Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

7 Kasım 2010 Pazar

Arkadaşım demeden önce...


Yaşadığım şehre gelmeleri için iki senedir Yürekleri davet edip duruyordum. Yürek ve kızkardeşi Likya yürüyüşünden on gün sonra  uçakla geldiler. Havaalanına almak için çok sevdiğim bir abim ve arkadaşı ile gittik. Abim ve arkadaşı onları hava alanında almakla kalmamışlar  on gün boyunca buralarda gidilip, görülecek, gezilecek neresi varsa arabalarıyla bizi götürüp, yediğimiz içtiğimiz her şeyin hesaplarını ceplerinden verdiler.  "Haccecan senin misafirin bizim misafirimiz diyerek beni onure etmişler, Yüreklere iyi ev sahipliği yapmak için eksik kaldığım her konuda  bana yardımcı olmuşlar, gezdiğimiz yerlerde an be an fotoğraflarımızı çekip yaşanılan bu güzel günleri ölümsüzleştirmişlerdi.   Benden daha fazla ev sahipliği yaptılar desem abartmış olmam. 
Her akşam tanıdığım, bildiğim bütün arkadaşlarımla bir mekanda toplanıp Yürek ve kızkardeşini  arkadaşlarımla tanıştırıyor, birlikte oturuyor, sohbet ediyorduk. Yürekleri herkes benim kadar sevmişti. Hafta içi ben işte olduğum zamanlarda onlar şehir içinde gidilebilecek yerlere gidiyor, haftasonları ise gezi ekibimizle birlikte civarda ki gezip fotoğraf çekilecek doğal yerlere gidiyorduk. Fotoğrafçı arkadaşlarım Yüreğin yüzü farklı ve güzel olduğu için onun fotoğrafını çekip, ona modellik yaptırıyordu. Yürek ve kızkardeşi yoğun ilgi ve sevgi ile karşılaşmışlardı. Yürek yaşadığım şehre, çevreme, arkadaşlarıma "Bu ortam Antalya'da yok, olsa ne güzel olur!" diyerek imrendiğini belli ediyordu.  Antalyada iş dışında bir ortamı olmadığını düşünüp üzülüyor, imrenmemesi için "Kafa dengi 3-5 kişi bulsan az bir maliyetle sizde bizim gibi ortam kurup, gezip eğlenebilirsiniz" diye cevap veriyordum. 
Manavgat'ta iki senedir bana güzel bir ev sahipliği yaptığı için Yüreklere karşı kendimi borçlu hissediyor, güzel vakit geçirmeleri için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. On gün deli danalar gibi gezip, tozduk, yiyip, içtik.. On günün sonunda ise istemeye istemeye ayrılıp, havaalanına kadar onları yolcu ettim. Vedalaşmamış zor olmuştu. 10 günlük yoğun temponun ardından monoton hayatıma geri dönmüştüm.
Yaşadığımız güzel günlere ait fotoğrafları Facebook'a yükleyip yorum yapıyor, gülüyor, eğleniyorduk. Çok geziyoruz, eğleniyoruz, mutluyuz diye arkadaşlarımızı çatlatıyorduk. Biz çok iyi arkadaştık be!!!!   
Yaklaşık iki ay sonra civar ilde bulunan kayak merkezinde bir anıtın açılışı için tören yapılması planlanıyordu. Kışlık kamp malzemem olmadığı için soran herkese bu törene  katılamayacağımı söylüyordum. Arkadaşım Yakut'un bana ödünç kışlık uyku tulumu bulması ve o gece çadırında kalabileceğini söylemesi üzerine onların klübü adına ayarlanan araçla birlikte kayak merkezine doğru yola koyulduk. Gidişim çok ani ve plansız olmuştu. Kayak merkezine vardığımızda bütün dağcılar gibi kamp alanında çadırlarımızı kurmak için uğraşıyorduk. Şiddetli soğuk bir rüzgar esiyordu. Ellerim buz gibi olmuş, hareket ettiremiyordum. Kar eldivenlerini elime geçirdim. Kafanda ki soğuk kavramının çok üstünde bir soğuktan bahsediyorum okuyucu. O kadar ki soğuk!!! Biz çadırı kurmakla uğraşırken bizden önce başka bir klüple gelen Bay Uyanık, Hasan Abi ve Başı gözü sarılı bir kızın bize baktığını farkettim. Hasan Abi'nin kızkardeşi olarak tanıttıkları kızın gözlerine bakıyorum. Gözler çok tanıdık. Ama kimin gözleri? Biraz daha dikkatli bakınca bunun Yürek olduğunu anladım. "Süpriz yapmaya geldim!" dediğinde boynuna sarıldım. "Canım arkadaşım taaa oralardan bana süpriz yapmaya gelmiş demek!!!" Beraber geldiğim Yakut ise bu süprize kıl olmuş;  "Buraya gelip gelmeyeceğimiz belli değilken o buraya sana süpriz yapmaya mı gelmiş!" diyordu.
