Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

25 Aralık 2008 Perşembe

Kısıtlı sorumluyum....


Kadın Erkek Eşitliğiyle oluşturulan bir işin sorumlusu oldum. İstemeye istemeye...Kadın - erkek eşitliğiyle ilgili kurumda ki çalışmaları ben yürüteceğim. Bütün gaydırıhopba işler gibi bu işinde -sorumlulukları kısıtlı- sorumlusuyum. Bu çalışmalar kağıt üstünde yürüyecek tabi ki.
Sinopta bir memur arkadaş, Kaymakamlığa dilekçe vermiş. Dilekçesinde ise "kendisini geliştirmek için başka bir kurumda geçici olarak görevlendirilmesini istediğini arz etmiş" Kaymakam bey ise "bende bakan olmak istiyorum ama olamıyorum" tarzında cevap yazmış. Kaymakam beyin bu cevabına yönelik bir sürü tepki görmüş Kaymakamımız. Söylenenleri bire bir yazamasamda bu anlama gelen diyalog yaşanmış aralarında. Olaya Kaymakam beyin açısından bakarsak; " Mülkü amir olan Kaymakamlar bile sorumluluklarının kısıtlı olmasından ve ideallerine ulaşamamaktan şikayetçi. Memurun açısından bakarsak " sorumlulukları kısıtlı, ideallerine ulaşamayan mülkü amir de memurun kendisini geliştirmesine, ideallerine ulaşmasını engellemekte!.."
Engelliyoruz... Bir adım öteye gidemiyorsak; çevremizde, sağımızda, solumuzda, altımızda, üstümüzde kim varsa onlarında bir adım öteye gitmesini istemiyoruz. Kısıtlı sorumluluklarımızla dünyanın sorumlusuymuş gibi davranıp; sorumluluk hissedenlerin sorumluluklarını da kısıtlıyoruz. Bu ben merkezcilik, bencilliğin zararını ise hepimiz ödüyoruz. Sonuç olarak; yürüyüş standının üstündeymişiz gibi yürüyoruz. Aslında çok yoruluyoz, çok çaba sarfediyoruz ama bir adım bile atamıyoruz, olduğumuz yerde sayıyoruz...
Dün merkeze kurumun aracıyla gittik. Aracımız dolmuş gibi kim var kim yoksa topladı. Beni arabanın ön tarafına oturttular. "Cat" dedikleri arabalar varya bizde görevli araç ondan. Bagajda iki kişi, arkada dört kişi, önde şoför ve ben oturduk. Bayan olmanın çoğu zaman dezavantajı olmasına rağmen bu gibi durumlarda "Haccecan Hanım olarak" önde ki yerimi alıyorum. Öne oturtmasalar adamların içinde rahat bir yolculuk geçiremeyeceğim kesin tabi. Tın tın yollara düşüyoruz.
İşlerimi hallettikten sonra arkadaşlardan ayrılıyorum. Merkeze gelmişim hemen dönermiyim geri. İl merkezine gittiğim zaman kendimi daha özgür hissediyorum. Kimsenin beni tanımaması üzerimde ki baskıyı hafifletiyor. Yolda yanımdan geçen erkekler bakışlarıyla yemiyorlar, benide kendileri gibi görüyorlar veya beni olağan karşılıyorlar. Yürüyorum sokakta. Kazık yediğim çizmeler ise ayağımda. Topuğu çok yüksek olmasada yürürken beni rahatsız ediyor. En ufak bir topuk bile apartmanın tepesindeymişim hissini uyandırıyor bende. Babet ayakkabıları moda yapanlara hayır dua edenlerdenim, anlayın o kadar yani. "Bu topuklu ayakkabıları icat edenlerin aklına şaşayım" diye kafamdan geçiriyorum. Ama topuklu ayakkabının yürürken çıkarttığı ses kendimi podyumda yürüyormuş gibi hissettiriyor. Bir özgüven, bir dünyanın en güzel kadını havası ki...Üfleseler uçacağım. Kızkardeşimin iş yerine vardığım zaman kızkardeşimi telefonla arıyorum. Haccecan:
-"İş yerinin tam karşısındayım, yanına geliyorum ama ben birşey farkettim." Kızkardeşim:
-"Ne farkettin?" Haccecan:
-"Üzerimde senin kabanın, senin eteğin ve kulağımdada senin küpelerin var. Arkadaşların beni senin kıyafetlerinde görecekler. Sorun olmaz değil mi?" Kızkardeşim:
-"Ne sorunu olacak? Kardeşiz biz." diyor. Ben çok rahatlıyorum, o "benim kıyafetlerini giymişsin, gelme" deseydi kızkardeşim işten çıkana kadar vakit geçirecek yer bulamazdım. Yönünü kaybetmiş yunuslar gibi ortalıkta dolanacaktım. (Neden yönünü kaybetmiş, neden yunus bilmiyorum. Alakayı siz kurun) Haccecan:
-"Tamam geliyorum. Beni kapıda karşılayın, kapıyada kırmızı halı serin" diyorum. Onun odasına çıktığım zaman kızkardeşim ve mesai arkadaşı beni kapıda karşılıyorlar. Bir keyifleniyorum, bir gülüyorum ki sormayın. İlgi ve alaka açlığı çok çektiğimden olsa gerek azcık bir ilgi görmeye gelmeyeyim keyiften dört köşe oluyorum.
