Karadenizseverle yaptığımız Likya yolu yürüyüşünü yazmakta niye bu kadar zorlandığımı anlayamıyorum. Likya yolu hikayesini yazamadığım için diğer yaşadıklarımıda yazamıyorum. Likya yolunu yazmazsam hayatımın temelinde koca bir boşluk kalacakmışta, bu boş, çürük temelin üstüne sağlam bir hayat inşâ edemeyecekmişim gibi hissediyorum...
Benim için yazması zorunlu bir o kadarda zor Likya yolu serüvenine başlıyorum!!! Ya bismillah!!!
Aslında Likya Yolunu yüremek fikri Karadenizsever'e aitti.. Likya Yolu'nu yürümeye ilk nasıl karar verdik belli değil ... Bu Kararı Karadenizsever çok önceden vermiş sonra bu kararına benide ortak etmişti aslında ... Bir seneden daha fazla bir zaman önce Karadenizsever ile ilk konuşmalarımızda Likya yolunu yürüyeceğini söylemişti. Likya yolunu yürüyeceğim dediğinde benimle birlikte yürüyeceğini söylese hayatta inanmazdım. Sanırım kendiside inanmazdı...
Yaklaşık bir sene sonra....
Havadan sudan sohbet ediyorken, söz döndü dolaştı yıllık iznimi nerede geçireceğime geldi ... Yıllık iznimde tam olarak ne yapacağıma karar vermemiştim ama Antalya veya İstanbul'a giderim diye düşünüyordum. Karadenizsever'e de Antalya'ya gitmeyi planladığımı söylediğimde "benide götür" dedi. Öylesine söylediği "benide götür" lafını bu kadar ciddiye alacağımı nerden bilsin... Ondan sonra ki sohbetlerimiz Likya yolu üstüne oldu. Nereden yürümeye başlayacağız, yanımızda ne götüreceğiz, başımıza neler gelecek, başımıza geleceğini varsaydığımız olaylar karşısında ne yapacağız, ne yiyeceğiz, ne içeceğiz, nerede tuvalet ihtiyacımızı görüp, nerede duş alacağız..? Yolda sapıklarla karşılaşırsak nasıl tepki vereceğiz. (Sapık olayı benim korkum ve hüsnü kuruntumdu... Issız yollarda yürürken tecavüze uğrayacağım korkusu yaşamayan kadın varmıdır acep? Varsa benimle irtibata geçsin... Sen normal bir bayan değilsin... Kadın olduğun için baskı ve korkuyla büyütülmemişsin. Sen Türk değilsin bir kere.. Tecavüze uğrayacağım korkusu yaşamıyor diye döveceğim neredeyse!! neyse konu dağılmasın) Bu sohbetleri yaparken günler acayip güzel geçiyordu... Hayallerin birini kuruyor, kurduğumuz hayalin içinde boğuluyor sonra o hayal baloncuğunu patlatıp başka bir hayal baloncuğunu şişirip onunla uçuyorduk... Ta ki...
Babamın vefat haberini alana kadar...(Babamın vefatını haber ettiğim ilk insanlar arasında Karadenizsever de vardı) Memlekete gittim geldim... O günler neler yaşadığımı burayı okuyan arkadaşlarım bilir... Herşeyden ve herkesten kaçmak istiyordum... Çektiğim acıdan daha fazla acı çekip, çektiğim acıyı hafifletmek istiyordum... Başlarda güzel bir sohbet ve şaka konusu olan Likya Yolu benim için zorunlu olmuştu... Babamın vefatından sonra tatile çıktığımın bilinmesi ise hoş karşılanmayacaktı... Antalya taraflarında bir adamla günümü gün ettiğim duyanlar ne düşünür?!! Okuyucu hadi sende itiraf et.. Hiç iyi şeyler düşünmüyorsun...
Hiç kimseye yapmayı planladığımız yürüyüşün detaylarını anlatmadım...Haccecan zaten kimseye haber vermeden tek başına gezerdi. Soranlara Antalya'ya gidiyorum dediğimde kimse detayını sormuyordu. Sormamaları ise işime geliyordu.. Sormaya kalkanlara ise "sanane!" bakışımı attığımdan sormaya cesaret edemiyordu.. Likya yolunu Karadenizsever ile yürüyeceğimi söylediğim bir arkadaşım gitmemem için ise elinden geleni yapıp, vazgeçmem için her türlü konuşmayı yapmıştı... Sonunda ise o beni değil ben onu ikna etmiştim. Gidecektim başka çaresi yoktu!!...
