteği oluşuyor şaşılacak iş… “Devleti sen mi kurtaracaksın?” sözünü o kadar çok duyuyorum ki.. Bunu birde devletten maaşını alanların söylemesi ne kadar acı… Bu sözü söyleyenlerin yüzüne öfkeyle bakıp yanlarından hemen ayrılıyorum ama tepkimi anlayacak insan olsaydı bu lafı demezdi zaten. Kendim edip, kendim buluyorum yani…
Devlet kurumlarına gittiğimizde hepimiz şikayetçi değilmiyiz, sorduğumuz soruya düzgün cevap alamıyoruz, asık suratlı ve ters cevaplarla karşılaşıyoruz çoğu zaman. Ha personelin hepside haksız olamaz tabi, geçim sıkıntısı, işlerin yoğunluğu ve yaşam koşulları hepimizin belini büktü, bükmekten ziyade artık iki büklüm dolaşıyoruz ama yinede insanlığımızı kaybetmememiz gerekli… İletişimsizlikten, eleştiriden, anlamadan yargılamaktan, yüksek ses tonuyla konuşulmak hatta azar ve fırça yemekten bıktım inanın, bunu kendime yakıştıramıyorum. Türkiye'nin en büyük sorunları arasında iletişimsizlik ve empati yoksunluğu geliyor bence...
İlahi adalete güveniyorum, o yüzüme telefonu kapatan ve bu kadar sıkıntı çekmeme neden olan beyefendi bir gün elime düşecek ve benden özür dileyecek… Aha buraya da yazıyorum…
Yazın evlenecek olan kız kardeşim, eşinin yanına gidebilmek için tayin istemişti. Geçen hafta Cuma günü tayin isteğine red cevabı geldi. Bu red cevabı karşısında sular seller gibi ağlayan kız kardeşimin karşısında ise ben sevinçten kahkahalar attım. Bu şehirde yalnız kalacağım düşüncesi içimi kemirip duruyor, yalnızlık kelimesinin geçtiği her cümlede gözlerim yaşarıyordu. En başından "eşin buraya gelsin, buradan ev tutalım, eşin askere gittiği zaman sende yalnız kalmazsın" diyordum ama beni dinlemeyip tayin istemişti. Eşiyle beraber böyle bir karar almışlardı. Tayin istediği şehre gidip ev bakmış, o şehirden eşya bakmış, kardeşim gittiğinde iş yerinde çalışacak bir personel bile getirtilmişti iş yerine ona işleri öğretiyordu…. Gideceğine kesin gözüyle baktığından red cevabını almak onu yıkmış, beni ise mutluluktan havalara uçurmuştu. İki gün önce kızkardeşim “tekrar tayin için dilekçe yazdığını, bu sefer iki haftaya kadar kesin tayininin çıkacağını” söyledi… Bu sefer ben yıkıldım, içten içe kızkardeşime öfkelendim, beni bu koca şehirde yalnız bırakıp gidecekti üstelik bırakmama gibi bir seçeneği varken. Eşi buraya gelebilirdi. İki – üç gündür barut gibi dolaşıyor, her laf sokma fırsatında ona iğneli laflar sokup duruyordum.
Geçen gün izlemek için aldığımız film ise bu sıkıntımın tuzu biberi oldu. Filmin konusuda; insanoğlu bir virüs sonucu mutasyona uğruyor ve korkunç yaratıklara dönüşüyordu. Bu virüse bağışıklığı olan adama ise virüs bulaşmamış yeryüzünde tek başına hayatta kalmaya çalışıyordu. En iyi arkadaşı ise köpeğiydi. Adam yalnızlıktan vitrin mankenleriyle ve köpeğiyle konuşuyor. Köpeği de ölümcül virüsü kaptığında adam köpeğini öldürmek zorunda kalıyor ve adam koskoca evrende yalnız kalıyor ve ağlama krizlerine giriyor. O köpeğini öldürme sahnesinde benim gözlerim sulanmış bir şekilde kız kardeşime dönüp “Bende böyle yalnız kalacağım işte” dediğimde kız kardeşim “ tayinine red cevabı geldiğinde karşısına geçip güldüğüm için kızdığını, bunun acısını çıkartmak için bana yalan söylediğini, eşinin buraya tayin istediğini, bu şehre yerleşeceklerini” söylediğinde sevinç çığlıklarımdan bütün camlar yere inecekti neredeyse.
Erkek kardeşim haftaya Kıbrıs’a gidiyor. Yepyeni bir hayat onu bekliyor. Her gün bir ton nasihat ediyorum. Oda çok heyecanlı. Her gün “abla gitmeme 10 gün var, abla 9 gün var, abla 8 gün var…, abla 5 gün var” a kadar geldik…Bakalım neler olacak? Bende merakla beklemekteyim…
Hayatımda ki son gelişmeler bunlar…
o bahsettiğin tiptekiler kadar kimse yıpratamaz heralde insanı hiçbişey,bende bazen böyleleriyle karşılaşıyorum,ve zaman dursa herşey donsa ve ben şöyle rahatlayana kadar bi çığlık bassam hayalleri kuruyorum maalesef,
YanıtlaSilinş. bidaha yaşamazsın canım geçmiş olsun diyorum,
kardeşinle ilgili meseleyede ok sevindim inan,,
hayırlı günler,,
Arkamda kuvvet olarak göremiyorum onu, iş konusunda zaten kötüydü, her işini bize yaptırıyordu, onun adına da karar almaya bile başlamıştım. Sonumuzu hiç iyi görmüyorum…
YanıtlaSileee olacağı bu idi; çarşambanın gelişi perşembeden bellidir...
Zaten basiretsiz olan yönetici sorumsuzluğunun oluşturduğu boşluğu doldurursunuz ancak birgün birisi çıkar bu durumu çakar. Ve Fatura da size çıkar...
klasik devlet dairesi ilişkisi.
kızkardeşinin senin yanında kalmasına sevindim. Madem eşi askere gidecek o vakit o şehirde tek başına ne yapacak bence başta verilen yanlış karar, istenmedende olsa düzelmiş.
:))
sevgili zeynep... bu tip insanlarla karşılaşmayıp üzülmeyen insan var mı acaba ....?
YanıtlaSilinşallah kimse böyle muameleyle karşılaşmaz...
en kötüsüde insanların bunu benimsemiş olması. o amirdir yapar!! e ne yapalım demeleri... ya ne demek bu kadar basit mi... koyun isen güdülüyorsun bu gerçek...
sevgili hüseyin soykök...
o adam benden özür dileyecekkkk ! beklemedeyim... böyle bir davranışı kabul etmedim, etmiyorum, etmeyeceğim...
kız kardeşim için hayırlısı olan bencede buydu.. inşallah hayırlı olur...
teşekkür ederim yorumlarınız için...
Telefonda kendisini kendisini aramasını uygun bulmadığı için nevri dönen adamı okurken kan beynime hücum etti, hırsımdan balkona gittim geldim geri kalanını okudum. BU saçmalıklar bir benim başıma gelmiyormuş meğersem diye de hafiften iyi de hissetmedim kendimi değil hani.
YanıtlaSilKız kardeşine de üzüldüm ama.. eşinin yanına gidebilsin inşallah.