Kızkardeşimin mesai saati dolduktan sonra meydana geçiyoruz. Yanımızda kızkardeşimin mesai arkadaşlarından x ablada var. Doğum yapan arkadaşına hediyeler alıyoruz. Sabahtan akşama kadar yürüsem bir şey olmayan bana iki dükkan gezdikten sonra bir haller oluyor. Topuklu çizmelerimi ayağımdan çıkartıp fırlatasım geliyor. Sonra hala taksitlerini ödemediğimi hatırlayıp bu hayalimden vazgeçiyorum. Ama nasıl bir yorgunluk. Sanki sırtıma eşşek ölüsünü yük vermişler.
x ablanın telefonu çalıyor. Çocukları evden çağırıyor.
-"Anne biz açız, nerdesin?" x abla:
-"Çarşıdayım, işlerim var. Ocakta ki yemekleri ısıtıp yiyin." Çocuklar:
-"Biz onları yemeyiz." x abla telefonda çocuklara kızıp telefonu kapatıyor, bizede " gitmek zorunda olduğunu, çocuklarının çağırdığını, çocukların yaptığı yemekleri beğenmediklerini, halbu ki gittiğinde aynı yemekleri ısıtıp önlerine koyacağını" söylüyor. Kızkardeşim:
-Git bari, onlar senin ısıttığın yemeği, kurduğun hazır sofrada yemek yemek istiyorlar." diyor. Ben ise:
-"Annesin sen ya... Çağırdıklarında bak duramadın hemen gidiyorsun." diyorum. Giderkende bir sarılıyorum sanırsınız bir daha görmeyeceğim.
Verdiğimiz cevaplar arasında ki farka bakarmısın. Kızkardeşim o olay hakkında cevap veriyor ben ise genelleme yapıp cevap veriyorum. Bu cevabım ise duygusallık yüklü. Kadına "sen annesin" diyorum. Sanki o anne olduğunu bilmiyor. Her olay karşısında böyle genelleme yapma huyum var. Bu genelleme yapma huyum yüzünden ise olayla bağlantılı konuşmadığım için boş konuştuğumu düşünüyorum. Bu konuda bir eleştiri almadım henüz, bunlar kendi eleştirilerim kendimi..
Yeni doğan yavrucağa güzel hediyeler alıyoruz. Seçenekler çok fazla, herşey satılmak için yapılmış. Seçmemiz çok zor oluyor. Bir pantolan ve hırka alıyoruz, miniminnacık... O kadar şirin kıyafetler ki...
Eve vardığımız zaman annem kapıyı asık bir suratla açıyor ve bizimle soğuk konuşuyor. Ne olduğuna anlam veremiyoruz. Sonra konuşturduğumuzda anlıyoruz ki bizi çok merak etmiş, televizyonda da kötü kötü haberleri izlediği zaman paranoya yapmış ve kızlarımın başına bir şey geldi diye oturup ağlamış. Annem:
-"Niye haber etmediniz, biriniz eve erken gelseydiniz merak etmezdim" diyor. Ben:
-"Merkeze gideceğimi, kızkardeşimle birlikte geleceğimi söylemiştim ya anne" diyorum.
-"Söylemiştin ama bu kadar geç kalacağınızı düşünmemiştim." dedi. Bu arada gözleri yine sulandı. Ben:
-"Çarşıda işlerimizi hallettik, 45 dakika arabanın kalkmasını bekledik, 45 dakikada yol sürdü. Ancak gelebildik." Kız kardeşim bu arada anneme sarılıyor, öpüyor, alttan alttan konuşuyor, gönlünü almaya çalışıyor. Ben ise kanapeye yatmışım çizmenin içinde esaretten kurtulan ayaklarımı havaya kaldırmışım. Kızkardeşim anneme böyle sevgi gösterisi yaptığı sırada ben yattığım için vijdan azabı çekiyorum. Sonra vijdan azabı çekmemem gerektiğine kendimi inandırıp yatmaya devam ediyorum. Kız kardeşim bu arada mutfağa gidiyor, sofrayı hazırlıyor. Bu sefer ben yine vijdan yapıyorum, istemeye istemeye mutfağa gidip ona yardım ediyorum. Annem yemekleri hazırlamış, biz gelmedik diye hiç bir şeyde yememiş. Annelik duygusunun yüceliği karşısında boynum bükülüyor her seferinde. Bu öğlen yine yemeğimi önüme koydu. Sıcak, hazır yemeği yiyip geldim işe.
Annemin ve kızkardeşimin varlığına alışmak istemiyorum. Yakın zamanda bırakıp gidecekler beni.. Bu yaz benim için çok kötü geçecek. Şu an varlıklarına alışırsam yazın karşısınızda depresyonel, bunalımlı bir Haccecan olacak. Varlıklarına alışmamak için onlara uzak durayım dedikçe içlerine kadar gömülüyorum. Beni sevmeyin, bana ilgi göstermeyin yaa.. ne olur.... Kendini bana sevdirip hayatımdan çıkacak her insan benim düşmanımdır, arkanızdan ağlamak, üzülmek bana düşüyor...
Fotoğraf hakkında ki yorumum: Yerel Eylem Eşitlik Planı sorumlusu olarak bu fotoğrafta ki beyefendiyi esefle kınıyorum. Kas kuvveti bakımından yanında ki bayandan kat be kat güçlü olan beyefendi, bırakın centilmenliğe, insanlığa bile yaraşmayacak şekilde davranıyor. Elinde ki sopasıyla sizce ne yapıyor?
Bu kısıtlı kısır sorumluluğu kim yükledi üstüme yaaa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı Bekliyorum