Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

15 Eylül 2010 Çarşamba

Likya Yolu (15 Ekim 2009)


Fotoğraftaki kız kurtulan turist arkadaki vefat eden turist

Belceğiz sabahına çadırımda gözlerimi açtığımda Karadeniz çoktan kalkmış olduğunu farkettim. Gece karanlıkta kafamın içine doluşan bütün canavarlar, katiller, tecavüzcüler, azılı hırsızlar gün ışığı ile birlikte kafamın içinde ki gizli yerlerine saklanmışlar, ortaya çıkmak için ıssız ve karanlık yerleri bekliyorlardı. Etraf gece hayal ettiğim gibi hiçde korkunç bir yer değildi.  Yeşillikler ve ağaçlar içerisindeydik. Baykuş çığlıklarının yerini kuş cıvıltıları almıştı.Çadırlarımızın biraz ilerisinde yeni yapılmış betondan su sarnıcı vardı. Karadeniz su sarnıcından çıkarttığı su ile traş olmuş, orada bulunan leğen ve kova ile kirlenen pantolon ve tişörtünü yıkıyordu. Bende elimi yüzümü sabunlayıp temizlenmeye çalışıyordum. Bir elimle kovadaki suyu elime boşaltıp köpüklü haldeki yüzümü yıkayamadığımdan yardım talep etmediğim halde Karadeniz gelip suyu ellerime dökmüş yüzümü yıkamama yardımcı olmuştu.
Temizlendikten sonra sıra ateş yakıp kahvaltı yapmaya gelmişti. Ateş için odun toplamak amacıyla kamp alanından uzaklaştım. Karnımda ağrı vardı. 5 gündür büyük abdestimi yapamamanın vermiş olduğu rahatsızlık, huzursuzluk vardı. Yaşamın devamı için ağzına yiyecek bir kaç lokma girmesi ne kadar önemliyse, yediklerinin artıklarını vücuttan atabilmekde o kadar önemliydi. Bu önemli olaylar rutin olarak sorunsuzca gerçekleştiğinde kıymetlerini anlayamıyordunuz. Afrikada açlıktan kırılan insanlar için beslenmek ne kadar önemliyse, bağırsak kanseri veya diyaliz hastası olmuş dışkısını yapamayan bir insan içinde rahat tuvalete çıkmak o kadar önemliydi. Ne kadar acizdik, ne kadar hassas ve zavallıydık. Trilyonlarca farklı hücrenin birleşmesinden bir araya gelmiş kusursuz insanoğlu yaşamının devamı için başka canlı hücrelere, moleküllere ihtiyaç duyuyordu. Atık olarak attıklarımız bile boşa gitmiyor başka canlılar tarafından nimet olarak kabul ediliyordu. Nasıl bir düzen, nasıl bir intizam! Aklın alması mümkün değil... 5 günlük ızdırabın sonunda dışarı atabilmenin sonsuz mutluluğu ile yazılmış şükür sözleri bunlar. Karnımızı doyuracak nimet bulduğumuz için nasıl şükrediyorsak, insanın küçük veya büyük farketmez idrarınını yaptıktan-yapabilmesinden sonrada şükretmesi gerektiğini düşünüyorum.
