Görev Beni Çağırıyor... Seni de...

19 Kasım 2008 Çarşamba

Cinsellik


İnsanın temel iç dürtülerinden biri "saldırganlık" diğeri "cinsellik"tir. Bir de "yaşama" dürtüsü vardır. Biyolojik ve genetik özellikler, kişinin doğal yapısından kaynaklanan zaruretleri meydana getirir. Bedenimizin değişik besin ve minerallere ihtiyaç duyması gibi... Şu anda vücudumuzda bulunan karbon, oksijen, hidrojen, azot gibi hücrenin yapı taşlarını oluşturan maddeler, altı ay sonra farklı maddelerle yenilenecektir. Kişiliğimiz aynen kalsa da, bedenimiz başkalaşmış olacaktır. İnsan vücudunda en hızlı değişen madde su, en geç değişen ise kalsiyumdur. Bu değişim esnasında vücudun demire, oksijene, kalsiyuma ihtiyaç duyması gibi ruhumuz da bazı psikolojik ihtiyaçlar içerisindedir. Hümanist psikologlardan Maslow, "psikososyal ihtiyaçlar" teorisinde, insanın sevmek ve sevilmek, değer vermek ve değer verilmek, önem vermek ve önem verilmek, toplumda kabul görmek, güvenilir olmak, kendini gerçekleştirmek gibi ihtiyaçları olduğundan bahseder. Bu ihtiyaçlardan birisi de cinsellikle ilgilidir.
Cinselliğin hem biyolojik hem de toplumsal boyutu vardır. Onu sadece sosyolojik, biyolojik ya da başlı başına psikolojik bir durum gibi değerlendirmek yanlış olur. Cinsellik, sosyobiyopsikolojik bir hadisedir. İnsanın, biyolojisi gereği, cinsellikle ilgili hormonları vardır. Bunun en büyük ispatı, prostat tümörüne yakalanmış yaşlı erkeklerin yaşadığı durumdur. Bir erkekte prostat tümörü tespit edildiği zaman, bu erkeğin testisleri çıkarılıyor. Eskiden prostat tümörünün kansere dönüşmemesi ya da kanser başlangıcı varsa ilerlememesi için prostat çıkarılırdı; şimdi testisler yani yumurtalıklar alınıyor. Yumurtalıklar alındıktan sonra, daha önce kadınların yüzüne bakmayan, bir kadının elini tuttuğu zaman bile cinsel olarak etkilenen erkeklerin, gün toplantılarına gittiğini görüyoruz. Hormonların baskısı kalkınca insanın içinde ki cinsel baskı da kalkıyor ve kişi kendini daha rahat hissediyor. Karşı cinsle daha insani bir münasebet kurabiliyor. Osmanlı'da yumurtalıkları alınan harem ağalarının, iç dürtüsel zorlamaları olmadığı için karşı cinsle cinsel arzu duymadan rahatlıkla iletişim kurması, işin biyolojik boyutunu doğruluyor.
Kişilik gelişiminde olduğu gibi cinselliğin yaşanmasında da %30-40 genetik, %60-70 oranında sosyal faktörler etkilidir. Toplumsal rolün çocuklara yansımasını araştırmak için yapılmış bir çalışma, oldukça dikkat çekicidir: Bir çocuğa ayrı ayrı zamanlarda erkek ve kız çocuk kıyafeti giydiriliyor ve çocuğun cinsiyetini hiç bilmeyen birisine veriliyor. Kız çocuğu kıyafeti giydiği zaman çocuğun eline oyuncak kediler, tavşanlar tutuşturulurken erkek çocuk kıyafeti giydiğinde aslan, kaplan gibi oyuncaklar veriliyor. Bu da bilinç altı şartlanması olduğunu gösteriyor. Aslında insanlar farkında olmadan "Erkeksen veya kızsan şöyle davranmalısın" koşuluyla hareket ediyorlar ki , bu da cinselliğin toplumsal boyutunu gösteriyor.
Cinselliğin biyopsikososyal bir olgu olduğunu ispatlayan önemli örneklerden birisi de, Avrupa' da tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan bir çalışmadır. İkisi de erkek olan tek yumurta ikizlerinden birisi sünnet olurken, penisi ağır biçimde yaralanıyor. Aile, çocuğun cinsiyetini ameliyatla değiştirmeye, onu kız yapmaya karar veriyor ve kız çocuğu gibi büyütüyor. Fakat ergenlik dönemine geldiği zaman, içindeki his, ona erkek olmayı istediğini söylüyor. Ondan sonra da geçmişini öğreniyor. Demek ki kişi, toplumsal öğrenmeyle cinsel anlamda bazı sosyal beceriler kazansada genetik boyut çok önemli. Arabayı park etmede zorlanma, şişe kapağını güçlükle açma, kadın beynindeki eğilimden kaynaklanan bazı şeyleri öğrendiği hâlde kendini erkek gibi hissetme eğilimi oluyor. Bu da gösteriyor ki, cinsellik biyolojik ya da toplumsal farklılıklarla sınırlandırılamayacak kadar geniş bir konudur.
Prof.Dr. Nevzat Tarhan Kadın Psikolojisi S.39-40

2 yorum:

  1. cinselliğin tabu olduğu toplumlarda bu konuda yalan yanlış bigiler ve hurafeler cinsel bilincin bıraktığı boşluğu doldurarak..Bu tür toplumlarda bireyin sosyopat olmasına sebeb olmaktadır. Bu konuda konuşmanın ayıp, bu konuda bilgilenmenin günah olduğu bir ortamda, temizlenmesi gereken pislikleri halı altında süpürmek gibi sorunlar ertelenerek büyükmekte ve bir süre sonra görünüşü normal ama arkaplanı sosyopat bir hayat sürdürülüp gidiyor..

    Ne yapılabilir?.
    Bence birşey yapılamaz. Hem doktorlarını hem de hastalarını DELİLERİN oluşturduğu bir hastahanede tedavi ne kadar imkansızsa bizde de bu iş o kadar imkansız.

    YanıtlaSil
  2. Bu konuda örnek alacağımız davranış modeli hangisi? Bunu gerçekleştirebilen örnek toplumlara bir örnek verebilirmisiniz?

    YanıtlaSil

Yorumlarınızı Bekliyorum