"Sonunu düşünen kahraman olamaz!!!" Kurtlar vadisinin bu ünlü sözü kurtlar vadisinde meşhur olmadan çok önce benim hayatımda yerini almıştı... Bir işi yapmayı kafama takmışsam o işin sonunu, o işi yaparken ne kadar zorlanacağımı, benim ve başkalarının canının yanabileceğini hiç düşünmezdim... Karadeniz (Karadenizsever çok uzun bir takma isim oldu, Karadenizseverin yeni takma ismi Karadeniz olsun. Siz okurken bende yazarken zorlanmayayım..)
Planımızı gerçekleştirmek için hazırlıklara başlamalıydım... Yaşadığım şehirde ki çadır, uyku tulumu, mat, sırt çantası gibi malzemeleri sorduğumda 2000 Tl'ye yakın fiyat söylemişlerdi... Bu para benim bütçemin çok üstündeydi. Maddi konularda dibi boyladığımı bloğumu takip edenler bilir... Karadeniz ile yaptığımız telefon görüşmesinde bu malzemeleri Ankara'dan çok daha uygun fiyata (2000 tl'nin bir sıfırını çıkardıktan sonra tekrar 20 tl çıkar.. o kadar fiyat farkı var.. e tabi kalite farkı da var ama kaliteyi alacak para bende yok!!) alabileceğimi öğrendikten sonra o malzemeleri Ankara'dan almaya karar verdik... Sırt çantasının içine girecek kıyafet ve kişisel eşyaları ise buradan başka bir çanta ile götürecektim... Yola çıkma tarihine kadar küçük sırt çantama ıvır zıvır ne varsa koyuyor, dağ için özel aldığım fiyatı baya tuzlu olan dağ ayakkabımı giyip fırsat buldukça buralarda yürüyüp kendimi yürüyüş için hazırlamaya çalışıyordum... Ayakkabı ayağımı vuruyor ve canımı acıtıyordu. Ama sorun değildi nasılsa üstesinden gelirdim!!! Karadeniz ise uzun süredir akşamları koşuyordu.
9 Ekim 2009 tarihinde erkek kardeşimin bana attığı cep telefonu faturası kazığı sonrası Avea ve oyun sitesine açtığım davanın 3. duruşmasına katılmıştım. Davadan vazgeçmediğimi göstermem için davalara katılmam zorunluydu. Oyun sitesinin adresini öğrenip öğrenemediğimi soran Hakim beye "Babamın vefatı nedeniyle adresi bulmak için psikolojik yönden iyi hissetmediğim için adresi bulmak için uğraşmadığımı" söyledim. Ben Likya yolu için hazırlanmıştım!!! Hakim bey iki ay sonraya duruşmayı ertelemişti. İl merkezinde ki işlerimi halledip yaşadığım ilçeye gelmiş, duş almış, son hazırlıkları yapmıştım. Burada ki en kral arkadaşım Ümütçüğüm her zaman ki gibi yanımda.. Yol hazırlığında bana yardım edip yol kenarında beni yolcu etmek için bekliyordu...Yolculuklarımda her zaman kendisinden bilet aldığım yazıhaneci kadına ve Ümütçüğüme sarılıp helalleşip Likya yolu hayalimizi gerçekleştirmek üzere Ankara otobüsüne 09 Ekim 2009 tarihinde akşam saat 09:00'da binmiş tam bir bilinmezliğe doğru adım atmıştım...
sıkı takipçin olduğumu söylememe gerek var mı:))?şu yazdıkların hatırlatma babında bir giriş olsa gerek,ben bunların hepsini hatırlıyorum çünkü:)
YanıtlaSilayrıca okuyucuya 'hadi hadi okuyucu sende öyle düşündün'filan diyosun olmuyo ama haccecancım ya:))
okuduklarım kadarıyla bu kadar sıkıntıya göğüs geren birinin biraz o ortamdan uzaklaşmasında ne mahsur olabilir ki?ben böyle düşündüm şahsen..
sanki buna benzer bişeyde yazmıştım,o zamanlardaki yazına da..