Bay Uyanık ile Yürek tesiste birlikte vakit geçiriyorlardı. Yakut'un sözlerini anlamazlıktan geliyor, "Yürek'in süpriz yapmak için!" geldiğine kendimi inandırmaya çalışıyordum. Bana süpriz yapmaya geldiğine göre ev sahibi gibi onunla ilgilenmeliydim ancak Yakut'la birlikte buraya geldiğim için onu yalnız bırakmakta istemiyordum.   Ne yapacağımı, ne düşüneceğimi, nasıl tepki vermem gerektiğini bilmeden arada kalmış gibi hissederek akşamı zor etmiştim. Akşam olduğunda ben, Yürek ve Yakut; Bay Uyanığın çadırında çay içmek için buluştuk.  Baş başa kaldığımızda Yüreğe bu akşam nerede kalacağını sordum; Bay Uyanıkla aynı çadırda kalacağını söylediğinde hafif bir şaşkınlık yaşayarak "isterse bizim çadırda kalabileceğini" söylediğimde teklifimi red etmişti. O gece Yürek ve Bay Uyanık aynı çadırda kalmışlardı. Bay Uyanığın evli 3 çocuk babası olduğunu yazmama gerek var mı bilmiyorum.  
 Yakutla birlikte -20 derece soğukta karın içinde çadırda yatarak sabahı ettik. Ertesi sabah; Yakut ve birlikte geldiğimiz arkadaşlarıyla birlikte kahvaltı masasında oturuyorduk. Havadan sudan konuşuyorken sohbetin ortasında Yakut, "Haccecanın arkadaşı da süpriz yapmaya gelmiş! Nasıl süprizse o öyle!. Bay uyanıkla birlikte aynı çadırda kaldılar!"  dediğinde hiç tanımadığım insanların içinde yerin dibine girmiş gibi hissettim kendimi. Yakut'un tavrı ve tepkisine de bozulmuştum.  
Öğleden sonra; Yürek"le tanıştırdığım arkadaşlarımın da aralarında bulunduğu 30 kişilik bir başka ekip daha bulunduğumuz tesise geldiğinde olaylar tamamen kontrolümden çıktı. Yüreği tanıyanlar "Antalyalı arkadaşın değil mi o? Ne işi var burada?"  diye sorduğunda verecek cevap bulamıyor, bazılarına "Süpriz yapmaya gelmiş!" diyordum. Bütün bu olanlardan sonra ne Yüreği, ne Bay Uyanığı ne de Yakut'u görmek istiyordum. Yürekleri havaalanından birlikte aldığımız ve 10 gün boyunca bizi gezdiren abimde gelenlerin arasındaydı. (Takma adı Orhan Baba olsun.) Orhan Baba'da bu süpriz karşısında benim kadar bozulmuş, süprize bir anlam vermeye çalışıyordu.
Anıtın açılış töreninden sonra Yakut'tan da ayrılarak şehir merkezine tesise en son gelen arkadaşlarımın geldiği gezi ekibiyle birlikte döndüm. Bu süprizin bir açıklamasını Yürek'ten duymak , bana yaşattıklarını ona söylemek istiyordum. Yüreği telefonla arayarak " Ben şehir merkezine vardım. Seninle çok ilgilenemedim, senin gelmeni bekliyorum. Geldiğinde beni arada biraz vakit geçirelim" dediğim Yürek; "beklememi, evime geri dönmemi" söyledi.
Birlikte eve dönerken Orhan Baba; "Yüreğin yaptığının arkadaşlığa sığmadığından, Yüreğin beni arkamdan vurduğundan, yaptığımız bunca fedakarlığa ve iyiliğe karşılık Yüreğin nankörlüğünden" bahsedip durdu. Bundan sonra daha çok zaman Yürek ve yaptığı süpriz konuşma konusu oldu. Onun hakkında konuşuldukça ezilen, büzülen, üzülen ben oldum. 
