Yanımda ki, Kaf Dağının Tepesinde
ki ev için homurdanmaya başlamıştı. Sevgiliyken koşa koşa çıktığı yokuş yollar evlendikten sonra onu zorlamaya başlamıştı. Brodwey marka aracın bile çıkarken homurdandığı
yolda Yanımda ki onun homurdanmalarını insancaya çevirip dile getiriyordu.
Bu kadar yükseğe ev yapanın ta bilmem neresine ….. diye küfür ediyordu. Oysa
sevgiliyken çıkan dedikodular bile engel olmamıştı o dağları tırmanmasına. Kan
ter içinde çıkıyordu… Sevgilimin evime
gidip gelmesini dolmuşçu abi dile getirmişti ilk. Sen buraların kadınlarını
bilmezsin, buraların kadınları her şeyin dedikodusunu yapar. Sen kendine toz
konduracak şeyler yapma demişti dolmuşunda tek yakaladığında beni. Kendi düşündüklerini
oraların kadınlarını kalkan olarak kullanarak dile getirmişti. Kendisi dedikodu
yapacak değil ya. Bir erkeğin dedikodu günahını kadına yıkması daha kabul edilebilir bir durumdu. Sonuçta bir erkek, kadın ile konuşurken namus
gibi bir konuyu ben böyle istiyorum, düşünüyorum diye dile getirecek değildi… Benim
namusumu dolmuşçu abi bile korumakla mükellefti. Görev edinmişti bunu kendine. Benim
evde kim bilir neler neler yapıyorduk. Kadın ve erkeğin yalnız olduğu yerde ne
porno sahneleri yaşanıyordu kim bilir. Her zaman ki hanımcık ve sessiz
görüntümün altına saklandım o sözlerinin ardından. Susup hiç cevap vermemiştim.
Buraların kadınlarının ve dolmuşçu abinin söyledikleri umurumda değildi. Bu konu
hakkında Karşıda ki ne düşünüyordu? Onun düşüncesini önemsiyordum işte...
Dolmuşçunun
söylediklerini Karşıda ki'ne söylediğimde okkalı bir küfürle cevap vermişti. Öfkelendiğinde
ne yapacağı belli olmayan bu tavırları beni bazen korkutuyordu. Keşke söylemeseydim,
şimdi bu adamla karşılaştığında benim yüzümden tartışma çıkarsa bak şu işe!…
Bir yanım kendimi suçlarken, bir yanım onun tavrı ile gurur duymuştu. Kendi
davranışını değil de, onun davranışı üstüne kendi usulünce yorumu ile daha da
gözüme girmişti. Benim yanımda iken sessizliği yüzünden bazen bu adam pısırık mı?
diye düşünmeme neden oluyordu. Pısırık insanları oldum olası sevmemişimdir.
Pısırıklık sınavından da başarıyla geçmişti. Yanımda ki sessizliğinin nedeni ona iyi
geldiğimdenmiş. 30 yaşına girmeye birkaç
ay kalmış iki genş🌞 insana ne yapması gerektiğini söyleyenlere değil biz
kendimize bakmalıydık… Öfkesini de dolmuşçuya da aktarıp kavga çıkarmamıştı. Öfke
kontrolü testinden de başarıyla geçmişti. Biz bildiğimizi yapmaya, dolmuşçu da kendi
düşüncelerini buraların kadınlara yıkmaya devam etti.
Nikah kıydıktan sonra bu kadar
yüksekten ev mi yapılır diye homurdanmaya dozunu artırarak devam etti. Bu konu
artık dikkate almaya başlamıştım. Anası da bunu deyip durduğuna göre bunlar
arkamdan bu konuyu konuşup duruyorlar demek ki. “Benim ancak orayı alabilecek ekonomik
gücüm vardı. Sen şimdiye kadar ne yaptın, hani senin alabildiğin ev, bana onu
söyle” diye cevap vermiştim. Dondu kaldı… Hiç cevap veremedi. Ancak bu konuyu
dillendirmeye hep devam ettiler, bende aynı cevabı vermeye devam ettim. Tek
başına elin memleketlerinde yaşa, çalış, üstüne paranla yatırım yap elin oğlu
gelsin seni eleştirsin!!! Laflarıyla kafamı şişirsin ve beni yersin.!! Nah
izin veririm sana.!. Haklı olduğum bir konuda kimse susmamı beklemesin. Yakarım.
Kimseyi yakamadığım yerde de kendimi yakarım.
Yeni evlendiğimiz yıl, yol
kenarında el ele gezdiğimiz bir gün, karşıdan gelen bir adamı gördüğünde elimi
bıraktı Karşıda ki… Hasta babası evde dururken, karısıyla el ele gezmesi
hakkında ne düşünürdü bu adam? Babasının hastalığı konusu hayatımızın orta
merkezinde yer alacağından habersizdim henüz. Hafta sonları kayınvalidemin
evine gittiğimizde yüzü hiç gülmezdi. Oğlunu, kaf dağının tepesine taşıyarak onu
kimsesiz bırakmıştım.