:) Baş okuyucum ilan ediyorum seni Allımorlu :))
YanıtlaSilLikya yolu yazısının ilk bölümü çok öncelerde kaldı.. Aralarda öncelerde kalsın istemedim.. İkinci bölümü yazmaya teşvik olsun diyede yeniden yayınladım o ilk bölümü..
Bu arada birinci paragrafı yeni yazmıştım. İlk paragrafı ilk defa görüyorsun... Nasıl yazmışım ama :)))
Öncedende şimdidende sonrasındada okumuş, okuyor, okuyacak olmanı bilmek güzel şey...
Teşekkürler...
ahahahaha bende diyorum ne kadar net hatırlıyorum:P
YanıtlaSilhem okuyorum hem yürüyorumm hemde heyecanlanıyorumm çokk zevkklii seni okurken bu kadar zevk alıyorsumm yürürken kim bilir neler yaşarımm haa.. süper dostumm süper işler peşinde amaa yinedee açıklama dan geçemeyeceğimm sanki kültürümüzee ve yetiştirilşimizeee tersss bilmemm kiii çok mu acımasızz oldu hatcecimm...
YanıtlaSilYetiştirildiğim kültür ve yetiştirilmem bana hep acı çektirdi Uci...
YanıtlaSilKültür lafı ile ilgili hiç güzel anılarım yok... Bu kötü anılar Kültür Nedir diye sorgulamamı sağladı. Kültür, dar bir kalıptı. Bu kalıba uyup uymayacağım, bu kalıbı isteyip istemediğimi kimse bana sormamıştı. Anne ve babalarımız bu kültürü isteyip istemediklerini bile düşünmeden öylece benimsediler...
Yetiştirildiğim kültür yüzünden çektiğim acıları bir tek ben biliyorum. Senin tahmin edebileceğin acılar!
Gece gündüz tek başınayım Uci. O kadar çok yalnızımki her gün hayatı, kendimi, olayları, yaşadıklarımı, tanıdığım bildiğim insanların yaşadıklarını... herşeyi ve herkesi sorguluyor, düşünüyor ve anlamaya çalışıyorum...
Vijdan kültürden daha fazla yaptırım uyguluyor bana. Vijdanım rahat ise gerisini dert etmiyorum.
Kimsenin hakkına girmediğim, dedikodusunu yapmadığım, sadece kendimi tanımak için yaptığım bu yürüyüş hayatımda yaptığım en doğru şeylerden birisi...
Sevgiler Uci...
en baştan bugünki yazına değin okudum,çok akıcı bir uslubun var haccecan..kendimi, anlattığın konunun içinde buluyorum o yorulmalara,ballı çayın tadına ortak oluyorum adeta..
YanıtlaSilyazının içinde zaman zaman kendinde cevap niteliğinde yazıyor,merak edilmsi muhtemel şeyleri-iç ses-e cevap gibi yazıyor bizleri, okurken konuya dahil olabilecek en üst kademede dahil ediyorsun..ben senin bu açıkyürekliliğine şaşıyorum çoğu zaman..aklımdan geçen bazı şeyler oluyor seni okurken..bir insan yadırganma,eleştirilme gibi ihtimalleri gözönüne alarak nasıl bu denli açık olabilir diyorum mesela..ama bu durum eleştirisel bir bakış açısından kaynaklanmıyor..bizim yetiştirilme tarzımız türk toplumunun genelinde aşağı yukarı aynı kurallara dayanıyor..ama burda okuduğum kişi,toplumun kurallarına çok fazla riayet etmemekle beraber,toplumun sözde-göstermelik ahlak kurallarından daha sağlam prensiplere sahip bir insan..bu da eleştirisel durumu bana göre ortadan kaldırıyor..
anlatışına bayılıyorum senin..ilk zamanlarda yazılarından bikaçını okuyunca hepsini okumalıyım dedim..ne anlattıysan içine kattın beni-bizi..
romansı bir uslup..her yazı da üstelik..bu nasıl oluyor şaşırmıyor değilim:))