Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

27 Ekim 2022 Perşembe

10. Yıl

 

Yanımda ki, Kaf Dağının Tepesinde ki ev için homurdanmaya başlamıştı. Sevgiliyken koşa koşa çıktığı yokuş yollar evlendikten sonra onu zorlamaya başlamıştı. Brodwey marka aracın bile çıkarken homurdandığı yolda Yanımda ki onun homurdanmalarını insancaya çevirip dile getiriyordu. Bu kadar yükseğe ev yapanın ta bilmem neresine ….. diye küfür ediyordu. Oysa sevgiliyken çıkan dedikodular bile engel olmamıştı o dağları tırmanmasına. Kan ter içinde çıkıyordu…  Sevgilimin evime gidip gelmesini dolmuşçu abi dile getirmişti ilk. Sen buraların kadınlarını bilmezsin, buraların kadınları her şeyin dedikodusunu yapar. Sen kendine toz konduracak şeyler yapma demişti dolmuşunda tek yakaladığında beni. Kendi düşündüklerini oraların kadınlarını kalkan olarak kullanarak dile getirmişti. Kendisi dedikodu yapacak değil ya. Bir erkeğin dedikodu günahını kadına yıkması daha kabul edilebilir bir durumdu. Sonuçta bir erkek, kadın ile konuşurken namus gibi bir konuyu ben böyle istiyorum, düşünüyorum diye dile getirecek değildi… Benim namusumu dolmuşçu abi bile korumakla mükellefti. Görev edinmişti bunu kendine. Benim evde kim bilir neler neler yapıyorduk. Kadın ve erkeğin yalnız olduğu yerde ne porno sahneleri yaşanıyordu kim bilir. Her zaman ki hanımcık ve sessiz görüntümün altına saklandım o sözlerinin ardından. Susup hiç cevap vermemiştim. Buraların kadınlarının ve dolmuşçu abinin söyledikleri umurumda değildi. Bu konu hakkında Karşıda ki ne düşünüyordu? Onun düşüncesini önemsiyordum işte...  

Dolmuşçunun söylediklerini Karşıda ki'ne söylediğimde okkalı bir küfürle cevap vermişti. Öfkelendiğinde ne yapacağı belli olmayan bu tavırları beni bazen korkutuyordu. Keşke söylemeseydim, şimdi bu adamla karşılaştığında benim yüzümden tartışma çıkarsa bak şu işe!… Bir yanım kendimi suçlarken, bir yanım onun tavrı ile gurur duymuştu. Kendi davranışını değil de, onun davranışı üstüne kendi usulünce yorumu ile daha da gözüme girmişti. Benim yanımda iken sessizliği yüzünden bazen bu adam pısırık mı? diye düşünmeme neden oluyordu. Pısırık insanları oldum olası sevmemişimdir. Pısırıklık sınavından da başarıyla geçmişti. Yanımda ki sessizliğinin nedeni ona iyi geldiğimdenmiş.  30 yaşına girmeye birkaç ay kalmış iki genş🌞 insana ne yapması gerektiğini söyleyenlere değil biz kendimize bakmalıydık… Öfkesini de dolmuşçuya da aktarıp kavga çıkarmamıştı. Öfke kontrolü testinden de başarıyla geçmişti. Biz bildiğimizi yapmaya, dolmuşçu da kendi düşüncelerini buraların kadınlara yıkmaya devam etti.   

Nikah kıydıktan sonra bu kadar yüksekten ev mi yapılır diye homurdanmaya dozunu artırarak devam etti. Bu konu artık dikkate almaya başlamıştım. Anası da bunu deyip durduğuna göre bunlar arkamdan bu konuyu konuşup duruyorlar demek ki. “Benim ancak orayı alabilecek ekonomik gücüm vardı. Sen şimdiye kadar ne yaptın, hani senin alabildiğin ev, bana onu söyle” diye cevap vermiştim. Dondu kaldı… Hiç cevap veremedi. Ancak bu konuyu dillendirmeye hep devam ettiler, bende aynı cevabı vermeye devam ettim. Tek başına elin memleketlerinde yaşa, çalış, üstüne paranla yatırım yap elin oğlu gelsin seni eleştirsin!!! Laflarıyla kafamı şişirsin ve beni yersin.!! Nah izin veririm sana.!. Haklı olduğum bir konuda kimse susmamı beklemesin. Yakarım. Kimseyi yakamadığım yerde de kendimi yakarım.

Yeni evlendiğimiz yıl, yol kenarında el ele gezdiğimiz bir gün, karşıdan gelen bir adamı gördüğünde elimi bıraktı Karşıda ki… Hasta babası evde dururken, karısıyla el ele gezmesi hakkında ne düşünürdü bu adam? Babasının hastalığı konusu hayatımızın orta merkezinde yer alacağından habersizdim henüz. Hafta sonları kayınvalidemin evine gittiğimizde yüzü hiç gülmezdi. Oğlunu, kaf dağının tepesine taşıyarak onu kimsesiz bırakmıştım.