Kaf dağının tepesinde ki ev benim hayatımın
temel konularından birini oluşturuyor. Sözleşmeli olduğumdan tayin olmamın
mümkün olmadığı zamanlarda haydan gelip huya giden maaşımı bir yere bağlayayım
diye iş yerinde ki bir abinin öncülüğüyle almıştım o evi. O abi de aynı
yerden ev almıştı. Kadroyu aldığım zaman o ev artık beni buraya bağlayan bir ayak
bağı haline dönüşmüştü. Tayin için Türkiye’nin batıda ki 5 iline tercihlerimi
bile yapmıştım. O eve yaptığım ödemeler yüzünden geçinemem korkusuyla tayin
talebimi geri çektim. O karardan sonra ki süreçte zaten Karşıda ki ile
tanıştım. Eğer gözümü karartıp tayin isteyip gitseydim bambaşka bir hayatım
olabilirdi. Ara sıra düşündüğüm bir konudur bu. O beş ilçelerden birinde nasıl bir hayatım
olurdu acaba?! Sonra bu düşüncelere kapılıp gitmenin çokta bir anlamı olmadığı
fikrine ulaşıyorum. Muhteşem bir hayat diye bir kavram zaten yoktu. Benim bakış açım hayatı iyi veya kötü yapıyordu. “Şu an yaşadığım hayat
benim için en doğru ve iyi hayat” düşüncesi benim mutlu olmam için yeterli.
Gülüm 4 aylıkken Yanımda ki’nin
baba evine taşındık. Bu konu bir yanımla isteyip bir yanımla istemediğim bir
konuydu. Evlenmeden önce Karşıda ki ile il merkezinde yaşama hayallerimiz Gülüm
doğunca son bulur gibi oldu. Onu kimseye güvenip bırakamazdım. Hayaller mi,
geleceğimiz olan çoşuklar mı🌞? Hayaller ve gelecek aslında aynıydı. Neyi hayal
ediyorsan o senin geleceğin oluyordu. Artık hayallerimde çoşuksuz🌞bir gelecek
olamazdı. Bu düşüncelere ulaşmam kolay olmadı. Kaynanamın evinde mutfak
tezgahının başında bulaşık yıkamakla uğraşırken öfkeli iç sesim konuşup
duruyordu. Ben bulaşık yıkamak için mi evlendim!! Bekarken, işten gelip kafama göre bir
şeyleri yediğim ve mutfak tezgahının üzerinde bazen haftalarca bekleyen
bulaşığım olurdu. Kimse de bana kalk yıka demezdi. Tamamen kontrolün
bende olduğu bekar hayatından sonra kalabalık bir aile ile evlenmek ve bunu kabul
edebilmek hiç kolay olmadı. Öfkeli Haccecan “boşan, sen bunları kaldıramazsın,
katlanamazsın” deyip duruyordu içimde o zamanlar.
Yanımda ki’nin Kaf dağının
tepesinde ki ev hakkında ki olumsuz yorumları ve tavrı beni çok yormaya başlamıştı. Ben de atağa geçip misliyle ona cevap vermeye başlamıştım. Satılan arsadan gelen parayla baba evinin
üzerine sana ev yapacaklarına o parayı sana
verselerdi başka yerde istediğimiz gibi bir yaşam sürebilirdik diyerek bende
karşı atağa geçtim. Zaten eski olan baba evlerinin üzerine iki katlı bina yapmaları
alt kata daha fazla yük bindirmesine neden olmuştu. Arada ev sallanıp duruyordu.
Ağırlık yapmasın diye çatıya beton dökmek yerine çatıyı ahşaptan yapmaları
nedeniyle de evden toz eksik olmuyor, ısı yalıtımı da sağlanamıyordu. Güçlü bir
fırtına da başımızda ki çatının uçup gitmesi olasıydı. Kayınvalidem çocuklara
baktığı için onun evinin sorumluğunu da biz üzerimize almıştık. Bu konular şu
an oturduğumuz evin benim açımdan olumsuz yönleri. Olumlu yönleri ise bahçe ve
hayvanlar ile haşır neşir olduğumuz, çocuklarımın çiftlik hayatı yaşadığı,
kalabalık bir ortamımız var. Erkek çocuklarıyla dolu bu evde gürültü hiç eksik
olmaz. Bu kalabalığın canımı sıktığı
anlar çok oluyordu önceden. Ancak bakış açımı değiştirdikçe bu kalabalığın aslında
avantaj olduğunu yeni anladım. Çocuklar konusunda son derece rahatım. Çocuk ve
yemek konusunda pek bir sıkıntım yok. Haliyle kendime ayırabildiğim zaman da
çoğu evli- çocuklu kadına göre bir hayli fazla. Evde ki kalabalık çocuk sayısı
çocuklarımın önünde ki iyi örnek çocuk ve arkadaş sayısını da arttırıyor. Kuzenlerinin hepsi okuma
hevesi son derece yüksek olan çocuklar. Girdikleri bütün sınavları
kazanıyorlar. Bu olumlu özellikleri göz önüne aldığımda aslında çok şanslı
olduğumu görüyorum. Pandemide sokaklara çıkılmasının yasak olduğu zamanlarda
biz bahçeye rahatça çıkabildik. İnsanlar balkondan bize imrenerek bakardı. Bu
olumlu yönleri fark edip bunları içselleştirmem yıllarımı aldı. İlk yıllarda
öfkeli yanıma teslim olsaydım şu an çocuklu ve bekar olarak hayatıma devam
ediyordum ancak bu kadar mutlu olur muydum bilinmez...
Bugün Karşıda ki ile evliliğimizin 10. Yılı. 10 yılda neleri yaşamış, hangi dağları aşmış, hangi düz ovalarda yürümüşüz. Yaz yaz bitmeyecek devam eden bir hikaye..
Karşıda ki
bunları okuduğunda yüzünün alacağı şekli çok merak ediyorum. Ben öldükten sonra
okursun bunları muhtemelen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınızı Bekliyorum