Çevrede gördüğüm dal ve çalıları toplayıp ateş başına getirdim. Ballı çayımız ve azık olarak taşıdığımız ne varsa çıkartıp yemeye başlamıştık. Biraz sonra üzerindeki kıyafetlerinde kırk yama olan bir adam çıkıp gelmişti. Yanında gün içerisinde yemek için taşıdığı ev yapımı ekmeğini bize vermişti. Bizde ailesine yetecek kadar nescafe vermiştik. Buranın yerlisi olan adam için çadırla bir gece konaklayıp gidecek olan biz misafirler çok  dikkat çekici gelmiş olmalıydık. Baya oturduktan sonra adam kalkıp gitsin diye bekliyorum ama pek oralı olmuyor. Kalk gitde bizde işimize bakalım be adam! Karadenize bakıyorum hep böyle oturacakmıyız diye oda bir şey demiyor! Adam nihayet kalkıp gidiyor. Çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplamaya başlıyoruz. Bu sefer yiyecek poşetlerinden bir meyvesuyu ve bir paket biskivüyü çıkartıp çantamın kenarına yerleştirdim. Karadenizin ne zaman ne yapacağı belli olmayan tavırlarına karşı kendimi savunmasız, aç susuz bırakmaya hiç niyetim yoktu! Nihayet akıllanmıştım. Dün su sarnıcın başında elimizi yüzümüzü yıkarken beni en yakın şehir merkezinde arabaya bindirip Manavgattaki arkadaşımın yanına göndereceğim gibisinden sözler etmeye de başlamıştı!  Yolda o kadar hantal ve yavaştım ki beni hızlandırmak için gaza getirmeye çalışıyor kendi askerlerinden bahsediyordu. Onun askerleri olsa bu yolları koşarak giderlermiş! Beni askerlerinden biri zannetmişti. Onun için bu yol bir görev, kendisi komutan bense bir askerdim! Onun gözünde Likya yolunu yürümeyi başaramayan zavallı bir erdim. Bu macerayı benim açımdan sonlandırıp yürüyüşe tek başına devam edecekti! Hiç bir şey dememiş, susmuştum!
Bu sefer erken hazırlanan ben olmuştum. Karadeniz toparlanana kadar çevrenin fotoğraflarını çektim. Hazırlandıktan sonra çantaları sırtlanıp tekrar yollara düşmüştük. Biraz yürüdükten sonra Likya yolu tabelasının altında sırayla birbirimizin fotoğraflarını çektik. O pozuma şu an hala bakıyorumda. Tek kelimeyle iğrenç! Likya yoluna ait güzel bir fotoğrafım yok! Hep Karadeniz yüzünden... Benim çektiklerim öylemi? Karadeniz hepsinde ayrı bir yakışıklı, ayrı bir güzel çıkmış. Onu gören arkadaşlarım bu kim, bekar mı diye bana soruyorlar ay! O kadar güzel çekmişim yani. Onun çektiklerinde ise yüzüme bakılmıyor bile.
Yürümeye devam... Akdenizin kenarından kenarından dağlardaki keçi yollarından yürümeye devam ediyoruz. Kayalıklardan ve bozkır bitkilerinden oluşan patika dağ yollarından ilerliyoruz. Karadeniz yol üstünde rastladığımız  su sarnıcında  biraz mola verip sarnıçta su olup olmadığının kontrollerini yapıyor. Gökyüzü bulutlu. Allahtan yakıcı bir sıcaklık yok! Tekrar yürüyoruz. Karadeniz bu sefer yolun biraz altındaki keçiboynuzu ağacından keçiboynuzu topluyor. Arada küçük molalar verip durması sayesinde bende dinlenmiş oluyorum. Yanıma aldığım mavi not defterine Karadenize olan borçlarımı not almıştım.  Not defterimi o ele geçirmiş yürüyüşle ilgili notlar almaya başlıyor. O deftere not yazarken bende cebimden çıkardığım Mp3 çalarımı çıkartıp dinlemeye başladım. Sezen Aksu'nun "Nihayet" adlı şarkısı...

Nihayet, nihayet, nihayet
Diyar diyar gezdim geldim
Safiyeti sezdim geldim
Kendi ateşiyle yanan pervaneydim
Yalanımdan bezdim geldim
Diyar diyar gezdim geldim
Safiyeti sezdim geldim
Kendi ateşiyle yanan pervaneydim
Yalnızlığımdan bezdim geldim

Şarkının nakaratında sesimi yükseltip bende şarkıya eşlik ediyordum. Kendimi fazla kaptırmış olacağım ki Karadeniz kulaklığımın bir tanesini çıkartıp "Sesinin çirkinliğinin farkında değilsin sanırım" dedi. Bende "O senin problemin" diyerek kulaklığımı takıp şarkı söylemeye devam ettim. Benim açımdan hayli zevkli olan bu mini konserimden sonra yürümeye devam ettik.
