Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

26 Aralık 2008 Cuma

Abla olmak!...

Annemin ifadesine göre öğleden sonra dünyaya gelmişim ben. "Canını çok yaktın mı?" diye dönüp sorsam mı diye aklımdan bir an geçirdim sonra vazgeçtim. "Kadın doğururken canı yanmız mı ya? Böyle saçma bir soru olur mu?" diye düşünüyorum. Karnının içinde bir canlıyı 9 ay 10 günlük bir süre karnında taşı... Vakti geldiğinde de bu canlı seni bağırta bağırta gelsin dünyaya...
İlk doğum olayını liseye giderken görmüştüm. Hastanede staj yapıyorduk. Kadın-Doğum servisine gitmiştim. Neden gittiğimi şu an hatırlamıyorum. Karanlık, izbe, kuytu köşe gibi bir hastane koridoru. Belki güzel bir koridordu ama ama kadınların doğururken attığı çığlıklar, inleme sesleri, hastanenin kendine has mide kaldıran kokusu güzelim servisi gözümde nemrut, çirkin, kötü, kuytu bir yere çevirmişti.
Servise gittiğimde ebelerin oturduğu odaya yöneldim. Ebelerin odasının yan tarafında ise bir kapı ve bu kapının açıldığı bir doğum odası var. Bu odada ebelerin "çatal" diye isimlendikleri doğum masasının üstünde ise bir kadın bacakları havada - açık bir vaziyette yatıyor. Masanın altında ise mavi renk bir leğen var. Tam doğum anı... Bebek dünyaya gelmek için , anne ise çocuğu dünyaya getirmek için uğraşıyor. Kadın, ıkınıyor, ıkınıyor, ıkınıyor... Bazen çığlık atıyor, gözlerinden yaşlar boşalıyor. Her halinden acı çektiği belli. Bebeğin başı görünüyor. Daha fazla ıkınması söyleniyor kadına. Daha önce filmlerden izlediğim doğum olayına hiç benzemiyor. Filmlerde işin içinde biraz komedi vardı tebessümle izliyorduk. Kadınlar mahsustan iki çığlık atıp doğuruyorlardı, biz ne kan görüyorduk ne de sahici çığlıkları duyuyorduk. Gerçek doğumda ise ne duygusallık, ne mizah, ne espri, ne de tertemiz çarşaflar var. Kadın; en savunmasız, en mahrem haliyle herkesin ortasında öylece yatıyor ve ıkınıp, çığlık atıyor. Öylece ortada durmuş kadına ağzım açık bakıyorum. Orda ki ebeler için bu manzara o kadar normal ki... Orada bulunmamı kimse yadırgamıyor. Kadın orada çığlıklar atarken ebe anneler ise bana nasihat veriyorlar.
-"Kocaya gittiğinizde olacakları görün işte. Hele kocaya kaçanların ise hiç aklı yok!... Aşık olup düşüyorlar herifin peşine. Sonra aileleri de kıza destek çıkmıyor. Bu hastane köşelerinde tek başlarına bağırıyorlar." Ben tırsıyorum, korkuyorum. "Kocaya kaçmak mı? Aşık olmak mı? Tövbe Allah'ım tövbe. Ben asla evlenmeyeceğim" diye kendime sözler veriyorum. "Hele kocaya kaçmak gibi bir aptallık asla yapmam, ben doğururken annem yanımda olsun istiyorum."
Annene "beni doğururken çok acı çektin mi?" sorusunu sorma gafletinde bulunmadıysan işte cevabı bu...
Aslında bu yazıyla anlatmak istediğim başkaydı. Anlatmak istediğim konuyu tekrar anlatmaya çalışayım. Ben bir öğleden sonra doğmuşum. Günlerden perşembe imiş. Annem beni doğururken eminim hiç acı çekmemiştir!... Çektiysede hoş görmüştür. Acı ve zorlukla elde ettiğini daha çok seviyorsun ve daha çok bağlanıyorsun ya. O yüzden anneler evlatlarını seviyordur belkide..Allah acı ile sevgi arasında sıkı bir bağ kurmuş. (Biliyorum ikisi aynı şey değil ama ikisi arasında bir bağ yok demeyin bana!...) Verdiği hediye ile hayata bağlanıyorsun. Anne olan bütün arkadaşlarım bebeklerini ellerine aldıklarında bütün acılarını unuttuklarını!.. söylüyorlar. Ne derece doğru bilmiyorum. Ben onların yalancısıyım. Bir gün doğurursam kendi tecrübelerimi de yazarım.
Ben doğduktan bir sene bir ay geçtikten sonra ise anamın sütünü doya doya içemeden kızkardeşim gelmiş dünyaya. Bir gün kız kardeşimin üstüne çıkıp onun ağzında ki yalancı emziği çıkartmaya çalışırken onu boğuyormuşum neredeyse. Şimdi bunu gülerek anlatıyoruz ama aslında bu bir trajedi. Bu trajedinin başrol oyuncusu ise benim. Ben anneme, onun sütüne, onun kokusuna doyamadan ortaya bir ortak çıkıyor. Bu ortak benden sonra gelmesine rağmen şirketin (yani annemin) %70 hissesi onun, %30 hissesi ise benim oluyor. Bir de üstüme evin en büyük kızı, abla olma sorumluluğu biniyor. "Bu sorumluluğu istermisin?" diye kimse bana sormuyor tabiki tıpkı anneme "Evlenmek istiyormusun? Çocuk doğurmak istiyor musun?" sorularını sormadıkları gibi....
Kardeşim benden bir yaş küçük olmasına rağmen bana hep "abla" dedi. Bir kere "Haccecan" demiş bana, büyüklerin hepsi "hıı Haccecan değil abla diyeceksin" dediklerinde ismimi bir daha onun ağzından duymadım. Ben artık ablaydım!... Küçükken "abla" demesi acayip gururumu okşardı. Sadece kızkardeşim de değil, onun sınıfındakiler de bana "abla" derdi. Düşünsenize bir yaş küçükler size " abla" diyor!...
Orta yaşa yavaş yavaş geldiğim için bu durumdan biraz gocunmaya başladım. Bir kafeterya da yaşıtlarım bana "abla" deyince "dumur" oluyorum ister istemez. Hele etrafta karşı cinsten birileri varsa!... "Bana artık abla demeyin" diye uyardığım kardeşlerim!.. "Ya Haccecan abla alışmışız bir kere, sana Haccecan diyemiyorum" diyorlar. Şimdi ki aklım olsa kimseye "abla" dedirtmezdim. Şu yaşıma geldim ne ablalıktan nede ablalığın omuzlarıma yüklediği sorumluluktan kurtulabildim.
Küçük Emrah modunda değilim şu an. Gayet dik oturuyorum bilgisayarın başında. (Laptopumu sandalyenin üstüne koydum, yerde ise ben oturuyorum. Gayet gururlu ve mağrur bir oturuş yani!...)
Bizim toplumumuza mahsus herhalde. Kardeşlerden önce davranıp dünyaya gelen sensen yandın!!... Hiç doğma veya elindeyse geç doğ..
.....
Bugünün son konusunuda yazayımda sende rahatla bende. Geç oldu yatacam!.. Yazdan beridir çöpe atılacak kağıtları bir poşette biriktiyorum. Evim sobalıya, sobayı yakarken tutuşturmak için kağıt lazım oluyor. Evde ve işte ne kadar naylon, kağıt, plastik.... yanacak ne varsa atmayıp odunlukta biriktiyoruz. İşte ki kağıtları koyduğum poşet ağzına kadar doldu. Ufacık bir kağıt da koysan sığmayacak hale gelmişti. Her gün işten akşam 5'te çıkıyorum. Sabahları mesaiye geç çıktığımdan vijdan yapıp, bari akşamları tam saatinde çıkayım diyorum. Saat 5'te ortalıklarda in cin top oynuyor. Herkes 10-15 dakika öncesinden kayıplara karışıyor. Ben yine her zamanki saatde -kağıt dolu koca siyah poşetide elime alarak- işten çıkıyorum. Elimde o poşetle görünmek istemiyorum çünkü herkes meraklı gözlerle bakıp "o ne?" diye soracak. Kim uğraşacak akşam akşam bu sorulara cevap vermekle?!.. O da ne...! Normal mesai saatinde görmediğim kadar insanla karşılaşıyorum merdivenlerde.. Herkes yüzüme bakmadan elimde ki koca poşete bakıyor. Kırk kişiye hesap vererek o kağıtları getirdim eve. Kağıtlar odunlukta ki yerlerini aldı, yakılmayı bekliyor.
Burdan sosyal bir mesaj çıkartmaya çalışacağım şimdi. Geri dönüşümü olan çöpler ayrılmadan atıldığı için çevreyi daha çok kirletmekteyiz ve daha hızlı yok etmekteyiz. Birey olarak düşündüm ki, sobamı tutuşturmak için çıra, gazete almak yerine, yakılabilecek kağıtları atmak yerine onları biriktirip değerlendireyim... Nasıl düşünmüşüm?
Umarım önümüzde ki belediye seçimlerinde daha bilinçli daha çevreye duyarlı bir başkan başımıza geçerde çöp sorununu halleder.