 Kaf dağının tepesinde ki ev benim hayatımın temel konularından birini oluşturuyor. Sözleşmeli olduğumdan tayin olmamın mümkün olmadığı zamanlarda haydan gelip huya giden maaşımı bir yere bağlayayım diye iş yerinde ki bir abinin öncülüğüyle almıştım o evi. O abi de aynı yerden ev almıştı. Kadroyu aldığım zaman o ev artık beni buraya bağlayan bir ayak bağı haline dönüşmüştü. Tayin için Türkiye’nin batıda ki 5 iline tercihlerimi bile yapmıştım. O eve yaptığım ödemeler yüzünden geçinemem korkusuyla tayin talebimi geri çektim. O karardan sonra ki süreçte zaten Karşıda ki ile tanıştım. Eğer gözümü karartıp tayin isteyip gitseydim bambaşka bir hayatım olabilirdi. Ara sıra düşündüğüm bir konudur bu. O beş ilçelerden birinde nasıl bir hayatım olurdu acaba?! Sonra bu düşüncelere kapılıp gitmenin çokta bir anlamı olmadığı fikrine ulaşıyorum. Muhteşem bir hayat diye bir kavram zaten yoktu. Benim bakış açım hayatı iyi veya kötü yapıyordu. “Şu an yaşadığım hayat benim için en doğru ve iyi hayat” düşüncesi benim mutlu olmam için yeterli.

Gülüm 4 aylıkken Yanımda ki’nin baba evine taşındık. Bu konu bir yanımla isteyip bir yanımla istemediğim bir konuydu. Evlenmeden önce Karşıda ki ile il merkezinde yaşama hayallerimiz Gülüm doğunca son bulur gibi oldu. Onu kimseye güvenip bırakamazdım. Hayaller mi, geleceğimiz olan çoşuklar mı🌞? Hayaller ve gelecek aslında aynıydı. Neyi hayal ediyorsan o senin geleceğin oluyordu. Artık hayallerimde çoşuksuz🌞bir gelecek olamazdı. Bu düşüncelere ulaşmam kolay olmadı. Kaynanamın evinde mutfak tezgahının başında bulaşık yıkamakla uğraşırken öfkeli iç sesim konuşup duruyordu. Ben bulaşık yıkamak için mi evlendim!! Bekarken, işten gelip kafama göre bir şeyleri yediğim ve mutfak tezgahının üzerinde bazen haftalarca bekleyen bulaşığım olurdu. Kimse de bana kalk yıka demezdi. Tamamen kontrolün bende olduğu bekar hayatından sonra kalabalık bir aile ile evlenmek ve bunu kabul edebilmek hiç kolay olmadı. Öfkeli Haccecan “boşan, sen bunları kaldıramazsın, katlanamazsın” deyip duruyordu içimde o zamanlar. 

Yanımda ki’nin Kaf dağının tepesinde ki ev hakkında ki olumsuz yorumları ve  tavrı beni çok yormaya başlamıştı. Ben de atağa geçip misliyle ona cevap vermeye başlamıştım. Satılan arsadan gelen parayla baba evinin üzerine sana ev yapacaklarına o parayı sana verselerdi başka yerde istediğimiz gibi bir yaşam sürebilirdik diyerek bende karşı atağa geçtim. Zaten eski olan baba evlerinin üzerine iki katlı bina yapmaları alt kata daha fazla yük bindirmesine neden olmuştu. Arada ev sallanıp duruyordu. Ağırlık yapmasın diye çatıya beton dökmek yerine çatıyı ahşaptan yapmaları nedeniyle de evden toz eksik olmuyor, ısı yalıtımı da sağlanamıyordu. Güçlü bir fırtına da başımızda ki çatının uçup gitmesi olasıydı. Kayınvalidem çocuklara baktığı için onun evinin sorumluğunu da biz üzerimize almıştık. Bu konular şu an oturduğumuz evin benim açımdan olumsuz yönleri. Olumlu yönleri ise bahçe ve hayvanlar ile haşır neşir olduğumuz, çocuklarımın çiftlik hayatı yaşadığı, kalabalık bir ortamımız var. Erkek çocuklarıyla dolu bu evde gürültü hiç eksik olmaz.  Bu kalabalığın canımı sıktığı anlar çok oluyordu önceden. Ancak bakış açımı değiştirdikçe bu kalabalığın aslında avantaj olduğunu yeni anladım. Çocuklar konusunda son derece rahatım. Çocuk ve yemek konusunda pek bir sıkıntım yok. Haliyle kendime ayırabildiğim zaman da çoğu evli- çocuklu kadına göre bir hayli fazla. Evde ki kalabalık çocuk sayısı çocuklarımın önünde ki iyi örnek çocuk ve arkadaş sayısını da arttırıyor. Kuzenlerinin hepsi okuma hevesi son derece yüksek olan çocuklar. Girdikleri bütün sınavları kazanıyorlar. Bu olumlu özellikleri göz önüne aldığımda aslında çok şanslı olduğumu görüyorum. Pandemide sokaklara çıkılmasının yasak olduğu zamanlarda biz bahçeye rahatça çıkabildik. İnsanlar balkondan bize imrenerek bakardı. Bu olumlu yönleri fark edip bunları içselleştirmem yıllarımı aldı. İlk yıllarda öfkeli yanıma teslim olsaydım şu an çocuklu ve bekar olarak hayatıma devam ediyordum ancak bu kadar mutlu olur muydum bilinmez...

Bugün Karşıda ki ile evliliğimizin 10. Yılı. 10 yılda neleri yaşamış, hangi dağları aşmış, hangi düz ovalarda yürümüşüz. Yaz yaz bitmeyecek devam eden bir hikaye.. 

Karşıda ki bunları okuduğunda yüzünün alacağı şekli çok merak ediyorum. Ben öldükten sonra okursun bunları muhtemelen.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı Bekliyorum