Gavurağılındayız.... Burada hafızama kazınacak kadar etkili bir yer gördüğümü hatırlamıyorum. Terkedilmiş bir yer. Hiç insan görmedik. Evlerin hepsi ıssız ve terkedilmiş görünümlüydü. Duvarında Pataralodge yazan yeni yapılmış villa tipi bir evin önünde ve likya yolunu gösteren tabelanın altında fotoğraf çekindikten sonra araç yolundan yolumuza devam ettik. Letoon'a 12 km vardı... Akdenizin kenarından yol almaya devam ediyorduk. Ben yine arkadan arkadan gidiyor Karadenizi takip ediyordum. Ağaç gölgesinde tekrar mavi defteri çıkarmış bir şeyler yazıyordu. Ne yazdığını merak ettiğim halde "ne yazıyorsun?" diye soracak halim olmadığımdan bu mola aralığını çantama yaslanıp dinlenerek geçiriyorum. Biraz dinlendikten sonra araç yolunu takip ederek tekrar yürümeye başlıyoruz. Denizi gören yollarda alabildiğine plajı ve denizi görebiliyordunuz. Bu yollarda çile çekmek yerine neden denizde ve plajda yürümediğimizi anlayamıyordum! Baya yürüdükten sonra Karadeniz sırt çantasını ve beni yol kenarında bırakmış, yolun üstündeki patika yolda Likya yolu işaretlerini aramak ve esas yolun nereye çıktığını görmek için yanımdan ayrılmıştı. İki dev gibi çantayla başbaşa kalmıştım. Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Dakikalar saat gibi gelmeye başlamıştı. Sabah çantamın kenarına koyduğum bisküvi ve meyve suyunu çıkartıp hemen yiyip yuttum. Enerjim biraz yerine gelmişti. Bunu daha sık yapmalıydım! Tekrar çantaların başında beklemeye başladım. Dinlenip kendime gelmeme rağmen Karadeniz ortada görünmüyordu! Başına bir şey mi gelmişti? O yokken ya benim başıma bir şey gelirse? Yoldan araçlar gidip geliyordu. Beni ve çantaları çok rahat alıp götürebilirlerdi! Çantaları alıp gidebilirsiniz beni bırakınnnnn! Birisi gelip bana saldırırsa bende karşılıksız bırakmamak için biricik yoldaşım batonu kılıç gibi tutup kimse bana yaklaşmasın diye saldırgan görüntümü ortaya çıkartmıştım.
Ben kafamda bunları yazıp tek kişilik senarist, oyuncu, yönetmenden oluşan oyunumu oynarken Karadeniz çıkıp gelmişti nihayet! Likya yolunun işaretlerini takip ederek yolun nereye gittiğine bakıp geri dönmüştü. Özlen çayı, Kumluova, çok uzakta da olsa Letoon antik kenti ve Patara’nın uzun kumsalları kuşbakışı görüntüsünü görebilecek kadar yükseğe çıkıp manzarayı seyretmişti. Benide yol kenarında çantalara bekçi bırakmıştı. Bunu benim iyiliğim için yapmış olmalıydı. Ne de olsa kendimi bile taşıyamıyordum!