3 yorum:

  1. Küçücük yaşında doğum olayını görmek acaba senin evliliğe uzak, erkeklere güvensiz bakmana mı neden oldu?Bir nevi engram.2.mesele küçücükken üstüne ortak gelmesi erken olgunlaşma sürecine girmene mi neden oldu?3-Çöpler konusunda sonuna kadar
    haklısın canım iyiuykular, sevgiler dilek.

    YanıtlaSil
  2. ben nuran oluyorum bu durumdaaa nesli de sen puhahahah yaşadıklarınnnı nesli anlatıncaa da anlamıştım. sende çok güzel yazıya dökmüşsün dostumm. yüreğine sağlıkkk. hep benim sütümü sen emmişsin ondan ben böleyimm der nesliidee.. sevgilerr.

    YanıtlaSil
  3. Dünyaya gelen her insan için onun bedelini ödeyen bir kadın vardır.. Doğa kendi cinsiyetimizi seçme hakkı vermediğine göre dünyaya gelen her normal dişi milyonlarca yıllık bir evrimin ona vermiş olduğu avantajlarla birlikte gelmektedir..Kadın olmak neslin devamını sağlayacak bedene sahip olmaksa ve evrim için tek önemli şeyin hayatta kalmak olduğuna göre kadın olmak erkek olmaya göre hayatta kalmak için daha fazla avantaj içeriyor demektir. Ki, nitekim yapılan bir çok bilimsel çalışma dişilerin erkeklere oranla daha gelişmiş bir cins olduğunu ispat ediyor.
    Yani, dişi olmak bir avantajdır..ve ayrıca extra kuvettir. Onun için kadınlar hem dünyanın hemde erkelerin kahrını çekebilmektedirler.
    Bence çok az erkek kadının doğum sırasında çektiği acılara katlanacak güce iradeye sahiptir. İşte bu yüzden eğer, türün devamı biz erkeklere bağlı olsa idi. Eminim dünya üzerinde insan nesli diye bir şey kalmazdı.

    Abla olmanın ne demek olduğunu bilemem ancak abi olmanın ne demek olduğunu bilirim. Ailenin iki çocuğundan en büyük olanı benim..:))

    YanıtlaSil

Yorumlarınızı Bekliyorum