O akşam Msn'de bütün olup bitenleri anlattığım Karadeniz şunları söyledi; Yüreğin senin toplumsal durumunu göz önüne bulundurması ve seni utandırmaması gerekirdi. Sonuçta orası senin evin, onlar senin dostların. Bu durumda insanların sana bakışları ve yaklaşımları  farklılaşacak. Arkadaş olarak Yürekle devam edeceksen onu bu şekilde kabul etmen gerek. Yürek istediği gibi yaşamayı seçen biri. Ben fazla tanımıyorum ama gördüğüm ve hissettiğim kadarı ile avrupai bir yaşamı benimsemiş gibi. Sen düzen içerisinde onun korunaklı duvarlarını seven bir insansın. Erdem ve ahlak anlayışın geleneksel ki böyle olması bence çok güzel. Bunu şöyle betimleyelim: Bir insan düşün çok güzel bir bahçeye giriyor..  Çiçekler.. ağaçlar.. Belli bir intizama ve ihtişama sahip bir bahçe. Bahçeye giren insan  onu koparıyor,  bunu yoluyor ve gönlünce yada gönülce eğlenerek çekip gidiyor  ama arkasında tarumar olmuş bir bahçe bırakıyor...  Bir de diğer insan var oda güzel bir bahçeye giriyor..  Orada geçirdiği her vakitte düzeni görüyor. İhtişamı bozulur diye tek bir gülü dahi koparmıyor,  bahçevana saygı duyuyor...  ve çekip gidiyor...  Bahçe olduğu gibi kalıyor...  Sen ikinci insansın  zira bende ikinci insanım, biliyorum.
Karadeniz olaylara geniş açıdan bakmamı sağlayıp, olaylara çok takmamı söylüyordu. İyiki varsın Karadeniz. Karedeniz; Likya yolu yürüyüşü sonunda evlerine gittiğimizde Karadenizle beni aynı odada yatırdığı için Yüreğin geniş  mezhepli bir insan olduğunu söylediğinde Yüreği savunup "aynı odada yatabileceğimizi Yüreğe ben söylemiştim" diyerek Yüreği savunmuştum ancak Karadeniz haklı çıkmıştı. Yürek kimseyi düşünmeyen, geniş mezhepli bir insandı.   
Yürek ertesi gün cep telefonuma özeti "Elveda! " olan bir mesaj attı"
 Yürek kayak tesisine gelmeden bir gün önce uçakla gelmiş, sosyal bir tesiste kalması için Bay Uyanık ona yer ayarlamıştı. Sosyal tesisin lokalinde  Bay Uyanıkla saatlerce oturmuşlardı. Anıt töreninin olduğu günde sosyal tesiste kalıp uçakla geri dönmüştü.
Yürek kayak tesisinde yaşadığı güzel günlere ait fotoğraflarını; Facebooka yüklediğinde tanıştırdığım ortak arkadaşlarımız fotoğraflarını beğenip yorum yaptılar. (Fotoğraflarına bakıp beğenenler arasında Karadeniz'de vardı.) Bay Uyanık ve (Yüreğin sayemde tanışıp kayak  tesisine birlikte geldiği) klüp üyeleri karşılıklı yorumlar  yapıp eğleniyorlardı. Facebook tarihinde ki en sosyal ve yoruma doymuş günlerini yaşıyordu sayelerinde. O güzelim günler benim için tam bir hayal kırıklığı olduğu için mutluluklarına uzaktan sessizce bakıyor, yorum  yapmıyor, şu şarkıyı  dinleyip Yüreğin bana yaşattıklarını aklıma getirip öfkeleniyordum.  Facebooktaki sosyallik karşısında ki sessizliğim ise Yüreği çekemeyen, kıskanç bir insan konumuna düşmemi sağlamıştı.
Yaşattıklarını Yürek'le konuşmalı ve paylaşmalıydım. Yoksa patlayabilirdim. Yüreğe Msn'de selam atıp, "O gün bana süpriz yapmak için geldiğin tesise benim gidip gidemeyeceğim kesin değildi. Benim orada bulunmam bir süprizdi" diye yazdığım Yürek; "Sonuçta geldin!" diyerek yanıt verdi. Bu sözleri karşısında Yürek'e karşı içimde olan son sevgi parçacıklarıda uçup gitmiş oldu.
Devam Edecek....

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınızı Bekliyorum