Ardından çantaları sırtlayıp araç yolundan aşağıya doğru sahile yürümeye başladık. Yupppyyyy!  Likya yolunun normal güzergahının dışına çıkmıştık. Özlen çayının Akdeniz ile buluştuğu yerde Uzunkumda (Karadere Plajı) çadırlarımızı kurmaya başlamıştık. Hemen ayakkabılarımı çıkartıp terliklerimi giydim. Çadırımı açıp üzerimdeki terden sırılsıklam olmuş kıyafetleri hemen çıkartmak istiyordum. Karadeniz çadırını kurduktan sonra yüzmek için çaydan geçerek denize gitmişti. Bende denize gitmek istiyordum. Ama o her yerimi orta yere çıkartan mayoyu giymek istimiyordum. Kocaman bir popom, kocaman iki baldırım, küçücük bir kafamla balinaya benzetiyordum kendimi. Ben bunları düşünerek çantamı çadırın içine boşaltmakla uğraşıyorken, içi turist dolu iki jip çayın ordaki kafetarya tarzı bir yerde durmuş turistler denizde yüzmeye başlamışlardı. Az sonra turistlerin denize girdiği noktada hareketlenmeler, bağırışmalar ve koşuşturmacalar başladı. Ne oluyor diye? o yöne baktığımda ilk önce bir anlam veremedim. Tekrar çantamla uğraşmaya başladığımda turistlerin olduğu yere doğru koşuşturmacaların arttığını gördüğümde bir şeylerin ters gittiğini anladım. Denizde birileri boğulmuş olmalıydı! Yüzme bilmiyordum, gitsem bile kimseye bir hayrım olmayacaktı. Orada gidip gitmemek arasında kaldım. Sonra aklıma Karadeniz geldi. Ya boğulan Karadenizse! Karadeniz kimdi ki? Ölse çok üzülürmüydüm? Aman Allah'ım! Gözlerimden yaşlar gelmeye başladı. Karadenizin ailesine ben ne cevap veririm. Allah'ım lütfen ona bir şey olmasın. Karadenizin bendeki yeri sandığımdan çok daha büyük olduğunun farkına burada vardım. Çaydan geçip bir an önce karşıya varmak istedim ancak çayın derinliğini bilmediğimden buna cesaret edemeyip köprüye doğru koşmaya başladım. Olay yerine vardığımda havluya sarılı bir turist kızı yerde oturmuş bekliyor, başında ise birkaç turist vardı. Denizden kurtarılıp çıkartılan kız bu olmalıydı! Kızın sağlık durumu iyi ve bilinci yerindeydi.  Çevreme bakınıp Karadenizi arıyordum ancak göremiyordum. Biraz zaman sonra denizdeki diğer turisttin bulanamadığı haberi geldiğinde turist kız ağlamaya başladı. Kızın ağlamaya başlamasından sonra bende çok kötü oldum. İlerde birisinin elindeki kolonyayı alıp kızı sakinleştirmeye çalışıyor ancak dilini bilmediğimden yeterince yardımcı olamıyordum. O kız kimdi, kaybolan kimdi hiç bir fikrim yoktu. Çevreme bakıp tekrar Karadenizi aradım. İlerde ayakta bekliyordu. Islanmıştı. Yanına gittim. Ne oldu? diye sorabildim. Yüzerken Help Help! yardım seslerinin üzerine turisti kurtarmak için oraya yüzerek gittiğini kızı kurtardıklarını ancak erkek turisti kurtaramadıklarını kendisinide az daha boğulmak üzereyken son anda tekneyle alıp kıyıya çıkarttıklarını söyledi. Kilitlenip kalmıştım, hiç bir şey söyleyemedim. "Korktun mu?" diye sordu Karadeniz "evet" diye başımı salladım. Eliyle gözümü silip gözlerimle ilgili güzel bir söz söyledi. (Burada tam olarak ne dediğini hatırlamıyorum. Ya ilk defa bir iltifat etti, güzel laf etti. Onuda unuttum iyimi. Keşke ona sorabilseydim ancak soramıyorum. Sorsamda hatırlamadığını söylerdi. Her gün yeni bir gündü. Taaa o tarihte ne dediğini nerden bilsin!) 
Orada en çok dikkatimi çeken ve hala unutamadığım şey oraya 20 kişi gelmelerine rağmen turistlerin bir çoğunun bu olayla yakından uzaktan alakalarının yokmuş gibi bir tavır sergilemeleriydi. Biz Türkler canımızı hiçe sayıp bir can kurtulsun diye çırpınıyorken, bir çokları bir şey olmamış gibi yüzmeye, yürümeye, konuşmaya devam ediyordu. Ne kadar soğukkanlı, ne kadar vurdumduymaz ve ilgisizlerdi! Allah'ım başıma böyle bir olay gelecekse lütfen Türkiye'de gelsin. En azından yardımıma koşacak Karadeniz gibi birilerini karşıma çıkar. Olay yerine Jandarmada gelmişti. Biz çadırlarımıza doğru geri dönmüştük. Çadırlarımıza girecekken ben "yüzmek istiyorum!" dedim. Haydaaaaa. Bir kişi boğulmuş, bir kişi boğulmaktan son anda kurtulmuş, deniz kudurmuşken yüzme bilmeyen Haccecanın yüzeceği tuttu! Üstelik Karadenizde bu olayın şokunu tam atlatamamışken.   Birde o mayonun içinde balina gibi duruyorken. Bu salaklığı nasıl yaptığımı bilmiyorum. Karadenizde hiç itiraz etmedi nedense! Neyse mayomun üstüne şortumu giyip çıktım. Fotoğraf makinamıda aldım. Karadenizle birlikte çayın ortasından geçtik. Boğulacak kadar derin değilmiş. Su belime kadar geliyordu. Çayı geçerken Karadeniz arkamdan "aman amannn!" diye seslendi. Ben ne oluyor? demeye kalmadan fotoğraf makinamın çantası suyun içine girmiş meğersem, çantayı kaldırdı. Çanta ıslandı ancak neyse ki makinaya bir şey olmadı. Dalgalı denizin içinde çok ilerleyemedim. Jandarmalar ordaydı. Ölen turistin cesedini arıyorlardı. Denizde benden başka bir Allah'ın kulu yoktu. Karadeniz ise iki kolunu birleştirmiş bodygard gibi bekliyordu. Denizde bir kaç adım yürüyüp çok durmadan çıktım.  Bütün hevesim kursağımda kalmıştı. Kaç gündür bunun hayalini kuruyordum! 
Çadırlara tekrar döndük ordaki tesiste akşam yemeği yemek üzere anlaştık. Bir saat sonra tesise gidip yemeğimizi yedik. Boğulma olayının detayları bütün gece konuşuldu. İşletmenin sahibi Bayram bey içki içiyorken babası arka tarafta namaz kılıyordu. Bayram Beyin babası yemek yediğimiz bu işletme için yaptığı mücadelelerden bahsediyordu. Bayram bey, babası ve Bayram Beyin eşi  Karadenizle beni eşmisiniz diye sormadan karı koca ilan etmişlerdi. Bizde "hayır eş değiliz" diye hiç itiraz etmedik. O gece kısa bir yastan sonra Karadeniz orada bulunan bir sazla bize harika bir saz dinletisi yaşattı. Gece geç saatlere kadar süren sohbetten sonra çadırlarımıza geri dönmüştük. Rüzgar estiğinden ve hafif yağmur yağdığından çadırını panço ile yağmura karşı kuvvetlendiren Karadenizi duyar duymaz çadırımdan çıktım ve benim çadırımıda yağmura karşı kuvvetlendirdik.  Bir daha gülermiyim?... Tövbe tövbe....  
 Çadırlarımıza girip bir günü daha ardımızda bırakmıştık. 
Ölen o turist değilde Karadeniz olsaydı bu şoku asla atlatamazdım. Lanetli biri olduğumu düşünür ve hayata küserdim. Bir yerlerde yaşıyor olduğunu bilmek çok güzel bir şey.... Senin için üzgünüm Joanna... Ruhun şad olsun Joseph...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı Bekliyorum